Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
0 K U R L A RA "Deneme, doğruya soru işareti koymaktır. Hiç kuşkusuz, her deneme yazarının okuruyla paylaşmak istedi&i bir doğru vardır; ama eiyordamıyla bulunmuş kırügan bir doğrudur bu. Nitekim sotnut kamtlara dayalı bilimsel makalelerin hile yanılma payım saklı tuttuğunu antmsadığımtzda, deneme ile soru işareti arasmdaki ilişki kendiliğinden ortaya çıkar. Deneme, birbirinden apayn iki şey arastndaki kısa devrenin giderek yüksek gerilim hattına dönüştüg'ü rıoktada uç verir; bağlantı kurmak, zekâ parılttst ile birikimin el ele verdiği mütevazt bir keşif, heyecanlı birfark etmektir burada, aynmsamayla yetinip sadece bunu dile getirmek ise denemenin yalnızvazgtst değil, sınınaır aynı zamanda. Hiç kuşkusuz bu ayrttnsamamn bir ucu görmeye detier daima; zira görmekde özü itibartyla tefrik etmektir. Apaçtk: Gerekçeli teşhisi başkasına bırakmamn rahathp ilefarkt keşfeden, kendiliğinden çevresindekilenn merkezine talip olup yıldızlaştr böylece. Deneme yazarının kolayca birinçi tekil şahsa geçmesi büyük ölçüde bundan kaynaklanır; fark eden farklıdır. Gerçi deneme yazanmn okura tepeden baktıg'ım söylemek mümkün değildir; ancak düşüncelerinin tamamen kişisel oldu&unu baştan itirafederek okuruyla diyaloğa giren her yazar, kendhine rapnenfildişi kulenin sakinleri arasına girmeye adaydtr" diyor Mehmet Ergüven 'Deneme' adlt denemesinde, Yirmi beş yılı aşktn bir süredir sanat üzerine yazan, kafa yoran bir eleştiri ve deneme yazarını, Mehmet Ergüven'i tamtmaya caTtştık bu hafta sizlere. Bolhtaplı günler!,.. THINACI Turhan Gürkan da... sım Bezirci'den, Oğuz Öğün'den sonra Erzurum Lisesi'nde birlikte okuduğumuz arkadaşlanmdan Turhan Gürkan da çekti gitti... Asım da, ben de lisede okuyabilmek için parasız yatılı sınavına girmiştik, çünkü o yıllarda Erzincan'da da, Giresun'da da lise yoktu. üysa Samsun'da lise vardı. Turhan da Samsunlu'ydu. Niçin parasız yatılı sınavına girerek Erzurum'a gelmişti? Nedenlerini hatırlamıyorum. Aradan 58 yıl geçmiş... Bizim sınırin edebiyatçılan Asım'la bendim. Turhan da bize katılmıştı. Duvar gazetesi çıkarmaya başladık. Bir süre sonra bazı öğretmenler duvar gazetesine karşı çıkmaya başladılar. "Ölüme Dair" diye bir "şiir" yazmıştım; o "bazı öğretmenler", "Bunlar öğrencilerin yazacaklan şeyler değil!" diye homurdanmaya başladılar. Turhan'ın yazdığı "şiir"deki bir dize hâlâ aklımda: "Gül renkli yüzün benli de kalbin niye bensiz." Bu dize, bizim duvar gazetesinin sonu oldu! Son sınıfta okurken Ankara'dan "edebiyata " bir öğrenci geldi. Kimi aileler okumamakta direnen haylaz çocuklannı Erzurum Lisesi'ne "sürgün"e gönderiyorlardı. Bir sürgün de sevgili Memet Baydur'un babası Suat Nazif Baydur'du. O da bir yıl ancak dayanabildi Erzurum'un koşullarına... Suat'tn da bir iki şiirini yayımlamıştık bizim duvar gazetesinde. Uzaktan akrabamız olan Musa'yı da Erzurum'a yollamışlardı; Musa, ancak bir yıl dayanabildi! Turhan, bir yıl sonra, Samsun'a dönmüştü. Samsun'da bir şair arkadaşı vardı: Nezih Cansel. 194O'lı yıllarda tstanbul dergisinde bazı şiirlerini yayımlamışu. Nezih Cansel'le tanışmak için Samsun yoluyla, trenle gittim Erzurum'a. Turhan'la buluştuk. Nezih, "sakat" doğmuştu. îlk görüşümde çok üzülmüştüm: Vücudu yana yatmış bir " U " harfi gibiydi. Nezih'lerin bahçesinde oturmuştuk. Nezin'i bir daha görmcmiştim. Turhan'ı gördüğüm zaman, "Nezih, senin yüzünü görememiş...Çok üzüldü." demişti. San dalyede otururken ancak bacaklannu görebilmiş... Nezih'in bir de şiir kıtabı yayımlanmıştı. Turhan'ı bir ara kaybettim. Sonra hir gün karşılaştık. Bütün Anadolu'yu dolaşmıştı. Gene uzunca bir aradan sonra karsılaştığımızda bana bir Macar mülteci ile evlendiğini, mutlu olduğunu söylemişti. Turhan'la zaman zaman Babıâli'de karşılaşırdık. Çalışkan, kcndini öne çıkarmaktan uzak, alçakgönüllü bir insandı. lyi bir insandı. Nur içindeyatsın... A U Üçüncü bölüm: "Kamarot". Kamarot Hurşit, "Kendi halinde, içine kapanık biriydi. Kamarottu. Çalışkandı. Alnı hep boncuk boncuk terlerdi. Peruktandı, biliyorduk. Çıkar lan şu adi pöstekiyi, diyorduk, kendin ol, kendine güven Dİraz. Bunu yüzüne değil de, kendi aramızda söylüyorduk. Bir gün birimiz o peruğu başından kapıp kaçsa, diyorduk, rakılanmızdan birer yudum alıyorduk, gözlerimiz yaşara yaşara gülüyorduk; ne yapar acaba?.." O ise kamarasında korkuyordu. Bilmi yorduk. Kimse bilmiyordu. Ama Ibrahim, bili yormuş gibi susuyordu. Şakalarımıza katılmıyor, gülmüyordu. Ellemeyin garibanı, diyordu. Kimse ellemiyordu zaten. Gemiye geleli iki ay olmuştu. llk seferiydi. Baha, Hurşit gemiye gel diği gün söylemişti; abi, demişti, bundan denizci olmaz. (...) Hurşit ise beşyıldır işsiz. Gemici cüzdanı var ama, denize adım atacak cesaretı yok. Canına tak ediyor, cehennemde olsa çalışacak." "Denize açıldıktan on gün sonra, o fırtınada Hurşit'ın yüzü kireç, alnı Doncuk boncuk ter, işini yapmaya çalışırken, ama yapamazken, sırtını sıvazlayarak, 'Hadi, sen yat, deyip ardından da, 'Baba nakavt oldu,' diyerek gülen, hem de sesimizi ona duyuracak, incitecek biçimde gülen biz değil miyaik. Kocaman gözlerini gözlerimizden kaçırarak, 'Dayanınm' derken ne kadar da umarsızdı..." "Hurşit kafayı bulunca jandarmaya sığınıp ilticahakjaistemiş." Hurşit'i iandarmanın elinden alıyorlar. "Işı nasılbağlaaın?" diye sorana verilen cevap: "Been, Reis...Hurşit'i oradan alıp gelmeyeceğim he?" "Been, Reis..." iki sözcükle Dİr runsal durumu ne güzel anlaüyor Cemil Kavukçu... Anlaücı: "Günlerair bu koyda bekliyonız. Şu anza bir an önce gidcrilsın de, basıp gidelim." Cevap: "Burada öyle güzel balık çıkıyor ki, işimiz zor." Balığın bol olduğu yerlerden Reis kolay kolay aynlmıyor! Hurşit, anlatıcıya, "Beni bu gemiden indir abi, memleketime döneyim. Harcayacaklar beni." diyeyalvanyor. "...aradadagözününönünde beliren korkunç bir görüntüden kurtulmak istercesine başını iki yana sallıyordu. Dehşete kapıldım, Hurşit ölmeye başlamıştı." Ve ölüyor. Denizde değil, o delicesinc korktuğu denizde değil; Istanbul'da, "Pendik'te, E5 Karayolu'nda karşıdan karşıya geçmeye çalışırken bir kamyonun altında kalıp can vermışti. Dördüncü bölüm: "Mor çiçekli toka". Bu bölüm, "Hâlâ sarhoşum." diye başlıyor. (Cemil Kavukçu, önceki hikaye kitaplannda hiç bu kadar çok "içki" ve "sarhoşluk sözü etmemişti... Hey, Cemil, ne oluyor?) "Yalnızcabir kez gördüğüm, tanımadığım bir kız yüzünden içmiştim dün gece. Dk lcez başıma böyle bir şey geliyordu. (...) Kızla bir kez bılegözgöze gelmemiştik, o beni görmemişu." (Bu arada nefis bir cümle: "Kıyıya yakın demirlemiş teknelerin başlarını indirip indirip kaldırmalan bir ayine benziyor.") " ...Incecik parmakları vardı ve tırnaklanna da mor bir oje sürmüstü. Kahkahaları denetimsizdi. Tişörtünün koltuk alundan mcmclerini görüyordum; hareketlerine göre bir bebren bir yiten... Güneş yanığı tenine göre oldukça beyaz kalıyorlardı... (..J Vurulduğum, ama beni fark etmeyen, asla fark etmeyecek olan, yaşamım boyunca bir daha hiç karşılaşamayacağım kıza son bir kez bakıp kalktım. (...) Kıyıya bakıp sigara içiyorum. Uzaktaki evlerin, pansiyonlann en güzelini yakıştınyorum mor çiçekli tokası olan kıza. Penceresi aralık bırakılmış, tül perdenin canlı bir beden gibi soluk alıp verdiği toş bir odada düşünüyorum onu..." Beşinci bölüm: "Balık". Bir balığın başından geçenler... "Yerde, balığa benzeyen ama balık olmayan garip bir yarauk yatıyordu; Çarkçıbaşı'nın büyük kısmeti. (...) Zoka üst damağına batmıştı. Balıkla göz göze geldık. Aa, şaşkınlık ve düş kırıklığıyla Dakıyorau. Gözlerimi kaçırdım." (...) "O, gıinlerce, gecelerce ağzma takılıp kalmış zokayla gemiyi izleyecek, peşimizi bırakmayacaktı. Ne o bakışını unutabilecektik, ne de o tiz sesi. (...) gemimiz ağlamayacaktı." Cemil Kavukçu, "Balık"ta "anlatıcı" ile "hikâye kişisi"nin aynı kişi olduğunu açıkça söylüyor: "Karaya çıktıkça kitap alıyorum. Ancak okuduğum kıtaplar içinde bulunduğum ortamın dışına taşıyabiliyor beni; o da her zaman değil." "Gemiler de ağlarmış", Cemil Kavukçu'nun bence en güzel hıkâyesi. Cemil, dili kullanmakta artık ustalığın son haddine ulaşmış. Kitapta yedi hikâye daha var. Onlardan da söz etmek ıstiyorum. Bakalım, gün ola harman ola... • Turhan Gürkan memiştir. Sevilir. ü n u n derdi ona yeter, derler.) Ibrahım'in "Canı bir şeye sıkılıyor ama, sormaya çekiniyorum. Belki anlatır, bilmiyorum. Yürüdüğümuz, kentin en işlek caddesi olmalı. Dük kânlann çoğu kapalı. Vıtrin ışıklan yalnızlığımızı ve yabanalığımızı çoğaltıyor." (s. 14) Anlatıa:" Ava'nın Yeri"ni sectik. Aslında seçmedik de, hiçbir şey konuşmadan oraya yöneldik." Ibrahim, "Burası, oraya öyle benziyor ki." diye mınldanıyor. Anlatıcı, "Nereye?" diye soruyor." Yıllar önce bir film izlemistim," deyip sigarasıru küllükte söndürdü. "Böyle bir yere benziyordu..." "Eee?" dedim. "Adam, çok sevdiği kadmı öldürüyor." "Neden?" Birasmdan içti. "Kıskançlık yüzünden," dedi, "çok sevmek de bir hastalık. (...) Üçüncü kez yineledi: "Bir hastalık..." "Sonra ne oluyor?" dedim. "Sonra... Adam cezasını çekiyor ya da çektiğini sanıyor; çünkü, hapisten çıkınca da kadın onu öldürüyor." "Hangikadın?" "üldürdüğü kadın." "Nasıl yani?" "Adam yanlış yaptığını anlıyor. Iftira. Çamur atmışlar kadına. Öğrenince de..." "Öğrenincedeölüyor." "Ölüyor." "Uzun bir sessizlik girdi araya. Biramdan bir yudum aldım, olmadı; başımı kaşıdım, bir sigara yaktım, yine olmadı. Bir şeylcr söylemem gerekiyordu. ' O film burada mı çekilmişti?" diycbildim sonunda. "Hayır," dedi, yüzüme değil de bardağma bakıyordu, "buraya çok benzeyen bir yerde." tkinci bölüm: Telsizci. "Çarkçıbaşı'nın ikram cttiği votkayı içiyorum; üzerine fcola ekledik. Viskisi birkaç gün önce bittiği için kendini sudu hissediyor. Ö içmez, belki kırk yılda bir, o da bol sodalı bir viski. Sigara da içmez. Ama ne içkisi eksiktir ne de sigarası. Idris'in gözünde 'cıvatadan' bir denizcidir Çarkçıbaşı; kader kurbanı bir 'kara adamı'. Dolabından çıkardığı büyükçe bir naylon torbadan avuçlatlığı (onun avucuylayarım kılo kadar) kuruyemişi tabaktakilere ekledi. Bir bölümü de masaya saçıldı. Çerez tabağı hep tepelemc olacakmış, öyle seviyor. Bir tavuk gibi atıstınyor, dur durak yok. Yemek yiyisi de öyle. (...) Çarkçıbaşı yemek yemekten sıkılıyor. Aslında bırçok şeyden sıkılıyor. Denizciliğine nasıl katlandığına ise aklım ermiyor." Nasıl eğleniyorlar? Çarkçıbaşı anlaüyor: "...Yahu, o adam (Telsiz Runi FN) varya (dolaptan kuruyerniş poşetiyle votka şişesini çıkardı) bazen üzerine çok gidıyorlar diye acıraım, bazen de hak ediyor ibne, derdim. Bardağırnı ağzına kadar yotka ile doldurdu. Tabağa üci avuç kuruyemiş ekledi. (...) "Genç görünecek ya, her gün saçlanna 'Akyok' sürüyor." " O ne?" dedim. "Boktan bir ilaç, sözde aKİaşmayı önlüyor; adı üstünde akyok. Mahir (tkinci Çarkçı), onun vardiyada olduğu sıra kamarasına girip Akyok şişesini boşaltıyor, içine de oksijen dolduruyor. Ertesi gün Ruhi zabitan salonuna öfkeyle girdi ki, tam bir pavyon kansı; saçlar sapsan. Bumundan soluyor; Hangi şerefsiz yapu t u n u ? Şakanm da bir haddi var, diyor. Kimse gülmüyor. Süvari, çenesi iki parmağının arasında başını ağır ağır sallayarak, 'Saçlanna sürdüğün o ilaç bozulmuş olmasm' dedi, 'ne de olsarutubetlibirortam.' Gülmeyebaşladık..." TURHAN GÛNAY KİT/UP Imtlyaz Sahibl: Cafl Pazariama Cazete Dergl Kltap Basın ve Yayın A.$. Adına Berln Nadi o Yayın Danısmani: Turhan Gunay o Sorumlu MüdürFlkretllkiz oCörsel Yönetmen: oilek llkoruro Baski: çağdas Matbaacılık Ud. $tl. cldare Merkezh Türkocaflı Cad. NO: 3941 CaflaloOlu, 34 334 Istanbul Tel: (212) 512 05 050 Reklam: Medya C Gemiler de Aftlarmış'ın (Can Yayınlan, 2001) en uzun hıkâyesi, kitaba adını veren hikâye: Beş bölüm, 36 sayfa. Kitap 100 sayfa. Birinci bölümün adı " Yabancı bir kentin tanıdık yüzü". tlk paragraf, "Bu kış gecesinde, ışıklan donuk donuk parîayan bir kentin yaklaşık bir mil kadar açığına demirlemiştik." diye bitiyor. Anlatıcı, "Demire geldiğimize göre, deniz Beybaba'nın yüzünü korkutmuş olmalı." diyor. Ibrahım'in cevabı: "Bcybaba korsandır, bu denizleri iplemez. (...) Başka bir şey varherhalde." Ibrahim, sonunda, "bugemide yeni sayılan" anlatıcıya gerçcği söylüyor: "Pezevengin ya kuruyemişi bitmiştir ya canı karaya ayak basmak istemistir ya da balık tutmak." (Aynı sayfada (s. 11) anlatıcı, tbrahim'e bir soru soruyor; Ibrahim, "Homurdandı. Ne dediğini anlayamadım ama, büyük olasılıkla sövmüştü." îşte dili ustaca kullanmanın mükemmel bir örneği! Bu kitaptan başka örnekler de sunacağım. tbrahim'i tanımanız gerek: "Ibrahim de (karaya FN) çıkmaz; az konuşur, çok içer, kanyla kızla Lşi yoktur. Kimseyle nırlaştığı, dalaştığı görül Canl Knmkçu'yu okurken CUMHURİYET KİTAP SAYI 582 SAYFA 3