28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MURAT BELGE erna Moran'ın kariyeri üzerine sık sık düşünmüşümdür. "Kariyer" derken, ne zaman ve nasıl doçent oldu, profesör oldu gibi bir şeyi kastetmiyorum elbette. Berna Moran'ın "Kariyer"i aslında hayatıdır. Bu hayat edebiyata adanmıştı. Ama "Edebiyat" da, içine her şeyi alan, neredeyse hayatın kendisi kadar büyük bir şey. Dolayısıyla Berna Moran'ın hayatında, edebiyatta olan her şey vardı. "Ingiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü"... Berna Bev buradan bütün Batı edebiyatına ve eJebiyat (sanat) eleştirisi dünyasına girdi. Genç yaşlarındayken, bugün bize epey "dıdısının dıdısı" görünecek konularda bazı akademik yazılar vazdı ve bunları uluslararası akademik dergilerdeyayımladı. Erken yaşlarında yazdığı tezler 17. yüzyıl ve John Donne üzerine idi. Berna Bey'in Donne ve çağdaşlarının akılla duyguyıı özel bir biçimcfe bir araya getiren şiirlerinden yalnız estetik bir zevk almadığını, bu birlikteliği kendisi için bir yaşama ilkesi haline getirdiğini düşünüyorum. Sonra tııhaf bir şey yaptı ve bir bibliyografya hazırladı: Türklerle îlgili Ingilizce Yayınlar. 1969'da basılan bu çalışmayla sanki Türkiye'ye doğru yola çıkıyordu. Daha once, Tiirk edebiyatı üstune, sadece bir tane önemli yazı yazmıştı: "Orhan Veli'nin 'Yol Tıırküleri'nde Ton Değişiklilderi". Altmışların ortalarında, daha sonra Edebiyat Kuramları ve Eleştiri'yi oluşturacak vazılarını Yeni Dergi'de yayımlamaya başlamıştı. Onun kitap olması 1972'yi buldu. Türünde, Türkçe yazılmış tek kitaptır bu. Ayrıca, çok iyi yazılmış bir kitap olduğu için, dünyadaki benzeri kitapları çevirmeye de gerek bırakmamıştır. Burada Berna Bey çok iyi bildiği bir konuyu noktalamış oldu. Aslında bu tam bir nokta koyma olamadı, çünkü yeni baskılara, "feminist eleştiri" gibi, dünya literatürüne yeni giren konuları da ekliyordu. Ama bu kitabın teoriyle ve yöntemle ilgili kısmını bitirmiş oldu. Söyjeyeceğini soyledı. B Edebiyata adanmış bip vasam Hayatı boyunca Batı, ama öncellkle Inglllz Edeblvatı lle Türklye arasında llglnç bir ill$kl kuran ve yürüten Berna Moran bu alanda da bir öncuydu Altmışların sonlarına doğru, bu kıta bın bölümleri haline geleceK yazılarının yanısıra bazı Türk romanları üstüne yazmaya girişti. Matmazel Noraliya nın Koltuğu üstüne yazısı yanılmıyorsam bunların ilkiydi. Sonra Hüseyin Rahmi, Halit Ziya vb. üstüne yeni yazılar geldi. Bu tarihlerde Yeni Dergi kapanmıştı. Romanlar üstüne yazılarının çoğu Biri kim'de yayımlandı. Böylece Berna Moran uygulamaya geçmişti,; Edebiyat Kuramları'nda anlattığı çeşitli yöntemlerden çıkardığı kendi yapısına uygıın eleştirel yöntemle (ve edebiyat bilgıleriyle) Türkiye'nin roman geleneğini incelemeye başladı. Yöntemini bılinçli olarak biraz eklektik tutmuştu, çünkü sanat veedebiyatın tek bir açıklama tarzına sığmayacak kadar zengin ve karışık olduğuna inanırdı. Her esereaynı (tek) yöntemle yaklaşmaktansa, her eserin ortaya attığı sorulara en iyi uyan yöntemlerle yaklaşmayı tercih edV yordu. Biryanda, çok "deklare" olmayan bir Marksizm vardı; I.A. Richards sonrası gelişen esere yakından bakma disiplinini hiçbir zaman elden bırakmadı. Gene Wayne Booth sonrası roman eleştirisinin vazgeçilmez avandanlığı haline gelen "anlatıcı"nın yerini, tarzını vb. tespit etmeyi de hiç ihmal etmedi. Sonunda Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış'ın üç cildi de tamamlandı. Üçüncü ciitte konuyu bugüne getirmişti. "Kariyer" derken işte bu çok derli toplu, içinden derinlemesine tutarlı gidişatı kastediyorum. Bu üç ciltlik eserin birinci cildi 1983'de yayımlandı (ama kitabı oluşturan yazılardan bazıları, hatta birçoğu, daha yetmişlerde yazılmıştı). O ydlarda, CUMHURİYET KİTAP SAYI 632 Tıirkiye nln poman geleneğl "ulusdevlet" kavramı ve Cumhuriyet'in ya da Cumhuriyet öncesinin bu kavram çevresinde tarihi bizler için birinci derecede öncelikli bir teorik araştırma nesnesi değildi. Ulusdevletle ilgili konular Türkiye'de olduğu kadar dünyada da, şimdiki gibi ısınmamıştı. Sözgelişi, biz daha PKK sürecini hayal edecek durumda değildik ve Benedict Anderson henüz "Hayal Edilen Tbplumlar"ı yazmamıştı. Ama 1989'dan sonra bunlar ve benzeri konular gündemimizi belki biraz da hoyratça değiştirdi; başka konuları kovalayarak oraya yerleşti. Bunu uzatarak anlatıyorum, çünkü Berna Moran'ın Türkıye'dc romanı incelemeye başladığı ilk ciitte, o zaman dikkat edilen konular olmadığı halde, bu alanla ilgili pek çok ciddi tespit var. iyi yazılmış bir kitabın, öncelikle açılmak üzere yola çıktığı şeylerin yanısıra, bılinçli olarak bir açıklama getirmeyi amaçlamadığı konularda bile ne kadar aydınlatıcı olabildiğini söylemek istiyorum. "Alafranga Züppeden Alafranga Haine" başlığını taşıyan bölüm, bugün onu okuyana ilk yazıldığı zamanda okuyana göründüğünden daha zengin görünebüir. Tarihimizin bu gerilerde kalmış savfalarını gereğince sindirmeden çevirmiş ve başka sayfalara geçtiğimize inanmıştık. Ama 1989'da çevremizde düşen ya da yırtılan perdelerden görülen manzaralar, bizim de bütün bir on yılımız (198090), o sindirilmemiş sayfalara geri dönmemizi gerektirdi. Doksan ile ikibin arasını ulusdevlet, "ulusal egemenlik", "ulusal kimlik" gibi sorunları tartışarak ama herhangi bir çözüme ulaşmaksızın geçirdik. Halen de durduğumuz yer, bu nokta. Batı'dan öğrenilen roman tarzında eser verme çabası, geçen yüzyılın son çeyreğine girerken başlamıştı. Berna Moran, Namık Kemal ve Ahmet Mithat Efendi'den Nabizade ve Recaizade'ye, bu "genç" romancı "yaşlı" Osmanlıları ele aıır. Ve Batı'da romanın doğduğu kaynaklarda bu erken çabalarda görülen kaynakları karşılastırır. "Fransız ' romanını taklit ile başlavan bu yazılarımız, Batı romanının tıpferini ve kalıplarını mı kullandılar?' sorusunu sorar. Cevap, kullanmadıklarından çok, kullanamadıklarıdır Sorıın sadece külturlerin, top lumsal ortamların farklı olmasıyla sınırlı değildir. Taklit etmemek gibi bilinçlı bir tavır da da söz konusıı değildir. Sorun bu dönemdeki Osmanlı yazarının evrensel düzeyde bir romanı henüz kurgulayabilecek bir durumda olmamasıdır. Hançerli Hanım gibi masalların ötesine geçememiştir. Onun için bütün bu "romanlar", hemen, ne kişilerin, ne de olayların gerçek olduğu bir ahlaki masala dönüşmektedir. Aynı zamanda propagandist bir özellikleri vardır. Roman, bu görüşlerini topluma sunmak için kullanmak zorunda oldukları bir araçtır. Berna Moran buna iki örnek (Emin Nihat ile Mizancı Murat) gösterdikten sonra, şöyle der; "Mizancı Murat'ın amacı da Mansur Bey'in zihinsel gerçekliğinı sergilemek değil, okuru befli bir yönde etkılemek. Ayrıca, alıntıladığımız her iki parçada da kııllanılan dil roman kişisinin kendine özgü dili değil yazarın dilidir." Dolayısıyla bu "erken roman", her ne kadar Namık Kemal veva Şemsettin Sami gibi yazarların "şark anlatısı"na yönelttikleri eleştirinin bir sonucu ortaya çıksa da, propagandıst masal düzeyinin ötesine geçilmez (geçebildiği istisnai durumları da tespit ediyor Berna Moran). Kitabın ilk bölümünde anlatıldığı gibi Türk romanı, "Batılılaşma Sorunsalı" içinde doğmuştur, ama ilk romanların hemen hemen hepsinin ortak teması "Alafranga Züppe' dir. Boylece 19. yüzyıl boyunca "büyük kültür" arasındaki mesafe açılırken, 'büyuk kültur'ün kendisi bir kültür çıkmazı ıçine düşmüş ve meydana gelen değer kargaşası toplumumuzun belirgin Dİr özelliği halini almıştı. Aydın sınıfın kendi de bu değerler arasında bir denge bulmada bocalar hale gelmişti; ne tam olarak Batı değerlerini kabul edebiliyor ne de eski değerlerle yetinebiliyordu Bu durumun bugün de değiştiğini söyleyemiyoruz. Romanın kendisi başladığı yerde durmadı. O zamandan bu zamana dünya çapında birçok yazar yetişti. Ama toplum ve bir kısım seçkinleri bu kadar çabuk davranmadı. Berna Moran, çok uzun uzadıya olmamakla birlikte, Türkiye'de başlayan romanı Batı'daki bazı arketipler veya temalarla karşılastırır. Onun yapmadığı bir şeyi, bu lconuda hepimiz aynı bilgi eksİKİiğinden muzdarip olduğumuz için, hâlâ yapabilmiş değiliz: kendimizi yakın çevremizdekilerlekarşdaştırmak.,. ilk Yunan romanları nasıl şeylerdi? ilk Bulgar romanları neye benziyordu? Bunların da öyle "doğııştan Batılı" olduğunu sanmıyorum. Ayrıca, doğum tarihlerinin de bizdekinden çok eski olması için neden yok. Ulusdevlet, kendisi ve ideolojisiyle, 19. yüzyıla özgü bir fenomendir. Şimdi, yırmincidenİJİr sonrakin'e geçmisten yaşamaya başladıklarımız, 1800'lerae olanları bu bilgilerüı ışığında yeniden gözden geçirmeye davet ediyor. Tabii büyük güçlük dil sorunu. Bütün bu ruhsal edebiyatları kim okuyacak? Muhtemelen, bir ulusal edebiyat açısından en can alıcı sayılacak kitaplar, "kötü edebiyat" oldukları için çevrilmemişlerdir de. Bu zorluğu aşmak için ne yapılabilir, pek düşünemiyorum... Bir çare, bazı ortak calışmalar yürütmek olabilir. ilk ağızda Balkan edebiyatlarına değindim ama şüphesiz onunla sınırlı değil bu; Ortadoğu'nun incelenmesinden de ilginç sonuçlar çıkacaktır mutlaka. Bu gibi konular, geniş anlamında "Karşuaştırmalı Edebiyat"ın ve "Kültürel Incelemeler" gibi disiplinlerin alanı içine giriyor. Hayatı boyunca Batı, ama öncellkle Ingiliz Edebiyatı ile Türkiye arasında üginç bir ilişki kuran ve yürüten Berna Moran bu alanda da bir öncüydü. • SAYFA 7 Yakm çevremfzdekiler Başka sayfalar Berna Moran'ın e$l Tatyana Moran
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle