28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

M. MUKADDER YAKUPOGLU O rhan Pamuk, Ahmet Altan'la birlikte ülkcmizdeki roman okuyucularının hemen hemen tamamma hitap eden romanlar yazıyorlar. Başka hiçbir yazarımızın kitabı kısa bir süre içinde 150.000 satmamıştır. Okuyııcu sayısı olarak bu rakamı rahatlıkJa 300.000'e çıkarabiliriz. Buna karşılık 2001 yılının kasım ayında niyasaya çıkan "Varoluş, AhlakveOlüm" adlı kıtabım üç ay içinde ancak 25 adet satabilmiştir. Bir tarafta 150.000 diğer tarafta 25 adet satiş. Her yazar eserinin okunmasını, değerlendirilmesini ve eleştirilmesini ister. Bu isteğin benim açımdan gerçekleşmesi çok zor görünüyor. I latta böyle bir isteğimin olması bile gülünç karşılanabilir. Buna karsılık dünyaca tanınan ve Nobel'e en yakın Türk yazarı olan Orhan Pamuk arzuladığından çok daha fazlasım bulmaktadır. Yazdığı kitapların çok satmasıyla birlikte zafer sarhoşu olan Pamuk kendine duyduğu aşırı giiven sonucu hiç de adına uygun olmayacak düzeydc kitaplar yazıyor olabilir. Belki de tanınmamıs. birinin eserlerini yarattrken gösterdiği özeni ve sabrı göstermiyordur. Ya da kötü kitaplar yazarak okuyucularını aldatıyor veonlann bu kötü kitapları okumak için göstcrdiği çabalarla içtcn içe dalga geçiyordur. Orhan PamıiKiın son romanı "Kar'ı okurken ve notlar alırken içinde bulundu,ğum psikolojik dıırum aşağıyukarı böyleydi. Buna göre bir eleştiri yazılırken yazara karşı duyıılan vt entelektüel ve edebi açıdan hiçbir değeri olmayan duygulardan annmak gerekmektedir. Çünkü söz konusu olan eserdir ve ancak yazarın kendisinden kurtulabilirsek iyi bir elcştiri yapabiliriz. Ama çok satan ve tanınan yazarfar için böyle saf bir eleştiri yapmak çok zordur. Onlar kendilerini o kadar ortaya koymaktadırlar ki eser yazarın gölgesinde kalmaktadır. "Kar" başından kendini ele veren bir roman. Bana hemen 196O'lı yıllarda özellikJe Fransa'da insan bilimlerinde ve felsefede ortaya çıkan bir akımı anımsattı: Bu düşünce akınıı yapısalcılıktı. Bu akım özet olarak insan bilincini merkeze koyan tüm düşünce biçimlerini reddediyorvetüm insanların bilincine yön veren yapılardan söz ediyordu. Bıınun en önemli temsilcileri etnolojideC LevyStrauss, psikana!izdejacques Lacan, Marksizmde Louis Althusser ve felsefede özellikle " Kelimeler ve îjeyler "deki Michelloucalt'ydıı. "Kar'datıpkıyapısalcılıkta olduğu gibi düşünce yapıları insan bilincine hâkim oluyor ve onların tüm davranışlarını önceden belirlenmiş kalıplara sokuyordu. Ka solcu, ateist, laik. Siyasal lslamcıyla konuşmaları bu kavramların belirlediği çerçeveler içinde geçiyor. Kişilerin hayat sürecindeki değişimleri de bu lcalıplan izliyor. Muhtar solcu, devrimci, ateistken, daha sonra siyasal lslamcı ve türbancı oluyor. Herkesin yeri tamamen Türkiye'ye nâkim olan düşünce akımlanna göre belirleniyor ve romanın kahramanları belirli düşünce akımlarının temsilcileri olmaktan öte bir işlevleri olmuyor. Siyasal fanatik bir lslamcı laik, devletçi bir enstitü müdürünü öldürürken aralarında geçen uzun soluklu diyaloglar da hep bu düşünce yapılarına uygun olarak geçiyor ve insanı böyle sınır bir durumda bu kadar kalıplara uygun konuşmaların nasıl yapıldığı konusunaa kuşkuya sokuyor. Ben buyum, ben şuyum gibi tamamen donuk kişilikler varoluş birimlerinin üzerine bir etiket gibi yapıştırdıyor. Ka her yerde herkesin karşısına önceden donuklaştırılmış bir kalıpla çıkıyor. Söylemlerin varlıkların üzerinde kesin bir üstünlüğü var, Pamuk'ta. Bu üstünlük o kadar mutlak ki bir kişinin diğer bir kişiyi öldürmesi bile bir söylemin diğer bir söylemi öldürmesi şeklindc ortaya çıkıyor. Laik söylemle Islami söylem savaşıyor. Bu savaşta kişiler sadece piyonlar ama bunun hiç farkında değiller. Laik devletin polisi tslamcıya işkence eder. Bunun nedeni söylemlcrin uyumsuzluğudur. Aslında Ka ile polisler arasında hiç uyum olmamasına rağmen söylem uyumu Ka'yı işkence görmek tcn kurtanr. Buna karşın Muhtar ıle poüs Orhan Pamuk, Yapısalcılık ve Ecinniler ler arasında uyum olmasına rağmen (ikisi de inançlı Müslümanlardır) devletin söylemiyle tslami söylemin karşıtlığı nedeniyle Muhtar işkence görür. (îörüldüğü üzere romanda çıldırtıcı bir ortam vardır. Artık varoluş yoktur ve siyasi düşünceler bütün alanı kaplamışlardır. Iste bu yapısalcıların sözünii ettiği insanın ölümüdür. Romanda bireysel varoluşun söylemine rastlamıyoruz. lşte bu olgu bu romanın kahramanının adını aldıgı Kafka'nın "üava" adlı romanıyla olan temel çelişkisini ortaya çıkarmaktadır. "Dava "dasiyasaJ söylemle bireysel varoluş söylemi karşı karşıya gelir ve aralannda öfümcül bir savaş başlar. Bu savaş bireysel varoluşun yaşamı reddederek kendi sonsuzluğuna geri dönmesiyle sonuçlanır. Pamuk'un Ka'sı ise bütün söylemlerle savaşma yerine uzlaşma yöntemini arayarak söylemsizleşir ve böylece varoluşunu kaybeder. Ka siyasal söylemini yitirmesine karsın kar sayesinde metafiziksel bir söyleme kavuşur. Romanın 213. sayfasında bir ansiklopediden alınan bir bölümde kar şu şekilde tanımlanmıştır: "Ccrıclliklealtıgcn bir hiçimı olan güzcl kmtal yddtzaklar balırh dcdir. i hrkristallanesinin kendineözgü altıgen yapısı vardır... ilk olarak tsvecin Uppsala kentinde 1555ydınd<ıpapaz OLııs Magnus her kar tanesinin kcndine özgii altıgen bir yapısı olduğu..." Ka karın bu altıgen biçimini metafiziğini belirleyen bir şema olarak almış ve kcndisine vaniy olarak gelen şiirleri bu altıgen yapıya yerleştirmiştir. Ka nın arkadaşı romancı Orhan bu şemayı Ka'nın bir detterini karıştınrken bulur. Romanın 261. sayfasında yer alan bu şemaya baktığımızda Ka'nın psişik yapısının üç ana ekseni olduğunu görüyoruz: 1 lafıza, Mantık ve Hayal. Bu şcma Lacan'ın yapısalcı şemalarım anımsatmaktadır. Aradaki fark Pamuk'un şemasının psikolojik ve Lacan'ın şemasının bilinçaltının dilsel yapısını ortaya koyan psikanalitik bir şema olmasıdır. Burada da Pamuk'un mctafiziğinin de geometrik ve yapısal özellikler taşıdığını görüyoruz. Böylece her kar tanesi Ka'nın Allah inancını arttırmakta, çünkü kar yağışının her şiddetlenmesinde Ka'ya şiir biçiminde yeni bir vahiy gelmektedir: "Kar tant'lcriniıı ansiklopedidcn okudug'u çocuksu altıgen yapnım kendisine kâr taneleri gibi tcker teker gelen siirlerin ahcngine benzetti. Şiirlerin hepsinin daha derindeki bir anlama işaret etmesi gerektiginı o an düşünmü$tü." (s. 263) Ne yazık ki yazar şair olmadığı için(!) bu şiirlerden hiçbirini yazmadığı veya yazamadığından okuyucu bu şiirlerin gerçekten altıgen bir yapıyı oluşturup oluşturamadığını ve de aralarında derin Dİr ahengin ve ortak bir anlamın olııp olmadığını görme fırsatına kavuşamıyor. Bence yazarın en büyük lıatası şiirlerin çok önemi olduğu bir romanı şiirsiz bırakmasıdır. Bu belki de büyük bir işi kısa sürede yapmaya çalışmasından kaynaklanmaktadır. CJrhan Pamuk gerçekten ilginç bir roman konusu ve olay örgüsü yakalamış olmasına karşın meşhur olmanın etkisiyle oir an önce ortaya çıkinak istemiştir. Canetti veya Musil'i kencıine örnek alarak bu roman üzerinde çok daha geniş bir zaman dilimini kullanarak çalışsaydı belki de ülkemizde ilk defa entelektüel açıdan doyurucu olan bir romanla karşılaşacaktık. Ama medyanın ve yayın dünyasının açgözlülüğüne yenilen Pamuk bu işi aceleye getiriyor ve romanın her tarafına gerekli, gereksiz bir sürü diyalog serpiştiriyor. Roman boyıınca insanın sabrını taşıran kahplaşmış tartışmalar sanki hiç bitmeyecek gibitlir. Bu diyalogların kupkuru, şematik ve edebi değerden tamamen yoksun olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunaörnek olarak romanın "Ârabulucu" başlıklı 34. bölümünü gösterebiliriz. Ka ile Kafiye arasındaki başmı açma ve Türk erkeği zihniyeti konusundaki diyaloglar; bunu büyük romancımızın yazmış olmasını yalnızca ülkemizdeki eleştiri eksikliöine, güçlü olanı beğenme şeklindeki feodal anlayışına güvenilmesi olarak değerlendiriyorum. Pamuk, öyle bir gücüm var ki ben her şeyi edebiyat, roman diye yuttururum bu oyunculara demiştir. (jörüşlerimi kanıtlamak için sizi sıkacağını, bezdireceğini bildiğim şu diyaloglara yer vermek istiyorum. "/ layır. Lacivert ölümden kurtulmak için senin başını cıçıyormuş gibi yapmanı kahul edecek kadar aktllı, manlıklı bıridir, bunu sen de biliyorsun. Kabul edemtycceSi şey, önce kendisine degjl, sana sorulmasıaır." "Ama bu yalnızca siyasal hir konu delil, aynı zamanda benimle ilgili kisisel bir konu. Lacivert bunu anlar." "Anlasa da ilk kendisinin söz sahibi olmak isteyeceg'ini sen de biliyorsun Kadife. O bir Türk erkcğj. Üstelik de siyasal lslamcı. Ona gidip sen serbest kaldiye Kadife başını açmaya karar verdi, diyemem. Karart kendisinin verdiiini düşünmeli. Senin peruk takacag'ın tahiyyeli, televizyon montajlı o ara cözümü de ona açacaSım. Senin onurunu kurtaracag'ına, bunun bir çö'ziim olduğ"una hemen kendini inandıracaktır. Senin numara kahul elmez onur anlayışınla onun pratik onur anlayışımn uyusmadıh o karanlık bölgelerıgözünün önünde canlandırmak bile istcmeyecektir. Bastm açarsan, dürüstçc, numarasız açacagım da işitmek istemez hiç." "Lacivert'i kıskanıyorsun, ondan nefret ediyorsun" dedi Kadife. "Onu bir insan olarak görmek istemiyonun. Halıhlaşmamışlan ilkel, ahlaksız, aşag'ı bir sınıf olarak görüp dayakla adam elmeyı kuran laikler gibisin. Benim Lacivert'/ kurlarmak için asken güce boyun cg'mem nıutlu ellı sctıı Bu ahlaksız mutlulug'unu gizleyemiyorsun bile." Bir nefret belirdi gözlerinde "Madem bu konuda önce Lacivert karar vermeliymıs, bir has • ka lürk erkeg'iolan sen, Sunay dan soııra niye doğrudan İMcivert e gitmedın de önce bana geldin, söyleyeyım tni? Çünkü henım kendi rızamla boyun eidig'imi görmek ıstiyordun önce. Bu da korklug'un \Mciverl karşısında sana bir üstünlük vereceklı." "Ijicivert'ten korktug'um dog"ru. Ama diğer dediklenn haksız Kadife. Önce \MCIvert 'e gidıp onun basıııı açman gerektiği yolundaki karannı sana bir emir gibi gettneydim sen bu karara uymazdtn." Anlatım bozukJuldarıyla dopdolu olan bu diyaloglar insanı sıkıyor, boğuyor, bezdiriyor. Ne kadar zorlama olduğu ve ruhsuzca ve sıkıntiyla yazıldjğı belü olan bu satırlar herhalde dünya çapındaki yazarımız için hiç de hoş değil. Temel tartışma ateist laikle siyasal lslamcı arasındadır. Romanın kahramanı ateist solcu Ka kar yağışına baktığı her defa Allah'a inanma eğılimi içine girer: "Kar bana Allah'ı hatırlatıyor" (s. 86) "Kar bana Allah'ı hatırlatmıştı" dedi Ka. "Bu âlemin ne kadar esrarengiz ve güzel ol duğunu, yasamantn aslında bir mulluluk olduğunu hatırlatmtştı kar " (s. 99) Karın bu mucizeyi nasıl sağladığını hiç öğrenemediğimiz ve bu mucizenin nasıl gerçekleştiğini dile getiren "Kar" adlı şiiri romanın hiçbir yerinde göremediğimiz gibi Ka'nın kendisine vahiy olarak gelen diğer şiirleri de okuyamıyoruz. Pamuk hiç şiir yazamadığını zımnen kabul etmiş olmasına rağmen bir şairi anlarma ve sayılan ondokuzavaran şiiradlarını vermeinadından vazgeçmiyor. Pamuk romanını bitirdiğinde belki de aksayan yönlerini görmüştü ama yayınevi, medya ve toplum önceden hayran olmaya programlanmış bir halde bu büyük eseri bekliyordu. Unü yenilcnecek ve üstelik yüklüce bir piara kazanacaktı. Pamuk'un zaafları onun sanatsal ve entelektüel yanına üstiin gelmiş ve Pamuk başarısızlığa mahkum olan (bu koşullarda başarılı olması mümkün değildi) bir romanla kendini teşhir etmiştir. Belki herkes bana gülecektir ama Pamuk bu durumundan acı çekmektedir ve bundan eminim. Roman tuhaflıMar ve tekrarlarla o kadar boğulmuş ki Pamuk'un insanı çileden çıkaracak bu kadar sayfayı hangi ruh haliyle yazabildiğini merak etmekten kendini alamıyorum. Şimdi biraz bu sayfaların içinde gezelim: "Dindarlar, sag'cılar, bu ülkenin Müslümanmuhafazakârlart." dedi Muhtar aceleyle yanlıs bir umuda kapılarak, "ateist solculuk yıllarımdan sonra bana çok iyi geldiler. Onları bulursun. Sana da çok iyigeleceklerc//r."(s.63) "Bu sözündcki ima yalnız devletin laik valisine değil, bana da yönelik. Üstelik bana "laik valide, siyasal lslamcı da kızlann intihar ettiiinin yazılmasını istemiyor" diye laf dokunauruyorsun." (s. 78) CUMHURİYET KİTAP SAYI 630 SAYFA 6
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle