08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Taner Timurdan "Somut durumun somut tahlili Türkiye Nasıl Küreselleşti? Taner Timur Türkiye Nasıl Küreselleşti? çeğin özgünlüğünü" incelemeyi esas görev olarak bcllcdiler. (Belki de bıından büyük zcvk alıyorlardı!) Bugün ortada duran sorun, somut ve kesin güncel olguların baş döndürücü karmaşıklığmın teorik bir açıklamasının yaşamsallığının yanında, do£al olarak bunıı yapacak insanlann ortaya çıkması, çıkanlması sortınudıır da 'l'aneı 'l'inıur ülkenıizde çok az bulunan bu önemli ın sanlardan biridir. Son kitabı "Türkiye Nasıl Küreselleşti?" bu konuda yazılmış, onlarca kafa karıştırıcı "okunamaz" ki tapların çok dışında bir kitap Bılimin, Marksizmin ışığında, kahramanı kapitalizm olan bir roman dilinin akicılığıyla, son yirmi beş yillık "acı"larla dolu eko nomik/politik tarihimize çarpıcı açıklamalar getiren bu kitapta Taner Timur, ülkemizin "çok nazik ve risklerle dolu" bir dönemden geçtiği genel saptamasını ge Iiştirirken, yukarıdaki teorik varya.syonla ra daha yakın durduğunu da başta belirtıyor: "..Akademinin sözde taraisız, me safeli vc bctimleyici üslubunun koruyucu zırhına bürünmek istemedim!" Ve ekliyor: "Toplum hayatının derin dalgaları, çeşitli sınıfların birbirine zıt çıkarları ve özlemlerınden kaynaklanmıyor mıı? Ve de gerçek bilim adamlığı, politikacılık, devrimcilik bu dalgaların dilini okumak, onlarla uyumlıı düşüncelec ve önlemler oluşturmak yeteneği değil mi?" (s.150) I» Taner Timur, "Türkiye Nasıl Küreselleşti?"de "Kapitalist Enternasyonal ve İmparatorluk", "irak, Kirli Savaş ve Türkiye", "AKP, Finans Egemenliği, Yangın ve Türban", "Demokrat Parti'den AK Partiye: Bir Takıyyeden ötekine", "Demokrat Parti ve Kalkınma Politikasi: şehirliler, Köylüler ve Alacaklılar" gibi bazı başlıklarla çok önemli sorunlara ilgililerince tartışıiması gereken yine çok önemli teorik açıklamalar getiriyor. O Ahmet YILDIZ "Somut Durumun Somut Tahlili" ok ıızun yıllar önce, bıı ülkede, ekonomi ve politika üzerine konuşulmadan önce "Hele bir somut durumun somut tahlilini yapalım..." diyc söze başlanırdı. Entelektüel hayattan solıın moda olmaktaıı çıkaı ılmasından sonra bu kural hepren ıınutııldu; böylece her şey birbirinc karıştı. Akrörler ve olgular akıl almaz bir biçimde ycr değiştiriyordu ama çoğumuz hâlâ eski teorik şablonlarımızla olan bitcnı açıklamaya çalışıyor, böylece bir yerde saplanıp kalıyorduk. Oysa her şeyi yeni veriler ve olgular üzerine kurmamız gerekmez miydi? "Gri teoridir dostum, ama, yeşıl yaşamın sonsuz ağacıdır' sözünü Gocthc (Faust'ta) söylememiş miydi? Evet Marksizmin kapitalizm çözümlemeleri ve tahlilleri, "genel anlamda" tarih tarafından "tamamıyla" doğrulanmıştı. Ama biz daha güzcl bir dünya için çabalarken, güncel gidişal, bu gidişatı yönlendiren sistemin ettikJeri düz bir çizgide ilerlemiyordu. Lenin ("Nisan Tezleri"ndc), "Somut gerçek olaylar, bizim önceden görebildiğimizden başka şekılde oldu; daha özgün ve daha çeşitli biçimde gelıştı!" diye yazarken şuna dikkat çekiyordu: Marksist olmanın abc'si, sınıl ilişkilerinin, tarihin her anının, verıli somut koşullarda "nesnel olarak doğrulanabilir, denetlenebilir" bir hesabının tutulmasını "zorunlu' kılmaktadır. Marks ve Engcls zaten yaşamları boyunca, "ezbere öğrenilen" ve "yinelenen" gencl hedefler gösteren formüllerle hep alay ettiler. "Yeni vc canlı ger "Kalkınma"lı mıyız? "Büyüme'li miyiz? "Bir zamanlar"ın diğer en önemli tartışmalanndan biri de Türkiye'nin uluslar arası kapitalizmin kucağında "Ne?" ol duğuyla ilgiliydi. Acaba "azgelişmiş" bir ülke miydik? "Gelişmcktc olan" bir ülke miydik? " Yarı sömürge" bir ülke miydikr1 Birinci tanım Cıımhuriyet'i kuran kadroların dilindeydi; ikincisi iilkeyi emperyalizmin kucağına atacak ilişkilcri kotarmak için devlct yöncticilerinin/politikacıların ağzıydı; üçüncüsü ise sosyalist/devrimcilerin amentüsüydü. Utangaç ya da çok sert, hangi tanım olursa olsun ortak yan, Türkiye'nin "somut durumu"nu vurgıılamakta bilimsel bir doğru Iuk taşımasıydı. Ne var ki son yirmi yılda bu tür tanımlamalar birden kayboldu. Özal'ın "transformasyon" adlı hokus pokusuyla birden büyük bir ülke oluver miijtik. Tcvazuya gerek yoktu. Biz büyük, yayılmacı düşler bile kurabilen kapitalist bir "Dünya devletü'ydik. Bu şişirme dü şünce, kültürcl aygıtlarla da desteklenerek Türkiye'nin ayakları ycrdcn kesildi.. (Terry F,agleton'a göre Batılı emperyalist güçlcrın bızim gibi ülkelere kıırdukları tuzak da ilk başlarda zaten "kültürel"di!) Birden Osmanlıyı övme modası başladl. Semra Özal'tn düzenlediği Lale Devn'ni aratmayan eğlencelerine nasıl bir tesadütse edebiyat dünyamızda starlaştırılmı^ yazarlanmızca yazılan Osmanlı dönemi hikâyeleriyle dolu romanlar eşlik ediyordu. Bu yıllarda Türk solunu çekim alanına alan Kürt milliyetçi söyleminin de bu tanım işine gelmişti. Türkiye'nin kendisi sömürgen, "empcryal" bir ülkeydi! (Tür Ç kiye "yarı sömürgc"dir, demek işlerine gelmiyordu do^al olarak! Yoksa "Kürdıstan "lannı kim sömürecekti!) üolayısıyla, "Yarı sömürge", "yoksııl ve kalkın maya muhtaç" ülke olduğumıız tahliline sol sahip çıkamadt; tereddütte kaldı. Sınıf mücadelesı perspektifinin yerini kültürel politikalar aldı. Örneğin tstanbul da 1980 yılından sonra SSK'nin, dolayısıyla devletin yirmi yılda tek bir lıastane açmamış olması, Kürtçe yayının serbest bırakılmasının binde biri kadar bile solu ilgilendirmedi. Halk özel hastanelerin insafına terk ediliyordu, kime ne? (Beterin beteri, 2005in başında, SSK'nin da elden gittig'i günün ertesinde sol diyc tanınılanan bir gazetenin spotu hâlâ azınlık sorıınlarıyla, denize haç atanlar ve onlara karşı gelmeyle filan ilgiliydi! SSK'nin bakanlığa devri haberi en altta, küçücük bir kutudaydı!) Diıısel dogmalara bile karşı gelme yeteneğini yitirmişlerdi; aydınlanma fclscfesinden uzaklaşmışlardı. Yarı sömürge olan bir ülke yönetimine muhaletettense, "büyük " "empcryal" bir devlete muhalif olmak daha tok bir gürünüm veriyordıı! Kısacası "somut durumun somut talılili" güme gıtmişti. "F.zbere" öğrenilen ve sürekli "yinelenen" bir "genel hedef" bulmııştuk. Oysa bize "özel'i lazımdı ve buralarda neler neler oluyordu. Açilıyor, saçılıyor ve Türkiye, bakir tek bir alanı kal nıamacasına son hızla kürcsel kapitalizme entegre oluyordu. Slavoj Zizek, "'l Jçüncii Dünya' diye bir kavram kalmadı, hepsi Amerikanlaştı, tııhaf ülkeler oldu'Mar diye yazıyordıı. Taner Timur ise bu entegrasyonun sonucunda "Hepimiz birer ikinci sınıf Amerikan vatandaşı" olduk diyor. Oysa emperyalizm çağınday dık ve gerçekte "Çag atladıgımızı sanırken, dönüp dolaşıp XIX. yüzyıla geri döndük!" (s.15) Peki, yoksul ülkclcrin bir kalkınma sorunu yok muydu? "Kalkınmakta olan bir ülke " değil miydik? "Kalkınma" söylemi nasıl birden unutturuldu? Nasıl kapitalist gelişmclcrini tamamlamış Batılı bir ülkeyle aynı kefeye kontılarak "büyüme " iştahına kapıldık? Taner Timur, ANAP'la başlayan ve süren, yani paçayı kaptırdığımız, Türkiye'nin makasını de ğiştiren bu politikalara, "kasıtlı bir kavramsal saptırma" diyor. (s. 56) Türkiye'de kalkınma ancak tüm dikkat, öıılcın ve teşviklerin "üretim sürecı" Ü7erıneyo ğunlaşmasıyla mümkündü. Oysa ANAP iktidarı, "lhracatı cömertçe teşvik ederek üretimi de harekete geçireceğini", böylece "büyümcyi' sağlayacağını sanıyordu. Sonuç "hayali ihracat patlaması" ve havalarda ııçuşan teşvik primleriydi. 24 Ocak 2005 tarihlı Mılliyet gazetesinde Osman Ulagay'ın verdiği çarpıcı rablo son yirmi beş yılın boşa harcandıgının tam bir özeti gibi: "25 yılda ihracat 30 kat, gelirimiz 3 kat arttı!" "Sanayi sermayesi", "mali sermaye".. Marks, kapitalist sınıf için malı serma yenin "özerkliği"nin cazipliğini gormüştü. 18701914 ve iki dünya savaşı arasına dek bu böyle sürdü. 1929 krizini izleyen yıllarda kapitalizmin yeni bir dönemi başlıyordu. "Bırakınız yapsınlar..." ielscfesi ışsızlere ış bulamamıştı. Gözler devlete çevrildi. "Devlct ckonomide makro dengeleri sağlamalı; verimsiz de olsa yatırımlar yaparak bir istihdam politikası oluşturmalıydı." Böylece "refah devleti" efsanesi yaratıldı. Kcynes, "Türkiye gibi yarı feodal!" ülkelerde bile baş racı edildi. 1970li yıllara dek süren Taylorizm ve Fordizmle destekli Keynesçi kalkınma modeli 1970'li yıllara dek sürdü. Fransız lar bu yıllara "şanlı otuzlar" diyc ad bile taktı. (s.36) 197O'lı yıllarda "pctrol krizleri"yle bir likte kapitalizm uyanmaya başladl. Reagan ve T'eatcher'li yıllar sözde yeni reçetelcrle "küreselleşme" çığlıkları altıııda dünya halklarının karşısına çıktılar. "KaK İ T A P SAYI 793 SAYFA 16 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle