Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gösterenle gösterilenin ilişkisini doldurarak Dil'ini kuran her görsel kurgu için, tam buradan muhalif bir dil kurar. Bu dil bir tepkı*dili değildir. Hayatı, insanı, eşyayı ve olguyu dönüştürmek üzere öncc anlamaya çağıran, bunun için de verili dizgeyi bozarak aşmak üzere etkiycn bir diluir. Farklı sanat disiplinlerinde Dil'in imkânları içinden kurgulanan ideolojtk bilgiye yine Dil'in içinden farklı anlam kurguları inşa cdcrek okurun tasavvur dünyasını dönüştürür. Mıknatıslı iâneler dizisî KAYA ÖZSEZGİN ehnıet Ergüven, "Resmin mutfağında" ve "Sanatçının izinde" ara başlıklarını içeren "Yoruma Doğru" (1992) adlı kitabının girişinde, bir bakıma daha sonraki kitaplarında da bir "porteparole" anlamı taşıyacak olan Paul Valery'nin ünlü sözüne yer veriyordu: "Resim üzerine konuşmaya kalkışan kişi, sürekli özür dilemek zorundadır". Georg Simmel'in de aynı anlama gelen, ama daha genel planda yorumlamak istediğimiz konulara ilişkin olarak, her tür akıl yürütmede yanılma payını gizli tutmamız gerektiği üzerine, kulaklara küpe olabuecek bir deyişi var. Resim ya da daha etraflı bir ifadeyle sanat, ona bakan ya da onunla ilgili yorum üretmek gibi oldukça riskli r>ir eyleme girişen kişi için çetrefilli bir sorun lar yumağıdır. Çünkü her tür değerlendirmeye ve bakış açısına imkan verebilecek, ayrıca da bubaluş açılarını çatıştırıcı bir ortamı (kaygan zemin) özendirecek bir yapısallık içerir sanat. Ancak böyle bir durum, sanat üzerine one sürülecek her çeşit yorıımun, yapılacak her türlü değerlendirmenin geçerli ve kalıcı olacağı anlamına gelmiyor elbet. Eleştirmenliğin, sorumluluk gerektiren güç bir zenaat olması da bu yüzdçndir. M Yaratuı sezgl 6) Mehmet Eıguven in geçen günlerde yayımlanan "Gölgentn İJcunda" kitabındaki denemelerde okur, yaratıcı sezgiye sahip bir yazı insanındaki diınya acısına taniKİık edcr. Politik/ideolojik durusun ötesinde, "kendisine rağmen talip olduğu görme", onu kendiliğinden enlelektüel mnhalıjbir söylemle buluşturur. Kassandra'nın Çığlığı başlıklı yazıdan alıntılıyorum: "Dunyaholmanın bedelini çok ağır ödüyoruz. Öyle ki, ölüm bile varoluşa katlanmayı hafifletmiyor artık; çünkü yaşarken bunca sık ölen biri için ölüm de kıırtııluş değil KÜnümüzde. Gözyaşlarımn tükendiği nokta kinin şıddetlendirdıgı ışkenceye (S Kıerkegaard) tahammül etmek zorunda kaldığımız yerde başlar; ve bu acıyı dile getirmenin zorluğuna kımse sanatçı denli göğüs geremezonun mutluluğu, yaşanan acıların doğal ortağı olma yönündeki ayrıcalığıdır zira". Kitabın arkasındaki Ergüven'in yazı dünyasıyla ilgili saptama, burada hatırlanmalıdır: "Kalenı ile kâğıt, durmadan kcndine devrilen birhacayatmazın umııtsuz koltuk değneğidir burada". Umutsuzluğun deşildiği, harlandığı, düşünsel zemini elbette sorular kurar. Kendisi daha kitabın ilk cümlesinde neşteri içine savııruyor: "Deneme, doğruya soru işareti koymaktır". Konulan soru işaretleri kendi gövdemizden başlayarak biitün bir hayatın kurgusunu yerinden oynatır. Denilebilir ki; Mehmet Ergüven'in düşünce dünyamızdaki özgün konumu, bu düşünsel pratiğin içinde belirmiştir. "Kuralları çiğnemenin de kurala dönüşme olasılığı" varsa, şaşırtıcı zikzaklar çizerek, öngörülen düşünsel kodlan tahripetmeyi sürdürür. Hayatla, eşyayla, toplumla ve insarJa hesaplaşmayı özgün malzemesine ekleyen sanatçı, aslında kendi &t»iyle sürdürmez mi asıl didişmeyi... Bunun da nasıl korkutucu bir deneyim olduğuna ilişkin ipuçları için kitaptaki Phallontokratte, Çtplak Model ve özellikle Tıhımlı Büyü başlıklı yazılara dokunmak yeter. Burada gösterilir ki, fetiş söylem ve nesnelerin "maskesini düşürdüğümüz andan itibaren, o maskenin ardındaki öyküde kendi imzamızı taşıyan senaryo ile karşılaşıyoruz hep". Apaçık ortada: Ergüven'in çizdiği harita, kendi karanlığında yitmeyi göze alanlar içindir. 7) Ergüven'de okuduklarımız"... üzerine yazılan denemeler" değil de, "... üzerinden yazılan metin"dir. Disiplinler arasında kusursuz işleyen bir dil bilinci, sokuldıığu görsel nesneye teslinı olmadan, o nesne üzerinden özgün bir metin kurar. Aksi, yani görünene teslimiyet, en başta diyelim tuvale bindirilmiş olanla söz dili arasındaki sınırın iptali demektir. Oysa doğal dilin dışında kalmak için resim dilinin ayrıcalığını kullanan ressamı doğal dille kuşatmaya kalkışan, sadece kendini kuşatır. Ergüven; görünen üzerinden bir düşünsel etkinliği metne dönüştürmenin bedelini ödemek üzere, okuru da hazırlıklı olmaya çağınr. Çünkü okur metnin kurgusu boyunca göstergenin donmasına izin vermeyen bir bilinç karşısındadır. Ergüven metinlerinin ortalama okur açısından çetin ceviz olmasının gerisinde de hayatı, nesneyi ve insanı öncelikle kendi içinden görebilmek üzere işleyen bu bilinç ve elbette bu bilinci taşıyan özgün "dil" yatar.» CUMHURİYET KİTAP SAYI 582 Mahmut Cuda İle. 1980. Izmlr. Ergüven'in yukarıda değindiğim kitabını izleyen sonraki kitaplarınaa her ne kadar eleştirmen kimliğine bürünmekten çok, bir denemeci kimliği içinde görünüyor olması, yazılarına egemen olan düşüncenın bir eleştirmen tavrına yönelik ölçütler üzerine kurulu olmadığı anlamına geliyor ise de, ele aldığı sanat ve kültür konularına farldı açılardan yaklaşmaya özen gösterici bir tutumu kesinlikle benimsemekten yana olması, arka planda eleştirel bir göriişü her zaman saklı tuttuğıınun bir göstergesidir. Gördüğü şan ve sahne yönetmenliği eğitimi ise, aynı eğıtimden geçmiş başka kişilerde, salt bu alanla ilgili konular çerçevesinde bir formasyon oluşturma amacıyla sınırlı çabaları gündeme getirdiği halde, Ergüven'de bunun tam tersi olmuş, bir kültür adamı kimliği, onda zamanfa basbn bir işlev yaratmıştır. Sanat dalları arasındaki doğal ve zorunlu iletişimin, özellikle de kendi ülkemizde, neredeyse bir çağdaşlık sorununa dönüştüğü göz önünc alınırsa, ağırlıklı payını plastik sanatların oluşturduğu bir yakla Beştirel göriiş şımda, bu iletişimin zemini üzerinde konuşmaktan ve yazmaktan daha doğal ne olabilir? I lele deneme yazarı için bu, biraz daha böyle olmalıaır. Gerçekten de Ergüven, en sıradan konuların bile deneme türünün kapsamı içinde yazarının çoğulcu görüş ve düşüncelerine gereklilik gösterdiği, can alıcı yorumlarına biitünüyla açuc bulunduğu bir alanda, kullandığı kendine özgü kıvrak anlatımın da katkısıyla, okuru konunun içine çekmekte, kendisiyle birlikte düşünmeye çağırmaktadır. Sanatçının kimliğinden yapıtın kendisine yönelen bir bağlam doğrultusunda, bütün olasılıkları gözeterek, o yapıt hakkında kapsamh bir yorum dağarcığı oluşturmak, ya da belli bir sorunsalı her kösesinden didiklemek, Ergüven'in yazıfarında kullandığı değişmez yöntemdir. Söz gelişi Newtoıı fiziğinden botaniğe, hukuktan matematiğe, felsefeden iktisat tarihine kadar, bütün bir uygarlık tarihini kısa bir yaşama sığdırmaya çalışmış olan Max Raphael'i, kendisine örnek almış gibidir. ünun günlüğüne düştüğü not, oiraz da bu kuşatıcı yazar ve araştırmacı kimliğin, kendi dilinden tanımı değil midir?: "Bir insanda yaşadığımız düş kırıklığı, onun gerçek karakteridir; geriye kalanı ise biziz (yahut ge reksinmelerimiz, özlemlerimiz ve yanılsamalarımız)". Max Raphael örneğinden çıkarılacak ders de, sonuçta Paul Valery'nin sözüyle eş anlamlı olacaktır Ergüven'e Rpre: "Bol yutkunup öyle yazmak". Sanatçının yaptığıyla yetinmesi ya da yaptığını yeterli sayması, sanatın doğasıyla çelişen bir durumdur. Ergüven in yaztlarında, yeri geldikçe değindiği te mel sorunlardan biri de budur. Oysa değişmeyi kaçınılmaz sayan kişinin, daima bugünle arası açıktır. Ya da şöyle diyecektir: "Bulunduğu zaman diliminden hoşnut kişi, kendisiyle de barışık olmanın yükünü taşınıak zorundadır; bu ise, bir sanatçı için yaratıcilığa veda etmekle eş anlama gelir". O halde "varoluşuna katlanmak la yetinen değil, buna katlanmakta zorlanan ve isyan eden kişidir gerçek sanatçı. Ne yazık ki, ülkemizdeki yaygın sanatçı tipi, katlanmayı "isyan"a yeğ tutanfar arasından çıkmaktadır. Kendi tanımına bakarsak, Ergüven de deneme dediğimiz yazı türünü, başka deneme yazarlarının tutumuna koşııt bıçimde şöyle tanımlamaktadır: "Deneme, doğruya soru işarete koymak"tır, yani doğru bellediğimız her şeye kuşkuyla bakmaktır. Ayrıca, günceden eleştıriye kadar, birçok yerde pusuya yatmıştır deneme, Ergüven'e göre. Nerede "ben"in sesi yükseliyorsa, orada "kıpırdamaya" başlamıstır deneme. Ergüven'in yazılarında, birincı tekil şahıs konuşuyor görünse de, onun varfığı, getirilen yorumların kendisinde gizlidir. Öne çıkmıyor olması, iddiasını gölgelemez. Deneme "aşağıya tırmanmak"tır. O halde, bize hemencecik kabul edilir görünen şeyleri sorgulamakla, gerçekliğin saklı kalan gizlerine de yönelmiş oluruz. Mehmet Ergüven'in kitaplarında, özellikle de son kitaplarında, fotoğraf, onun ilgi alanına büyük ölçüde girmektedir. Ona göre, her fotoğraf için, "sonsuz sayıda öykü" uyduruİabilir. Çünkü doğru ile "yetinmeyen" fotoğraf, "dopdoğru"nun altında kalıp ezilince, meydanı izleyiciye bırakır. Iste Ergüven, fotoğraf a bu noktadan bakmakta ve onu, yorumun merceği altına çekmektedir. Resimler gibi, fotoğrafların da çifte işlevi vardır: Göstermek ve gizlemek. Deneme yazarı, bu yoldan hareketle, resmin ya da fotoğrann, gösterdiği şeyin arkasındaki kapalı (gizli) anlam göstergelerini bulup çıkararak, aslında sanatın o gizemli alanını kurcalamış, yani yapılması gerekeni yapmış olur. Montaigne'in denemelerinin birinde, şiir üzerine söylediklerinden şiir sözcüğünü çıkanp onun yerine "sanat" sözcüğünü koyarsanız, Ergüven'in yazar kimliği konusunda da açık bir görüşe varmış olursunuzkanımca: "Negariptir, şairlerimiz şiir yargılamasını, yorumlamasını bilenlerimizden çok daha fazla. Şiiri yapmak, şiirden anlamaktan daha kolay. $iirin orta hallicesi beylik ölçülerle, sanat bilgisiyle yargılanabilir; ama şiirin iyisi, olağanı aşan, tanrısal olanı, kuralların ve aklın üstündedir. Onun güzelliğini, sağlam ve olgun bir görüşle farkeden, bir şimşeğin parıltısı kadar görebilir ancak onu. O güzellik aklımızı işletmez, başımızdan alır, allak bullak eder. ü n a varmasını bileni saran coşkunluk, şiiri okuyup dinlettiği bir başkasını da etkiler: Nasıl ki mıknatıs bir iğneyi kendine çekmekle kalmaz, onu da mıknatıslayıp başka iğneleri çekme gücunü verir ona. Tıyatrolarda daha açıkça görülür ki, şai"i öfkeye, yasa, kine kaptıran, dilediği yerde kenainden geçiren o kutsal esin gücü, şairin aracılığıyla oyuncuya, oyuncudan da bütün bir halka geçer, birbirine asılan mıknatıslı iğneler dizisi gibi" (Montaigne, "Denemeler", Çev.: S. Eyuboğlu.CemY., 1970)." SAYFA 7 Göstermek ve gUemek Araştınmcı khnnk Mehmet Ergüven, Hann Trier'le, 1998