Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 *" lu romanı" adlandırmasını kullanır. Ikinci dönem Türk romanı diye genelleyebileceğimiz bıı romanlann birleştikleri nokta, " toplumsal yapıdan kaynaklanan haksız bir düzenin yol açtığı az çok ortak bir sorunsalı konu edinmiş olmaları"dır.(10) Cumhuriyetin ilk yıllarında tek partili yönetiminin yol açtığı değişim süreci, Türkiye'nin toplumsal bağlamda yeni bir yapılanmaya yol açmış, burjuva sınıhnı yaratma çabaları içinde varsıl toprak sahiplerine ve tiiccar kesime öncelik ve ayncalık veren siyasal tutum, sınıfsal ayrışmalara neden olmıış, bu ayrışma, yürütulen politikaların köylüyü ve yoksul kesimleri baskı altına sokan niteliği ile sınıf çatışmalarını da birlikte getirmiştir. Çok partüi dönemde ise Demokrat Parti'nin benimsediği geriye dönük, baskıcı tutum, kapitaÜzme ve emperyalizme verilen ödünler, Kurtuluş Savaşı'nda kazanılanların yitirilmesi sürecinegidilmesi, demokrasinin geliştirileceği yerde baltalanması, sınıfsal eşitsizliğin yol açtığı uçurumu derinleştirdi. Türkiye'nin toplumsal sorunsalı bu yöndeyoğunlaşırken, romanın bu süreçten etkilenmesi kaçınılmazdı. Ikinci dönem Türk romanında işlenen sorunsal sınıflar arası çatışma ve sınıfsal eşitsizliğin yol açtığı sorunlar, ezen ve ezilen kavgası oldıığundan, romanın kurgusal paradigması da bu gerçekliği yansıtır. Romanın geleneksel yapısının temel taşlarından biri olan, karakterin ve koşulların değişimi öğesi ise, ana hatlarına bakıldığında, yoksulluktan varsıllıCUNEYT AKALIN 1 ğa doğru bir çizgide gelişir. Moran'ın dediği gibi, en Deürgin değişim eylemin öne çıkmasında görülür. Âncak, burjuva düzeninin kurumları işlevlerini gerektiği gibi yerine getirmediğinde, haksızlık ve kaos norm haline geldiğinde, ezilenin utkusunu yansıtmak isteyen yazar, romanına burjuva kalıplarının dışında bir temel aramak zorundadır. Toplumun düzen sağlayıcı yaptırımları anlamlarını yitirdiğinde, kaos üstünlük kazandığında, kanramanın hakça düzeni kendi başına, bileğinin gücüyle yerleştirmesi gerekir. Eylem, yasal vollar işlerliğini yitirdiğinde, şiddeti de içerir. Roman, "uygarhğın", burjuva yazınının gerektirdiği kalıplardan sıyrılırken, kıırmaca, köklerine, geleneklerine başvurmak zorunda kalır: Mitosa ve epik geleneğe. Bu dıırumda da eylemin şiddet içermesi kaçınılmazdır. Kahramanın yiğitçe eylemi, yalnızca kendi bireysel yaşamını değil, tüm bir toplumsal "ezilenler" kesimini de olumlu bir biçimde etkiler. Resmi kurtarıcıların olmadığı bir ortamda, kurmaca kahramanı "kurtarıcı" durumuna getirir. Haklılığı, parasal erki, elden gitmekte olan malı, kaçırılan kadını o savunur. Kadının, çatışan karşıt sınıfsal simgelerin elinde bir kazanım öğesi durumuna gelmesi, Batı romanında da örnekleri görülen oldukça evrensel bir boyuttur. Kadın, bu konumuyla hem tüm bir toplumsal sınıfın namusunu ve kimliğini, hem de yumuşak karnını simgeler. Sınıfsal çatışmada, ezen ya da sömürenin ilk saldırı noktasıdır: Sömürülenin, kendi sömürdüğü son öğe, varsılbğının ve varbğının son simgesi de elinden alındığında, öldürücü darbe vurulmuştur. Böylece, kadını, "kadınını", zorbanın elinden almak, romanın epik kahramanının etkinliğini ve erkini kanıtlamakta en güçlü sflahı olur. Berna Moran'ın "Anadolu romanı" olarak sınıflandırdığı roman, toplumsaJ bir sorunu ve durumu irdeledığinden gerçekçi romandır. Ancak, yazarının sorunsala yaklaşımını ve öngördüğü çözümleri yansıttığından, aynı zamanda da idealist ve ütopik öğeler taşır. Burjuva zorbalığının koşulları yazarın ütopisini baltaladığı ölçüde, yazar Batı'da burjuvazinin yarattığı ve biçimlediği bu türün geleneklerinden uzaklaşarak mitosta ve epik düzlemde paradigmalar aramak zorunda kalır. Türk Romanına Ele^tirel Bır Bakı$ //'de Berna Moran, Oğuz Atay ile Yusuf Atılgan'ın yapıtlarını da inceler: "Atay ve Atılgan Anadolu romanından çok farklı özellikleri olan yapıtlar vermişlerdir, ama ortak yanları da vardır. Onun için tehlikesini göze alıp son bir genelleme yaparsak diyebiliriz ki, ikinci dönem romanı, genelde, düzenle uzlaşmayan, isyan ederek toplumun dışına kaçan, czilmiş insanların romanıdır. Ister kıırban ister asi olsunlar, kendilerini toplumdan koruyacak bir sığınağa ihtiyaçları vardır. lnce Memed'ler güvende olmak için dağlara sığınırlar, Zebercet, oteline, Turgut ise durmadan giden trenlere."(ll) Epik boyutlara ulaşamayan, yaratıcısı ütopyada sığınak bulamayan karakter süreldi ve umarsız bir kaçışa gereksinim duyar. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III: Sevgi Soysal'dan Bilge Karasu'ya, Berna Moran'ın ölümünden sonra, Prof. Dr. Nazan Aksoy ve Dr. Oya Berk'in yayına hazırladığı bir yapıt. Burada Moran, 12 Mart sonrası Türk romanını inceler: "...Anadolu romanında gördüğümüz haksız düzene isyan, sömürüye başkaldırı 1960 ve 70 lerin kargaşalı büyük kentlerinde gerçekten yaşanmış ama yapılan eylemlerin, başkaldırı hareketlerinin kendileri değil yenilgiden sonraki aşama yansıtılmıştır romana."(12) Kurtuluş Savaşı'nın verdiği ivme ve umutla, haksızlık ve sömürü egemen olduğunda başkaldırıyı olası bir eylem biçimi olarak görebilen roman yazarı, 12 Mart sonrası bu iyimserliğini yitirir. Köylüyü ezen kesim, etkinliğini artık kente ve aydın kesime başarıyla yöneltmiş, daha önce yerel nitelikli olan sorunsal kenti de kapsayan bir evrensellik kazanmıştır. Berna Moran'ın dediği gibi, sömüren siyasal erk çok kollu bir yaratığa dönüşmüş, bütün kaçış yollarını ele geçirmiştir.(13) Dönemin romanında baş karakterin edilgenliği, kendini bile kurtaracak güçten yoksıın oluşu, devrimci ivmenin ezilmişliğinden ve yazarın ütopyasını yitirişinden kaynaklanır. Orhan Pamuk ve Bilge Karasu gibi yakın dönem romancıların yapıtlarında ise Moran, daha bireye dönük bir yaklaşım bulur. Ideolojik doğruların yitirildiği bir ortamda yazar, kahramanının aradığı gerçekliği ya kişisel ilişkiJer bağlamında, Kılavuz'daki gibi bireysel olgunlaşma B ugiın gibi anımsıyorum. Berna Bey'i sisli bir sonbahar günü Karacaahmet'in kenarındaki ebedi istirahatgâhına koyup ondan ayrıldıktan sonra birkaç dostu ve öğrencisi bir arava gelmiştik. Akla ilk geîen, bir an önce bir anma toplantısı yapmaktı. O hafta sonunda Tarık Zafer lunaya Salonu'nda bir araya gelen sevenlerinin ve dostlarının arasında seçkin sanatçıların, yazarların, hocaların, diplomatların yanı sıra pek çok isimsiz insan da dikkati çekiyordu. Sanıyorum, çoğunluk Berna Bey'in rahlei tedrisinden geçmiş sıradan yurttaşlardaydı, yani öğrencilerinde. Cevat Çapan'ın yönettiği toplantıda Latife Tekin, Orhan Pamuk, Murat Belge, Sibel Irzık artık aramızda olmayan Berna Bey'i çeşitli yönleri ile anlatmışlardı bizlere. Çok içten, candan bir toplantı olmuştu. O toplantıda ilk sıranın köşesinde oturan ve konuşmaları büyük bir dikkatle dinleyen, katıldığı düşünceleri başının belirgin hareketleri ile onayladığını gösteren, onaylamadığı (ya da açıkça onay vermediği) düşünceleri ise renk vermeden geçiştiren eşi sevgili Tatyana Moran hâlâ aramızda. Tatyana'nın hemen yanında oturan, konuşmaları her zamanki dikkat ve ciddiyeti ile izleyen Mîna Urgan ise artık aramızda değil. O toplantının kayıtlarını tutmayı o gün akıl edememiştik. Yıllar sonra Berna Bey'i anmak için neler yapabileceğimizi düşünürken o toplantı geldi aklımıza. O gün sözlerde andığımız Berna Bey'i, bu Kez yazılarla, çoğu kendi yetiştirdiği öğrencüeri olan yalunlarının yazılarıyla anıyoruz. Bu kez Sibel Irzık, Latife Tekin yok aramızda ama Prof. Jale Parla ile Prof. Zeynep Ergun var. Amaç, genç sayılabilecek bir yaşta, en verimli çağında yitirdiğimiz, yıfların birikimini art arda kâğıda dökmüş olan bir hocayı, bir büyüğü, bir dostu bir kez daha sevgiyle, özlemle anmak... Keşke Berna Bey'in ölümünden hemen sonra daha kalıcı bir örgütlenmeye gidebilseydik... Adını, anısını daha iyi yaşatabilseydik... Gürültüpatırtıdan hoşlanmayan alçakgönüllü Istanbul efendisi, süzülüp Bu Dünyadan Berna Moran da Geçti gitti öteki dünyaya... Konusunun uzmanı ünlü bu kadar kişi arasında, ben de bir komşusu ve dostu sıfatıyla, yakınlarının, dostlarının duygularını yansıtmak üzere bu satırları yazmaya kalkıştım. Bunlar yazılmasaydı, eksik kalırdı. Berna Bey, kanımca, salt, eleştiri yapıtlarıyla, Türk edebiyatına katkılarıyla anılamaz. Aslolan yaşamsa, bunun kahramanını salt düşünselyazınsal çalışmaları ile anmak, o insana sevgide, saygıda kusur etmek değil midir? Yaşamı seven, insanları seven ve sayan, çevresine güven ve dostluk duyguları yayan, yaşamının her dakikasını büyük bir dikkatle, özenle yaşanmış bir bilge kişiyi tanımayanlara tanıtmak hiç de öyle kolay değil. îlk kez bir üniversite öğrencisi iken ayak bastığım Moda'daki evlerinde BernaTatyana Moran çiftinin gösterdiği sıcak konukseverliğin şahsımla ilgili olmadığını, konjonktürel hiç olmadığını zaman içinde anladım. BernaTatyana Moran çifti evlerine gelenleri, ibadetimsi bir sıcaklık ve dostlukla konuk ediyorlardı. En ufak bir yapmacık yoktu davranışlarında... Duvarfarı kaplayan, tavana kadar yükselen cilt cilt kitapların sarmaladığı ev ortamı, en ciddi tartışmalardan en sıradan, en insani konulara kadar her türlü görüş ahşverişine tanık oluyor, tadına doyum olmaz söyleşiler saatlerce sürüyordu. Onda gözlemlediğım kımı o/ellikleri üzerinde çok düşündüm. Aklında kalan bir ikisini say derseniz, engin bir hoşgörü ve insanlara saygı, karşılığını veririm. Mîna Hanım anlatırdı: Berna Bey gibi kibar, yakışıklı bir hocanın, Ingiliz Filolojisi gibi yüzlerce genç kızın buîunduğu bir bölümde koridorda görünmesi bile bir olay olurmuş. Derslerine özenle hazırlanan Berna Bey'in dersleri pek keyifli geçermiş. Bu dünyadan bir Berna Moran geçti. Asistanlığında Nâzım için imza toplayan, gericilikten hiç hoşlanmayan, ilerici rotasından hiç şaşmayan, gönlünde tüm insanlar için bir yer ayırabilen Berna Moran, bu toprakların insanıydı. Batı ve özellikle Ingiliz edebiyatı ile kültürümüz arasında kocaman, upuzun bir köprü kuran bu güzel insan, meslektaşları Ahmet Hamdi Tanpınar gibi, Halide Edip Adıvar gibi, Mîna Urgan gibi bu topraklara ait olmanın keyfini ve gururunu dostlarıyla paylaştı. Berna Bey, hayatına girdiği tüm insanlar gibi benimyaşamımı da güzelleştirdi, renklendirdı, zenginleştirdi. Geride bıraktığı kitaplarıyla, çalışmaları ile avunuyoruz, ama o sıcaklığı, o gülümsemeyi öyle arıyoruz ki..." SAYFA S Hoşgörü ve Insanlara saygı Sevgiyle, özlemle anmak... Bu dünyadan bir Berna Moran geçtl. Asistanlığında Nâzım İçin Imza toplayan, gertcillkten hlc hoslanmayan. llerlci rotasından hlç $a$mayan, gönlünde tüm Insanlar İçin bir yer ayırabllen Berna Moran, bu toprakların insanıydı. CUMHURİYET KİTAP SAYI 632