29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mehmet Uzun yeni romanında da iyi bîldiği yerleri anlatıyor "Dicle'nin Yakarısı" Fıratın İsyanındanDicle'nin YakarışınaKızılırmakın AğıtındanYeşilırmak'ın DestanınaSeyhan'ınCeyhan'ınSakaryanınMendereslerin... kim bilir daha nice ırmakların, çayların, , toprakların, güllerin üzerine destanlar öyküler yakılıp söylenecektir. Mehmet Uzun bunlardan birini başlatmış romanında. aynı konuyu, aynı güzellikte, aynı başarılı destansı anlatımla sürükleyip götürüyor. Anadolu bir mozaik; bu mozaik yalnız insan topluluklarının dinsel, sosyal, kültürel, renk, ırk karışımından oluşmuş değil; toprağın varsıllığının da bu oluşumda önemli bir katkısı var. Özellikle son yıllardaki kazılardan çıkarılan mozaiklere bakınca insan, sanatın da o toprağın, o toplumun bir yansıması olduğunu daha iyi anlıyor. Evet bir mozaiktir Anadolu, bir karışım; ama karmaşalı değil. Bu verimli toprakta, bu toprağa sevdalanmış insanlar, toplumlar hep vardı.. Göçle gelenlerde kalmış, kaynaşmış. Tarih öncesinden, bilinmeyen, belgeleyemediğimiz çağlardan beri bu hep böyle. ANADOLU BİR MOZAİK... lştc Anadolu bir mozaik derken; insankültür mozaiği, doğatoprak mozaiği, bitkiağaç mozaiği, geçmişten geleceğc uzanan toplumların dillerinin, dinlerinin; geleneklerinin, göreneklerinin oluşturduğu bir bütünü kastediyorum. Bu bir özelliktir, varsılhktır, Anadolu'ya özgüdür. 36 uygarlık geçmiş, kırktan çok devlet kurıılmuş, aydınlığın çırasını, tekniğin temellerini atmış, bilimin ışığını binlerce yıl öncclerden, binlerce yıl yerleşim yerlerinden tiyatro kültürüyle doruğa tırmandırmış bir ülke. Böyle gelişmiş bir ülkenin dili de anlatımı da, destanı da güzel olacaktır doğal olarak. Işte o günlerden bu yana Anadolu insanı hep anlatmış. Yazıya geçmeden çok önceleri sözü, belleğinde saklayarak anlatmış. Bunun ilk örneğini Homeros Usta'da görüyoruz. On altı bin dize bırakmış, tlyada demiş, sonra ikinci destanına Odiseius demiş. Sonradan yazıya geçirilip sonsuzlaşmış, kalıcı olmuş. Anadolu doğuya, güneye doğru bu gelişmiş yapısıyla hep görkemli yaşamış. Doğu yaylalarına, Urartu Uygarlığı'ndan güneye Mezopotamya'ya doğru söylenceler bir başka dil tadında söyİenmekte, okunmakta, dinlenmektedir. Ilk önceleri belleklere kazılan destancıbaşılarının anlattıkları sonradan yazıya geçirilmeye başlamış. Bu destan anlatıcılarına dengebej diyoruz. Yani destan anlatıcılar. Dengebejler bir dönemin anlatıcısı, destancısı, öykücüsü, masalcısı; kısacası yazılı kültüre geçmişten önceki sazlı, sözlü dönemin en önemli anlatıcılarıdır. Güniimüzdeki meddah dediğimiz anlatıcılardan; ama onlardan daha usta, daha yetkin bir destan anlatım ustasıdır dengebejler. (s.71) ŞİİRSEL BİR COŞKU 'Madem söz gökyüzüne geldi, demeliyim ki o gün gökyüzii ve ctraf Yezidilerin kutsal metinlerinde sözü edilen şcye benziyordu; etraf renklcrle süslendi. Kırmızıya, beyaza büründü. Kırmızılaştı, beyazlaştı, parladı. Minarelerden ezan sesi, kulelerden çan sesi, sokaklardan davul zurna sesi, medrese ve tarikat tekkelcrinden tekbir ve ereban sesleri, hanlardan kervanların karmakarışık sesleri, evlerin avlularından kadınların zılgıtlan ve çocuk bağırtıları duyuluyordu. Herkes güleryüzle birbirini kutluyor, büyükler birbirini kucaklıyor, çocuklar büyüklerin ellerinden, yaşlılar gençlerin alınlarından öpüyordu. Aşk hastalığına yeni yakalanmış olan âşıklar belli ki birbirini öpemiyorlardı, onlar da bu âşıklar günü Newroz'da, kapı aralıklarında, pencerclerde, avlu ve balkonlarda, dudak hareketleriyle, yüz gülücükleriyle, bakışlarla hayal ve heyecanlarıyla birbirlerine öpücük gönderiyorlardı. Dualar okunuyor, haçlar çıkarılıyor, türküler söyleniyordu. Cizre'nin şimdiye kadar hiç tanık olmadığı, anlatılması zor bir şenlik, bahar aylarında scle dönüşen Dicle dalgalan gibi kentin içine yayılmıştı.' Bu tatlı anlatım, sözünü ettiğim Anadolu'nun o kültür mozaiğini betimlemiyor mu?' (Dicle'nin Yakarışı, s. 7172) Bu anlatım bu tatla, şiirsel bir coşkuyla sürüyor. (s. 7475) Dicle Türküsünün Sesi, ki bütün hayatım onunla geçti, tıplcı nehir gibi kâh coşkulu, kâh hüzünlü, kâh şen, kâh efkârlı, kâh acı, kâh tatlıdır. Kâh yüksek sesle söylenen bir türkü gibi, kâh alçak perdeden okunan bir şiir gibidir: Dicle yitn ben. Dicle'nin sesi, Tarihın bakışt, insanlığın yüreği, Başlangtam ben, doğumum, varolusum. Cennetm nehrı, Aras'ın kardesi, Zap ve Fırat'm, levrat, încil, Kuran, Adem'tm ben, Ibrahim, Nuh. Tufan'ım, Cudi, Herekol. Beyaz bir güverctn, yeşil bir zeytın yaprağt, dirilis, hayatın yeniden dirilisi. Zaman, dün, bugün, yarın. Zaman aktyor, gidiyor, dünden bugüne Gam, düs, hayal. Zamanın suretlerı, dem, devırle devranın. Yeşil, mavi, sart. Kırmızı, kanın rengı Zamantn rengı, dün, bugün. Güçlü yumusak, hüzünlü şen, yüksek alçak. Sesim ben, rüzgârın sesi. Kartn ve vağmurun, toprak ve yıldmmın Akan altın sarısı yıldızlarla yatıyorum uykuya. Sarı güneş tşıklartyla uyantyorum Mavıyım gökyüzü gıhı, dıngm, duygulıı Yesilim bahar gıbı, âşık, umutlu Cjrıyım ben ta\ gıbı, gamlı, boynu bükük Kırmtzıyırn toprak gıbı, kırık, yaralı Üzüntüyüm ben, ölunı, Botan ahalıunın alntnda yazılı. Mullulııjlum ben, hayal, Mezopotamyanın toprağında doğan liiizıinum ben, hasrct, oaığını terk edenlerın ardına düşlü Sevdayım ben, sevgı yıllardan, aurlardan, insan ve medenıyetlerden artakalan Gemıyım ben, sal, Nııh'ıın, Keso'nun Selahaitın, Ezizan, Mtro Cudıden Nınova'ya, Babıl'e, Basra'ya doğru Ülke ülke, halk halk, dıl dil. Dem dem Leşker, kılıç, ok, kalkan. At, davar, sürü Tütün, zeytin, ıpek İnsan, insan, insan Savaş, kavga, yangm, ytkını. Küskün, tedırgtn, şaşkın, kuşkulu, yüreği kırık, yıktk, yıtık, ölü. Dıc/e'yım ben, dilsızlerın dılı, \essizlerin sesi. tnsanların sesi ruhlarıdır, seslerinden ruhlarının haritasını tanıyabilir, içlerinden geçenleri keşfedebilir, duygu ve düşüncelerini okuyabilirsiniz. Ancak o kutlu Newroz gününde bunu yapmak mümkün değildi, çünkü sesler sayısız, insanlar yığınla, hareket durmak bilmiyordu. Her yerden karmaşık sesler yükseliyordu. Her sokak, köşe ve meydanda halaylar tutulmuş, kaval, tambur sesleri duyuluyor, delikanlı ve kızlar durmadan halay çekiyordu. (s. 75) YÜREK YANMAYINCA Nasıl da güzel anlatıyor dengebej. Coşkulu, ezgili bir türkü tadında Dicle'nin Yakarışı demiş yapıtına, Dicle'nin Isyanı da diyebilirdi, Dicle'nin Tarihi de Dicle'nin Haykırışı da diyebilirdi yazar; ama dizelere dökmüş yazar, isyanını. Dengebej, 'Sevgili dinleyenler, yürek yanmayıncaya kadar gözler yaş dökmez.' diye sürdürüyor ve ağaçlardan söz ediyor. Dut ağacının sesi, ağaç sesleri arasında bir ayrım yapılacaksa eğer, çınar ağacının veya nar ağacının sesinden farklıdır. Kadim Cudi'nin sesine benzeyen yüzyıllık çınar ağacının sesi, uzak ve dcrinden gelir. Nar ağacının sesi, bahar aylarında yeryüzüne çıkmış, incecik akan bir suyun sesine benzer. Dut ağacının sesi ise görkemlidir, süslüdür, içinde hayatın seslerini banndıran gebe toprağın sesine benzer. Cizîra Botan ülkesi ağaç, koru ve ormanlarla doludur, her çeşit ağaç, her çeşit yeşillik boldur. Hangi ağacı istersen altında oturabilir, hangisine istersen tırmanabilirsin, keyfine kalmış. (s. 147) Böylece uzayıp giden bu tatlı anlatımı bize sunan değerli yazarla elbette bir gün yüz yüze de görüşürüz; gün ola harman ola. Fırat'ın İsyanındanDicle'nin YakarışınaKızılırmak'ın AğıtındanYeşilırmak'ın DestanınaSeyhan'ınCeyhan'ınSakarya'nınMendereslerin kim bilir daha nice ırmakların, çayların, toprakların, güllerin üzerine destanlar öyküler yakılıp söylenecektir. Eline sağlık usta, nice yeni romanlarda buluşmak üzere... • Dicle'nin Yakarışı/ Mehmet Uzun/ Çeviren: Muhsin Kızılkaya/ Gendaş Yay./ Istanbul, 2002 K İ T A P '^^tğti^ O Zekİ BÜYÜKTANIR I nsanlık ağacı sosyal, kültürel, toplumsal meyveler yetiştirinceye kadar nice aşamalar geçirmiş. Bin yılları katlamış bugiinlere uîaşabilmek için. Bugün de durulmuş değü. Bugün bir yerlere gelmenin hesabını yaparken bu kez de bir geriye gidiş yapısı içinde tehlikeli bir hırs ve bencillik tohumlan dalamış toplumları. Bu asalak oluşumlar insanlığın gelişimini kötüye yöneltmiş. Bugün bu çırpınış içinde bocalayıp duruyor toplumlar. Bir yanda usa sığmayan; yazarların, öykücülerin bile hayal gücünü zorlayan lüks, konfor, varlık içinde yüzen bir avuç çıkarcı varsıl yanmda milyarlarca insan mağara dönemini arayan sıkıntılar içinde aç açık çırpınıyor. Hem de lüks içinde yüzen bu azınlığın zincirsiz kölesi olarak. Üstüne üstlük bir de yine bu lüks içinde yaşayanların sarstığı sosyal yapı yüzünden gelişmemiş toplurnlardaki kargaşadan doğan terör, savaş bütün toplumların gözünü korkutmaktadır. Nerdeyse insanlık o, herkesin bildiği Adem'in oğulları Habil ile Kabil'in kavgası dönemini arayacak. Yine de umut ışığı sızıyor bir yerlerden. Nastl ki insanlık o içgüdülerinden kurtulup bilinçlenmeye yönelmiş, magarasında bile bir gelişim gösterebilmiş, sanata yönelmiş, çizmiş, resimlemiş ve bunu bir de konuşma yetisiyle kanıtlamış, öyleyse bir umut ışığı var. Bu kadar uzun başlangıç, okuduğum destansı bir romanın konusuna değinmek içindi. Mehmet Uzun'un 'Dicle'nin Yakarışı' adlı oylumlu birinci kitabı ile 'Dicle'nin Sürgünleri' adlı ikinci kitabını okudum. Ikisi de SAYFA 10 C U M H U R İ Y E T SA YI 7 40
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle