26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

r ilişkiyi gölgelemez. Ne var ki, bu tehlikenin bertaraf edilmesi için mutlaka dikkate alınması zorunlu öneınli bir koşul var elbette: Yazar, doğrudan doğruva ressam ya da eserinden yola çıkarak belli bir felsefc akımı ile bağlantı kuruyorsa amenna; ama çıkış noktasına felsefeyi alıp, ressamı ona tutkallamaya çalışırsa, dava baştan kaybedilmiş demektir. Böyle bir sorunun yaşanmaması için gereken şey, yazann bilgi birikimi ile sezgisi arasında tutarlı bir denge kurmasıdır. Hiç değilse şunda uzlaşalım: Ürpertiye aşina olmayan biri için kuram, olsa olsa ayak bağıdır. Aykırt yaztlartn toplandığı Pusudaki Ten 'e böyle bir ürpertinin eşlik ettiğini söyleyebilir miyiz? Bilemem; sadece daha önce söylediğim bir şeyi burada tekrarlamak istiyorum: Kendisiyle yüzleşmekten korkan bir insanın maskesinde göz deliği yoktur. Çevreme şöyle bir bakınca görmekte zorlanmıyorum: Hep başkası mıncıklıyor bizi! Pusudakı Ten yasaklandığtna göre, "kendini mınaklama" bizde pek boş karşılanmıyor Hatırlayacaksın; bu kıtapla ilgıli dava açıldıg'ında, kendi kösemde biryazt yazıp, kilaplann yasaklandığt bir ülkede yaştyor olmaktan duyduğum sıkıntıyt dite getirmiştim. Yasak korkusu ile masa başına geçen bir yazar kendini özgür htssedebilir mi? Özgürlük görece bir şey. Doğrusunıı söylemek gerekirse, sınırların varlığı beni ürkütmek şöyle dursun, büsbütün kışkırtıyor. Kurallar bozulmak için vardır; içinde bulunduğumuz ortam ise, benim ayrıca çaba sarf etmeme gerek kalmadan, çiğneyeceğim kuralları hazırlop önüme koyuyor. Türkiye'de özgürlük adına savaşmak uygar ülkelerden çok daha kolay; çünkii neye el atsanız, kendiliğinden özgürlük adına savaşa döniişüyor sonuçta. Pusudaki Ten yasaklanmasına yasaklandı; ama hâlâ belli üniversitelerde öğrencilere önerilen kitaplar listesinde yer almaya devam ediyor. Demek ki, birisi kuralları çiğneyince, orada açılan yol çok geçmeuen patikaya döniişüyor. Bu düzene sığmakta zorfanıp, başkalanna katlanmakta ne denli güçlük çekiyorsam, başkaları da bana katlanmak zorunda. Son bir soru. bleşlırı, dcğerlendırme ve deneme arastna bir sınır çizgisi çektiğimizde, senin yazılannın buna uymaytp değerlendırme ile denementn iç içegeçti&inigörüyorum; ve yanılmtyorsam Türkiye'de senden baska örneğı yok hunun. örneğm son olarak Ahmet Yesil'le ilaili kitabtm okudum. Bence burada wz KOnusu olan şey, Ahmet'le flört eden koskoca bir deneme! Bu düsünceme katılıyor musun? Kalem yahut fırçayı eline alan herkes, eninde sonunda "kendi beni"ne kement atar; bu yalın gerçeği kabul etmeyen ya da doğası gereği buna uymakta zorlanan kişi ise, ürettiği her şeyde ne denli tıkız olduğunu gösterir bize. Üslup dediğimiz şey, ashnda parça parça etkilenmelerimizin toplamıdır; ama parçaları bir araya geldiğinde artık kendısi olmaktan çıkan toplam. Ortaöğrenim sırasında Andre Gide'den not ettiğim bir cümle hâlâ hatınmda: "Bir insanın etkilenerek değişmesi halinde kötüleşeceğine inanması için müstesna bir yetkinlİK mertebesine ulaşmış olması gerekir." O düzeye ulaşmak mümkün olmadığma göre, yaşam boyu başkalanndan etkilenip dururuz. Dolayısıyla ben de hayran olduğu birçok yazann muhayyel ortak paydasında ölünceye dek kendini aramaya yazgılı bir kişiyim arada bir kendimle buluştuğumda ise önce ben fark ediyorum bunun bir yanılsama olduğunu. • Eleştiriden yoruma, vorumdan eleştirive AHMET OKTAY leştiri; verili, kabul edilmiş/ettirilmiş gerçek/gerçeklikle araya sorgulayıcı bir mesafe koyabilme yeteneğidir. Tam da bu yüzden, eleştirel düşünce boyunduruktan kurtulmanın ve özgürleşmenin temel ilkesidir. Terry Eagleton'ın, eleştiriyi masum bir "disiplin" saymayışının nedeni de budur. Eleştiri, yapıt karşısında tavır alıştır her şeyden önce. Bir ön kabule ya da bir ön varsayıma dayanır ama yapıtla (resim, roman, şiir, oyun, opera) sürekli diyalojik bir ilişkiyi gerektirir bu ön varsayım. Yani eleştirmenin ön varsayımı bir önyargı olarak görülmemeüdir. Eleştiri yargılamaktan, hüküm vermekten çok müzakere etmeyi öneörür. Kuşkusuz, bu müzakere sırasında eleştirmen bir yerde ya da yanda durur zamanı geldiğinde. Çünkü belirttiğim gibi, eleş tiri son kertede dönüştürücü bir çabadır. Türkiye'de eleştiri, özellikle 1970'lerden sonra bilimsel ve nesnel olmaya çalışan bir disiplin olarak belirginleşti. Yeni çözümleme yöntemleri benimsendi. Yine de söylemek gerekir: Tam bir nesnellik mümkün değildir. Burada nesnellikten anlaşılması gereken, yapıt karşısında yü'zey ve derın yapı aynntılanyla saptanıncaya.yapıtın kirni zaman çelişkin de olabilen öğeleri birbiriyle eklemlendirilinceye kadar yansız kalınması gereöidir E g/mlı. Bu genel betimleme çerçevesinde, 1982 yılında Gösteri dergisinin eleştiri yarışmasını kazanarak yazı dünyasına giren ve geçen sürede küçümsenemeyecek bir toplama erişen (14 kıtap) Mehmet Ergüven'i nereye oturtmak gerekir? Şunu nemen vurgulamalıyım: Ergüven Renkle Ses Arasında (1987) ve Mavt Sakal llaklı (1991) adlı ilk iki kitabında müzikten edebiyata, operadan resme çeşitli ve farklı alarilarda kalem oynatıyor ve bir kültür eleştirmeni olarak beliriyordu. Ama giderek onun görme sorununa odaklandığına ve giderek resim sanatına yöneldiğine tanık olduk. Neşet Günal, Neşe Erdok, Devrim Erbil, Mustafa Horasan, Alp Tamer Ulukılıç, Ahmet Yeşil gibi ressamlar için çıkanlan kitaplara yazdığı açıklayıcı yazılarla belirginleşti. Burada yeri gelmişken eleştirel bir vurgu gerekir: Ergüven, bu oylumlu yazılannın yanı sıra birçok ressamın sergi kataloglannın yazan olarak da tanındı. Rahmedi Sezer Tansuğ'un yolunu açtığı bu tanıttm yazılannın yıpratıcı bir uğraş olduğunu düşünüyorum ben. Çünkü, bu yazılarda insan yeterince eleştirel olamıyor, ressamı kollamak ve bir tür kuş dili konuşmak zorunda kalıyor. Gönliim, Ergüven'in bu tür tanıtım yazılarında daha tutumlu olmasından yana. Bu kısa araya girmeden sonra, Ergüven'i tümüyle bir resim eleştirmeni oİarak görnıediğimi hemen belirteyim. Tam tersine: Üçüncü kitabının adı bile onun doğrultusunu betimliyor yeterince: Yoruma Doğru (1992). Bu kitaptan itibaren Mehmet Ergüven, görsel sanatlar alanında eleştirel boyutu da içeren yonımlamacı bir yöntemden yana durduğunu sezdirdi ve yorumlamanın ilkelerini belirlemeye başladı. Yorumun temel öğesi görme sorununda düğümleniyor Ergüven'de. Sırda$ Görüntüîer (1995) kitabından bir alıntı yapacağım: "Yeni bir şey düşünebilmenin temel koşulu görmeuir (...) Yorum, sınırları önceden çizilmiş olan bir devinim alanındaki özgürlük değil, bizi bucün ilgilendiren bir şeyi bulup çıkarnıaktır (s. 86). Bu iki cümlede Ergüven'in bakış açısını yakalamak mümkün: Yapıtlara ve dünyaya farklı biçimde bakabilmeyi başaran, hem yorumun hem yeninin önünü açmış olur. Ergüven, görme ve yorum sorunlarıyla didişmesi sırasında, cağının düsümel ufkuyla temasını yitirmemeyi, sanatın sorunlarını dünyanın sorunlarından ayırmamayı bildi. Eleştirinin son kertede, istese de istemese de öznel bir tavır olmaya yarcılı olduğunu vurguTadım yukarda. Ergüven, söylemek gerekir ki, yorumlarında özgün olmayı basanyorsa, bunu önce Dİlgi birikimine, sonra da bu birikimden öznel ve özgül sonuçlar çıkarabümesine borçlu. Görme sorununa yaptığı vurgunun bir nedenini anlamak kolay: Her şeyden önce bir sahne insanı Ergüven, bir opera yönetmeni. Sanneleme de her şeyden önce bomboş olan sahneyi kişiler, dekorlar, giysiler, ışıklarla birlikte dolu olarak görebilmeyi gerektiriyor. Bu doldurmanın, daha önce vapılmış doldurmalardan farkiı olmasının eerekeceğini söylemek bile fazla. Yortıma Doğru Ama daha genel bir çerçeveden de bakabiliriz soruna: Şeylerle ve görüntülerle çevriliyiz. Dahası her şeyin simüle edilebildiği, yapayın sahicinin yerine gecebildiği oir dünyadayız. Buysa, sunulanlann iyi görülmesini gerektiriyor. Yorumlama ve anlamlandırma sorunu, tam da bu yüzden görme/bilme sorunuyla bütünleşiyor. Mesajların kod açımı, burada söz konusu olan. Bir resme, bir fotoğrafa bakarken gördüğümüzün anlamını bulmaya çahşınz. Ergüven yazar Thomas Bernhard'ı odasında volta atarken gösteren fotoğrafinda görüntüden farklı şeyler okur. "boş duran odalar, Bernhard'ın çoğu kez 'monolog azmanı'na dönüşen yapıtlannda belli bölümlerin eşi olmaktan ziyade, o bölümleri düşlemeye aracılık eden özel yerlerdir" (Gölgemn Ucunda, s. 92, Sel Yayıncılık, 2001). Ergüven, Bernhard'ın evini/odasını okurken G. Bachelard'ın Mekânın Poetikast adlı kitabını anımsar elbet. Kuşkusuz hemen söylenmeli: Okur, hem Bernhard'ın yapıtlannı hem de Bachelard'ın yapıtını bilmek durumundadır Ergüven'in yorumunu kavrayabilmek ve onaylamak ya da onaylamamak için. Hemen her yazısında benzer sorunlar ürettiğinden, Ergüven'in, okurundan belli bir kültürel donanım ıstedtğı söylenebilir. Bu donanım olmadıkça Ergüven kapalt kalacaktır okura. Ergüven'in bir estet tavrını benimsemediğini belirtmek gerekir. Yoruma Do£ ru'da "Güzelin çağdaş resimde yeri yok" (s. 96, YKY, 1992) demişti zaten. Ergüven anlamayı, kod açmayı ve şifre çözmeyi ister. Bu konuda cesurdur, öznel olmaktan çekinmez yeri geldiğinde. Ürne ğin, rahmetli Salâh Birsel ününün doruğunda olduğu günlerde, onu artık okumadığını belirtmek cesaretini göstermiş ve ' retişin a dostlar, düttürü Leyla ki, düttürü Leyla bu yazüar" diye yazmıştı (MaviSakalHaklı, s. 133,RemziKitabevi, 1991). Be^lrl öznel ofenak zoranda Yapıt gibi eleştiri de son kertede toplumsalformasyonu göz önünde bulundurur. Sanatsal ve yazınsal düşünceler, eğilimler, teknikler belirli bir toplum içinde egemen duruma gelir, sonra yeni koşulların, düşüncelerin, eğilimlerin ve tekniklerin belirmesiyle gözden düşer, terk edilir ve dönüşürler. Eleştiri de ilgilendiği alandaki (yazın, plastik sanatlar, tiyatro, opera, sinema vb.) kuramsal ve kılgısal (pratik) değişmelere paralel olarak aeğişir. Eleştirinin nesnel olmayı ne kadar isterse istesin, son kertede öznel olmak zorunda olduğunu söyledim. Gerçekten de, sanat yapıtı gibi elestiri de eleştirme <t cinin kültürel, aüşünsel ve imgelemsel ujkuyla sınırlı ve ufka ba "Çajjpışmtap" DoğsplBndipniB ilo dBnoıra Uzun süredir fotoğraf sanatıyla yakından ilgilenen Ergüven, fotoğrafın gündelik yaşamımızdaKİ yerini ve işlevini çarpıcı yorumlarla dillendiriyor. Orneğin "Çağnşımlar" adlı denemesinde Andreas Feininger'in "Manhattan, 42. Street" adlı fotoğrafını yorumlarken yükselen gökdelenlerle rıhtıma bağlı romörkörler arasında anlamsal bir karşıtlık olduğunu vurguluyor ve oradan Puccini'nin II Tabarro'sunda Luigi'nin aryasma geçiyor: "Haklısın, en iyisi hiç düşünmedenV ba şı büküp, sırtı eğmek/ Bizim için hiçbir değeri yok hayatın/ ve her zevk acıya dönüşmekte". Şöyle yorumluyor Ergüven: "Farklı dillerdeki sanat eserleri arasında gizlice varlığını sürdüren dayanışma synanthanesthaı^ilegün ışığına çıkar' (Gölgenin Ucunda, s. 95, Sel Yayıncılık, 2001). Sanat dallan arasında dolaşırken insan yaşamının temel sorunsallanna değinmenin ve güncelle geçmiş arasında bağlantı kurmanın yollannı bulur Ergüven. Bu değinme yazısını bitirirken Mehmet Ergüven'in bir iki yıldır yasak alanlara girdiğini, pornografinin yasallaştınlması yolunda çaba harcadığını söyleyeceğim. Burada törel bir tavır görmeliyiz. Yasaklı ve dı§lanmış olanın yaşamını mesrulaştırma çabası küçümsenmemelidir. Sanat tarihinin ünlü adlannın, örneğin Caravaggio'nun resmini homoerotik açıdan okurken resmi yorumlara farklı bir boyut getirir Ergüven. Mehmet Ergüven'in müzikten sinemaya, fotoğraftan resme geniş bir alanı kuşatan denemelerinin önemli olduğunu ve okunması gerektiğini düşünüyorum. Ufuk açıcı, düşündürücü ve kışkırtıcı yazılardır hepsi. • mSAYFA 5 Ergüvenln muzlkten sinema va, fotoOraftanresme genlş bir alanı kusatan denemelerl önemll ve okunması gerek. CUMHURİYET KİTAP SAYI 582
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle