28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Karşı Kıyının Işıkları YILMAZ ÇONGAR Hileli Anılap Terazîsi EROL TUFAN 1 985'te yayımladığı ilk şiir kitabına güz mevsiminde yaptığı bir yolculukla başlayan ve yeni kıtabında da güz yolculukları yapan şair Bâki Ayhan T., Hileli Anılar Terazisfylei*) geçmişe doğru yol alıyor. Sisli anılar tüneline dalarak, yanlışlarını ararcasına hafızasını zorluyor ve dizelere taşıdığı geçmiş hayatını irdeliyor. Yazarken tünelin ucundaki fener, şairi cezbediyor. Kitaptaki "Ilk Unutkanlık" şiirinde dediği gibi "geri dönmemek pahasına trenden inmiş ve dönüş biletini yırtmış" görünüyor şair. O fener belki kaybedilmiş bir anı, belki de bir periydi; şiir yazanlara ilham veren gizemli bir kadın... Düşümüzde yarattığımız kadın imgesini ve o düş tuvalini kirleten, gündelik hayatımızda var olan kadın arasındaki büyük çelişkiyi ancak yazarak aşabiliyor belki de şair... Bâki Ayhan T., pek çok dizesinde masum çocukluk bahçelerinde, kendi çocukluğuyla gizemli oyunlara katılıyor. Çocukluğun bir "unutulmuş anılar bahçesi" olduğunu düşünüyor belki de... Zaman zaman dayaşamın gerilimini hissederek öliim ülkesinin ucunda, intiharın ayak izlerinde dolaşıyor; yüksek bir uçurumun üzerinde yürüyen trapezcigibi... Altında "derin birgürültüsüzlüğün" kendisini beklediğini biliyor, yine de tehlikeli yürüyüşlerden haz almaya devam ediyor: "zamant hıssetmemeyi öğrendim senden/ küçük hırçınlıklanna yenilirken insanlar/ sessizce girdim ve öyle çıktım içinden/ ateşler içindeyken/ susuzluğumda yangınları içerken/ bu derin gürültüsu'zlük/ senden" (s. 24) Bir de sözcüklerle onların bekâretine dokunmaksızın sevişmeye... Ölümün sessizliğini hissediyor ve hayatın inceliklerinden, günlük yaşamın hazlarından uzak düşmek kaygısıyla ölümün gelişinden korkuyor şair. Yine de ondan kaçmıyor, bütünlenmiş bir "hiçlik" duygusuyla ölümü de yaşamın sıradan bir parçası olarak görüyor bazı şiirlerinde. Belki de, geçmişinde kaybettiği periyi, çocukluğunun dağınık bahçelerinde, tekinsiz tavan aralarında çürüyüp gitmiş bir anıyı bulacağına inanıyor ve sisli anılar tünelinde yazmaya sırf bu yüzden devam ediyor. Intihar, hayat, boşluk, hiçlik, peri, haz... aynı imge çizgisi üzerinde birleşerek ortak bir duruş, ortak bir metafor oluşturuyor: "kırgın bir hayat gibi kendini sallandtnp bosluğa/ yalanları yalanlann yüzüne vurup/ mor başluklara sarılmamn zamant/ birperıyle öpüşmenin hazztnı, askın htzını/ tatmanın zamant" (s. 13) Anılarda da, bunları tartan terazide de yanılgı vardır kimi zaman. Tıpkı aşkı ararken değişik insanların sevgi kırıntılarıyla kendimizi avutuşumuz gibi; aslında boşluk, bilinmezlik, hiçlik ve karanlıktır önümüzde uzanan: "bir adam/ antikacı dükkâmna bakar gibi kente/ bir kadın/ esrarlı bir aynaya bakar gibi kente/ bir ben/ boşluğa bakar gibi kente/ bakarken/ birdenbire fark eder zaman:/ karanlık bulaşmıştır/ hile // anılar terazisine'\(s. 37) Ölmeden hiçliI1İI.II I \ N H A R ği hissetmek galiba sadece şairlere has bir duygudur. Bâki Ayhan T. de bu hiçlik ânını yakalıyor, bunun sürekliliği olmadığınıbiliyor veenerjsini/sözcükleri boş yere harcamıyor. Terazide olduğu gibi; denge noktasında çok kısa bir zaman içinde durmanın gizemini yakalıyor dizelerinde. Terazi denince hemen akla gelen Tanrıça lustitia'nın kılıcının iki tasın dengesini ilan ettiği o çok kısa ânı yakalıyor... Tek fark, Tanrıça'nın o andaki kapalı gözlerine eklenerek, şairin "çıplak yabancı kadına" en güçlü mısralarını dizişinde ortaya çıkıyor. Yabancı kadının gizliliği, çekiciliği erotizme eklenen çağrışımlarla dizelere yansıyor: "yüzünüzü gizlemtsti tanrılar bizden/ nefes almanız engellenmişti büyülü dokunuslarla/ boyuna yabancılarla öpüşüyordunuz..." (s. 46) It.ıkı \yhun I. ££ T T^ral Ksidos bir av kazası sonu1 ^ cu ağır yaralanıp ölünce, TaiiJL lk.ba halkı, inançlarına uygun bir törenle, krallarını toprağa verdüer. Ksidos'un kutsal kılıcını, zırhını ve yeniden dirileceği gün gerekli olacak önemli eşyalarını yanı başına bıraktılar. Ardından ağlayanlar döktükleri gözyaşlarını küçük gözyaşı şişelerinde toplayıp bunları kralın başucuna dizdüer." (sayfa 25) Keops, Kefren, Mikerinos ilkokul sıralarında, Mısır Uygarhğı'nı öğrenirken, hemen her öğrenci gibi ezberlediğim, bugüne dek unutmadığım üç anıtsal piramitin adlan. Kralların gömüt odalarını, yanlarındaki süs eşyalarını, yiyecekleri, o denli çok düşlemişim ki, "Kral Ksidos ile Gözyaşı Şişesi" adlı öyküyü okurken tüm olayları, betimlemeleri o günlerden belleğimde kalmış karelerin, resimlerin üzerine oturttum. 2500 yıl önce gömülen Kral Ksidos'un toprak altındaki odasında, gözyaşı şişelerinden biri yüzbinlerce gece ve gündüzden, fırtınalardan, toprak kaymalarından, sellerden kurtulmuş, sapasağlam kalmış, beklemiş... beklemişti... Ta ki Konyalı arkeoloji öğrencisi bir genç kızın eline geçinceye dek... Sayın Fatma Gürel'in "Karşı Kıyının Işıkları" adlı yapmnda on yedi öykü sergilenir. "O Yanık Sesli Kör Çalgıcı"da, nişan, düğün, kına gecesi, sünnet gibi bahanelerle yapılan eğlencelerde, erkekler ayrı, kadınlar ayrı toplanırlar. Erkekler rakı içerlerken, kadınlar kör çalgıcı Dursun'un cümbüşüyle coşarlar. Dursun, darbuka çalan annesi Hayriye'nin yanında, koyu renk gözlükleri ve bir gözünü kapatan pamuk tonağıyla, iri gövdesini eğerek oturur, cümbüşünün tellerine vurur. Buradan yükselip, yürekleri titreten ezgiler, aslında kucağında darbukasıyla, göbek atan kızları inceleyen anne Hayriye'nin yaşamöyküsüdür. Dursun acaba gerçekten kör müdür? O, teyzesinin kızı Ayten ve teyzesi, güzel bir gün geçirirler. Teyzesi çay içerken, Aytenle o saatlerce denize girer, incecik, bikinili bedenleriyle kumlarda yatarlar. Aksama doğru çevreyi dolaşırlarken o, bir kitapçıda satış yapan güneş yanığı, sporcu görüntülü, mavi beyaz kareli gömlekli delikanlıyı görür. "Karşı Kıyının Işıkları", bir genç kızın kalbinde tomurcuklanan ilk aşkın öyküsüdür. Egeliler rahat, hoşgörülü kişilerdir. "Egeli" adlı öykü, bu niteliğini yansıtıyor yöre insanlarının. Örneğin Hulki Usta; "Insan yüreği çok geniş Hocanım, herkese yer var. Yeter ki insan hoşgörmeyi bilsin, sevmeyi bilsin. Ben severim insanları, hayvanları, otları, böcekleri, her şeyi... hepsine değer veririm." der. Başlangıçta öfke ve gerilim içinde olan müşterisi, bir saç depoyu onaracak olan Hulki Usta'yla konuştuktan sonra, çok değişir, olaylara daha iyimser bakar. Sayın Gürel, "Su kaçtı, Eyvah!"ta, bir kaplıcada karşılaşabileceğimiz romatizmalı, lumbagolu, siyatikli, kısacası ağrılı kişileri anlatır. Bunlar sanki ağrıyla dunyaya gelmişlerdir. Kişileri, ağrısı olanlar, Bir şirketin genel müdür'ü, Bakan Bey'in baldızının kayınvalidesinin gömütünü yaptıracaktır. O denli sıkışıklık arasında, bu görevi Mühendis Ihsan Bey'e verir. Şirkette yolsuzluk, haksız kazanç, huzursuzluk, rüşvet, yalancılık kol gezmektedir. "Bir Selvi Olmak" adlı öyküde, bu olumsuz koşullarda Ihsan Bey'in ruhsal bunalımı konu edilir. Yazar, her öyküsünde olduğu gibi, burada da doğa betimlemelerine önem vermiştir: " Yolun kıyısında birbirine karışmış eflatun ve sarı çiçeklerin arasından bir selvi gökyüzüne doğru uzatmıştı başını. Koyu yeşıl yapraklan, düzenli dallarıyla, ucu iyi açılmış bir kalem gibiydi. Parlak, mavi gökyüzünde dolaşan bir küçük bulut geüp takılmıstı ucuna." "Çok Isimli Kadın", yaşam koşullarının kişiyi nasıl doğruluk çizgisinden saptırdığını anlatıyor. Dedesiyle yaşayan, anne, baba sevgisi görmeyen küçük Munise," Yıldız" dergisinin sayfalarındaki süslü kadınlar gibi olmak ister. Büyüdüğünde, gerekirse birkaç kez adını değiştirecek, fakat kendini, dedesini, toplumu sömürenlerden öcünü alacaktır. Sayın Fatma Gürel'in öykülerinde, katıksız sütten özenle yapılmış, tertemiz bir tülbentleörtülmüş, üzerinilcalın birkaymak tabakası bağlamış ve onu teşekkür olarak veren kadının bembeyaz gülüşünü yansıtan bir bakraç yoğurttan mutluluk duyacak avukat Burhanlar da vardır, "Bir Bakraç Teşekkür"de olduğu gibi. "Akşam Yürüyüşü"nde, sütü kapıdan almayıp, oldukça uzak olan sütçünün evine yürümeyi yeğleyen bir kadının, yol boyunca kırları, tarlaıarı, Van Gogh tablolanyla özleştirmesi, sütçü Tevye'yi düşlerine katması anlatılır. Oğlum, kızım diyerek kedüeri okşayanlar, köpeklerini eşlerinden üstün tutanlar vardır da, arılarla dost olanlar pek görülmemiştir. "Derinlerdeki Dost"ta boyacı Necdet Usta"nın öyküsü bu konuyu işler. Hepimiz, otoyolda trafik tıkandığında, bizler arabamızın içinde sıcacık otururken, dışarda titreyerek simit satan çocukları camdan izleriz. Onlardan birisi Izzet'tir. Hatice teyzenin esmer, kara gözlü, henüz dokuzunu doldurmamış oğlu Izzetçik. Hava kararmış, saat dokuzu geçmiştir. Oğlu dönmeyince telaştadır annesi. "Yukarı Mahalle'ye Uzanan El" öyküsünü okuyup da Hatice teyzenin duygularını paylaşan annelerin tasalı yüzlerini görür gibiyim. Kıskanç kadınlar vardır, özellikle eşlerini veya sevgililerini yani erkeklerini kıskanırlar. Bu duygu o denli şiddetlenir ki, öldürmeye vanr sonunda. Gazetelerde her.zaman okuruz böyle cinayetleri. "Seni Öldüreceğim" adlı öyküde de durum aynı, ama son satırı okuyuncaya dek. Yapıtın ilerleyen sayfalarında; yoksulluğunu, varsıllığını, kıvancını veya tasasını başkalarıyla paylaşmak isteyen solcular; kocaları öldükten sonra bile, yıllarca kumalarıyla oturan kadınlar; trenlerde, istasyonlarda yitik annelerini arayan garip yolcular; ilk aşklarını bir türfü açıklayamayıp tüm yaşamlarında mutsuz olan sevgililer, bir an önce okurlarına kavuşmak için göz kırparlar. de her zaman karşılaştığımız, fakat ayrımına varamadığımız olaylan, büyüteç altına alan ve yazınsal bir dille bizlere yansıtan sayın Fatma Gürel'i kutlar, yapıtı tüm okurlara öneririm." Karşı Kıyının Işıkları/ Fatma Gürel/ Remzi Kitabevi/ Haziran 2001/158 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 630 Bembeyaz gülüş Sevgl kırıntıları Şair, bu kitabında anılar vasıtasıyla yaşamı sorguluyor çoğunlukla. Yer yer, yaşama ilişkin felsefi sorular da içeren şiirlerinde kendi hayatından çıkardığı değişik cevaplar vermeyi de deniyor: "yeniyanılgılar edindifcimiz bu yalnızlıkta/ durmadan yanılmaktır hayat dedığimiz sey/ insanlar hakkında" (s. 15) Ancak, hiçbir cevap tatmin edici değildir; çünkü şair de pek iyi bilmektedir ki hayat statik bir olgu değildir, tam aksine dinamiktir, değişkendir, devingendir; akıp giden bir ırmak gibidir. Cevap, kapatmak; soru ise açmaktır. Hayatın bir ucu da hep açıktır; verilen cevaplar bu yüzden yeni soruları da beraberinde getirir. Bâki Ayhan T.'ye göre, hayata olan inanç da terazinin dengede kaldığı an kadar kısadır; "inandığımtz bir hayat vardı birkaç dakika önce" (s. 21) Bâki Ayhan T.'nin, 2001 yılının güz sonlarında Can Yayınları'ndan çıkan ve Hilmi Yavuz'un poetik belirlemeleriyle süslenen Hileli Anılar Terazisi kitabında şiirsel birikim açısından zaman zaman Yahya Kemal Beyatlı'ya, Ahmet Hamdi Tanpınar'a, Cemal Süreya'ya, Edip Cansever'e, Ahmet Haşim'e göndermeler seziliyor. Bununla birîıkte onun şiiri daha çok, kendi yolunda ilerliyor. Bâki Ayhan T., Türk şiirinin önemli duraklarını yoklamayı ihmal etmiyor. Ama bunlardan çıkan değil, belki bunların iz bıraktığı şiir çizgisinde yeni izler bırakma çabasında olan bir şiir yazdığı söylenebilir şairin. Asıl mesele de bu değil mi zaten şiirde?... Hileli Anılar Terazisfni, yalnızca şiir okumuş olmak için değil, hayat ve şiir üzerine tekrar tekrar düşünmek ve tartışmak için tavsiye ediyorum şiir okurlarına. • Hileli Anılar Terazisi/ Bâki Ayhan T./ Can Yaytnları / 64 s. Akıp glden ırmak olrnayanlar diye ikiye ayıran emektar çay cı Rıza, müşterilerine çok saygılı davranır: "Albayım sizi bugün iyi gördüm, maşallah, maşallah..." "Efendim yürüyebiliyorum bugün, daha iyiyim." Ama bir gün, her zaman gürül gürül akan sularda bir değişiklik olur. "Karşı Kıyının IşıkJan"nda, çevremiz SAYFA 12
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle