28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

da, ya da Kara Kıtap örneğinde olduğu gibi, kurmacanın kendisinde, metinlerarası göndermelerle en azından yazınsal bir bütünlükte bıılacaktır. Biitün dayanak noktalarının yitirildiği, ütopyaların yok olduğu, kaosun norm haline geldiği bir dünyada birey umarsız bir kaçı§ içine çekilmektedir. Derli toDlu roman deierlendirmesi ORHAN PAMUK * Eleştirel ve billmsel bakış Berna Moran Türk Romamna Eleştirel Bir Bakış yapıtırn yazalı aradan on yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına karşın, bugün yazılan yapıtlara baktığımızda, onun belirttiği parametrelerin geçerliliğini, dikkatimizi çektiği gelişim sürecinin, onun gösterdiği biçimde sürmekte olduğunu görürüz. Örneğin, Orhan Pamuk'un yarattığı karakterler toplumun ve gerçeğin arayışında da olsalar, kaçış yollarını ve sığınaklarını kimi zaman "durmadan giden" otobüslerde, kimi zaman küçültülmüş, tek boyuta indirgenmiş minyatürlerde, Doğu sanatında bulurlar. Berna Moran'ın Türk Romamna Eleştirel Bir Bakış'ta bize sunduğu eleştirel bakış açısı ve kullandığı yöntem, ervensel ve bilimsel olduğundan, ele almadığı, alamadığı metinler için de geçerliliğini korur. Bunu yaparken de Türkiye'de romanın gelişimini, yazarların sorunsala, zamana ve koşullara koşut bir biçimde değişen eğilişlerini, kurgunun, tiplemenin, mekânın ve romanda işlenen çatışma öğesinin kullanımında oluşan değişimi ve gelişimi irdeler. Alışılmış türden, kuru, dıdaktik bir Türk romanı tarihi yazmadan, ya da yazarlar hakkında kişisel dedikodıılara girmeden, incelediği ner metni, hem dış etkilenmelerle ilgili yönleriyle, hem de metne özgü, içsel öğeleri çözümleyici, nesnel, eleştirel ve bilimsel Bir bakış açısıyla sunmasındadır. Türk Romamna Eleştirel Bir Bakış ayrı ayrı bölümler olarak, belirli bir romanı çözümleyerek anlamak için de okunabilir, bütünsel bir yapıt olarak, romanımızın kapsamlı bir açımlamasına varmak için de. Incelemenin bir özelliği, kendi içinde kapalı ve sonlu bir dizge olmaması, okurda yarattığı itici güçle, kendi zamansal sınırlarını aşan esinlenmelere, sonradan yayımlanmış yapıtlara yönelik de yeni düşünüşlere ve izdiişümlere yol açmasıdır. Bilim ve sanat insanı olmanın önkoşullanndan biri de bu tiir bir kalıcılığı yakalamak değil midir? • (*) Prof. Dr. I.Ü., Ingiliz DÜi ve Edebiyatı. (1) Berna Moran, Türk Romamna Eleştirel Bir Baktş I: Ahmet Mithat'tan A II Tanpınar'a, tletişim Yayıncılık, Istanbul, 1983. Türk Romamna Eleştirel Bir Bakış II: Sabahattin Ali'den Yusuf Alılgan'a, tletişim Yayıncılık, Istanbul 1990. Türk Romamna Eleştirel Bir Bakış III. Sevgi Soysal'dan Bılge Karasu'ya, Iletişim Yayıncılık, Istanbul 1994. (2) Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Cem Yayınevi, Istanbul 1978. (3)Bak. ay. y. s. 7 (4) Bak. ay. y. (5) Bu romanlardan Saatleri Ayarlama Enstitüsü 1961 tarihlidir. (6) Berna Moran, Türk Romamna Eleştirel Bir Bakış I Ahmet Mithat'tan A. H. Tanpınar'a, s. 315. (7) Ay. y. s. 318 (8) Ay. y. s. 321 (9) Ay. y. s. 322 (10) Türk Romamna Eleştirel Bir Bakış II: Sabahattin Ali'den Yusuf Atılgan'a, s. 7. (11) Ay. y. s. 243244. Berna Moran'ın konuyu ele alışındaki yenilik, alışılagelmiş. (12) Türk Romamna Eleştirel Bir Baktş III: Sevgi Soysal'dan Bilge Karasu'ya, s. 11. (13) Ay. y. s. 14 SAYFA 6 B erna Moran Türk Romamna Eleştirel Bir Bakış'ta başlangıcından 1950'lere kadar ilk yüzydında Türk romanının temel derdinin Doğu ile Batı arasındaki karşıtlık ya da "Modernleşme" ile "Gelenek" arasındaki değerler çatışması olarak saptadığını kitabı eline almış herkes bilir. Moran'a göre bu karşıtlıktan yola çıkan Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi ya da Peyami Safa gibi belli başlı pek çok romancı, kahramanlarını DoğuBatı konusunda düşüncelerini açıklamak için kullanmışlardır. Bu soruna kafayı takmış olmalan, elbette ki yazarlık güçlerine göre, romancıları bazı kalıp romanlar yazmaya itmiş, bu da onların romanlarının sanatsal ve edebi değerlerinin düşmesine yol açmıştır. Türk romanının bu derli toplu ve şüphesiz en iyi değerlendirmesinde Berna Moran, kalıplarla sonuç almaya çalışan DoğuBatı romanlarının karşısına daha edebi ve daha basarıh bulduğu "ikinci çizgi" romanları çıkarır. Halit ZiyaUşaklıgil'in (Aşkı Memnu), Mehmet Rauf'un (Eylül) ve Halide Edip'in (ilk romanları) en başarılı örneklerini vcrdiği bu anlatılarda Moıan'a göre yazarlar temel kahramanlarına romanlarının anlamını belirleyecek "bir genellik yerine bir bireylik kazandırmak" için uğraşırlar. "Olaylar zincirinin zembereğini karakterlerin kendi kişiliklerinin" oluşturduğu bu romanları, Moran'ın, DoğuBatı romanlarından daha edebi, daha psikolojik ve daha başarılı bulduğunu belirtmeye bile gerek yok. Berna Moran bir Türk romanı tarihi gibi de okunabilecek eleştirel denemelerinin ikinci cildinde ise en iyi ve en ilginç örneklerini Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve Fakir Baykurt'un verdiği "Anadolu romanlan"nıinceler. {Tutunamayanlar bu romanlar arasında bana göre iyice yabancıdır.) Moran bu ikinci dönem yazarlarının "ezen ve ezilen" arasındaki çatışmayı öne çıkararak önceki dönem romancdarından ayrıldığının altını çizer. Oğuz Atay'dan ve Yusuf Atılgan'dan sonraki 19701990'lararası Türk romanlarına acele, kararsız ama anlamak isteyerek bir bakış attığı üçüncü ciltte ise Berna Moran ilk dönem Türk romancılanna verdiği kesin yargılardan uzaktır. Aralarında benim Kara Ki/ap'ın da olduğu bu romanlara yaklaşırken kuvvetli düşüncelerini bir yana bırakması Moran'ı son dönem Türk romanları hakkında yazan eleştirmenler arasında en anlayışlılarından biri yapmıştır. Son yazılarında Berna Moran yeni Türk romanındaki hayal "fantasy" ve kurgu öğelerine ve gelenek ile iiişkiye sevgiyle yaklaşır, dünyadaki "post modern" eğilimleri okuruna duyurur ve yerinde bir sezgiyle iddialı bir genel yargı vermekten kaçınır. Moran'ın baktığı tepeden ve etkilendiği IngiIizAmerikan ve Marksist ve biraz da yapısakı clcştirinin kavramsal gözlıık lerinden görülen manzara budur. Berna Moran'ın Türk romamna attığı bu bakıştan yola çıkarak bakış açımızın ve manzaranın son on beş yılda nasıl değiştiğini gösterebilmek için Berna Moran. yakın dostu Av. Orhan Flruzla. "Anadolu romanlan" karşılaştırmalı bazı gözlemler yapacağım İlk dönem Türk romancıları Doğulu olduklarını, romanın Batılı olduğunu keşfederken fark etmişlerdi. Doğuda Batı kadar onlar için yeni bir şeydı. Bu ilk romancıların Doğu ve Batı konusunda, bu yeni kavramsal oyuncaklar konusunda bu kadar heyecanlı olmalan, onları yeni oyuncaklarıyla büyülenen çocuklara benzetiyor. Büyüleniyordu ama anlamıyorlardı. ilk Türk romanlarında Doğu ve Batı günahlar, yasaklar, suçlar, cezalar ve cennet ve mutluluk vaatleriyle ısıldayan masalsı ülkelerdir... Kötü devlerin, şeytanların, karanlık kuyuların, haramilerin olduğu ülkeden kaçıp (Doğu ya da Batı) sonsuz mutluluğun ışıdığı, âşıklann buluştuğu cennete (Doğu ya da Batı) ulaşmak gerekir. Bu ilk romanların bazıları Doğu ve Batı çatışması gibi modern Avrupa'dan edindikleri dertlere rağmen eski masal dünyalarını içlerinde icorumayı başarmışlardır. Doğu ve Batı'nın en çocuksu bir şekilde ele aldığı roman, asfmda tam bir masal olan Ahmet Mithat'ın Felatun Bey ile Raktm E/endıYıdir. Herkesin bitmek bilmez derdi, "bu topraklara ait olmak", yerel kültür ile heyecanlanmak, onu tam ne yapacağını bilcmemek ama ondan hiç vazgeçememek, en büyük sav olarak yerelliği, Türklüğü ileri sürmek, kahramanlannın inandırıcılığı ve insanlığı ile övünmektense onların yerelliğini vurgulamak, milliyetçilik, toplumculuk, cemaatçilik, 150 yılda "Türkçe" roman yazanlara bir yazma aşkı ve amacı verdiği kadar, okura da yerelliğin kötü bir kader olduğu duygusunu da verdi. Türkçe romanın ilk çocukluk dönemindeki mucize kitap Recaizade Ekrem'in Araba Sevdası. Doğu ve Batı, yerellik ve Avrupa kültürü konusundaki heyecanlanmaların yazarın heyecanlarından kahramanın heyecanlarına doğru yaratıcı ve büvüleyici bir şekilde evrildiği bu harika kitabın sırrı yazarın Batı taklitçisi, züppe kahramanına duyduğu alaycı şefkatin, vazarın Doğu ve Batı konusıınua vermek istediği üerslerden çok daha kuvvetli olmasıdır. Kahramanına duyduğu şefkati, öğretici ve siyasi düşüncelerinden çok daha fazla kalfjinde hissetmesi, bu büyük ve hakiki romancılık erdemi sayesinde Recaizade Ekrem kendi kendine bir "iç monolog" yöntemi de buldıı. Karagöz ve Hacivat'ın mizahından tatlar taşıyan bu an latım yolunun daha sonra eleştirmenlerce "Joyce'dan önce iç monoloğu kullandı" diye övülmesi milliyetçi bir akılsızlık. Öncelikle sorun bir eda, hava, dil sorunudur; gerçek sorunu değil. Doğu ve Batı konusunda romancı Ahmet Mithat gibi tatlı tatlı öğütler veren sevimli bir öğretmen gibi de heyecanlanabilir, sonraları benzer siyasi görüşlerle buyruk verir gibi konuşan Peyami Safa (I'atih Harbiye) gibi de. Gerçeği elde ettiği için buyurgan bir dille konuşan "gerçek" ve "bifim" adına konuştuğu için ders veren "otoriter" ses, (Kemal Tahir'in kendi dilini ve mizahını unuttuğu zamanlar buna iyi bir örnek) aslında Batı'ya yaklaşmaktan çok tek merkezli, devletçi ()smanlı gücüne yaklaşır. Tarihimiz ve romanımız Foucault gibi bir araştırmacının incelemekten hoşlanacağı bilgiiktidarhükmetme odaklarının erkeksi sesiyle yazılmıştır. 150 yılda Türkçe romanın ve romancının serüveni Doğu'nun ve Batı'nın üzerlerinden çocuksu ve ahlakçı öğütler verilecek oyuncaklar olmadığını bize öğrettiği kadar, "psikolojik" dediğimiz romanîarın ya da "ezen ile ezilen" arasındaki çatışmayı anlatırgözüken "Anadolu romanları "nın, DoğuBatı dertlenme lerini ıskalarsa hayatımızın bütünlüğünü de kaçıracağını gösterdi. Belki de en çok go/den kaçırdığımız şey: Romanın, anlatacağı hikâye neyi anlatıyorsa(dünyayı, yazarın hayatını, tasavvurlarını, hayat ve dünya ile ilgili temel bazı bügileri, yazar neyi niyet etmişse onu, okurun en beklemediği şeyi) onu tutkular ve istekler, ya da bunların yokluğu üzerinden atlatmasıdır.Doğu ve Batı konusunda heyecanlanmalar, romanımızın çocukluk yıllannda ve her zaman çocuksu kalan romanımızda tutkuların değil, ahlakın, bilgisizliğin ya da romancının rehberlik etme arzusunun bir uzantısı olması Türkçe romanı derinlikten yoksun bıraktı. Doğu ve Batı'nın hayali, roman kahramanları için değil, romancılarımız için bir tutku kaynağı oldu hep. Büyük fikirlere, yerel kültüre, milliyetçiliğe o kadar yatkın olmasına rağmen Dostoyevski, içimize işleyen büyük romancılar için kanramanların tutkularına yazarın saygı göstermesi gerektiğini gösterdi bize. Gramsci, Foucault ve daha sonraları eleştirel sol post modern düşünceyi etkileyecek Edward Said sayesinde Doğu'nun ve Batı'nın iktidar ilişkilerini yansıtan, hükmetmeyi meşrulaştıran ideolojik tasarımlar olduğunu öğrendik. Amasiyasal hayallerle süslenmiş birer kurgu olmaları Doğu'nun ve Ban'nın hiç olmadığı anlamına gelmiyor. Bugün gene bu kavramlar arasında gezinerek, onlarla düşüp kalkarak yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. "Romanımız", "biz" gibi kelimeler kalemimin ucuna geliverirken onları aldattığımı hissediyorum. Roman artık milli dertleri, milli okur icin, milli bir duyarlılıkla anlatan bir şey olmaktan "bizlerin" hiç de denelimindeolmayangelişmeler sonııcu çıkıyor. Roman lıcr geçen gun bir "üst kültür " ürünü, "seçkinlerin" okuduğu bir sanat olmaya doğru evriliyor. Yalnızca yerel seçkinlere değil, dünyada roman okuyan sınırlı bir kesime seslenen bir sanat. • W Yazar. CUMHURİYET KİTAP SAYI 632 Rehberlik etme arzusu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle