03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

0 K U R L A RA Lütfi Özkök hem şair hem de uluslararası bir fotoğraf sanatçıst. 1923 yılında Istanbul Feriköy'de doğdu. Viyana ve Paris'te öğrencilik yaptı. 1951 'de Paris'te tanışıp evlendiği eşi AnneMarie ile lsveç'e yerlesti. İsveçli ozanların şiirlerini esiyle birlikte Türkçeye çevirmeye başladı. llk çevirilerin yayımlandığı Yeditepe dergisinin sahibi Hüsamettin Bozok, İsveçli ozanlann fotoğraflartm da isteyince, ekonomik güçlüklerine karşın ilk fotoğrafmakinesini aldı ve günümüze kadar otuz biri Nobel ödülü sahibi yüzlerce ozatı ve yazarın portrelerini çekerek ün kazandı. 1953 yılında Lasse Söderberg'le birlikte Nâzım Hikmet, Orhan Veli, Oktay Ri/at, Melih Cevdet Anday, Fazıl Hüsnü Dağlarca'mn şiirlerini lsveççeye çevirerek "Ekmek ve Ask" adıyla yayımladt. 1964'te ilk fotoğraf kitabı "Warszawa" yayımlandı, aynı yıl bu kitaptaki resimlere yazar portrelerini de ekleyerek ilk sergisini açtı. 1965'te de "Yazar Portreleri''nden oluşan albümünü yayımladı. Yasamını, edebiyat, fotoğraf ve sinemaya adayan Lütfi Özkök, çağdaş îsveç şiirinin neredeyse tüm şairlerini dilimize aktardı denilebilir. Yazar portreleri ise ytllardır gazete ve dergilerimizin sayfalarında yer almaktadır. Fransız şiirinden yaptığı çeviriler ise îşveç'te yayımlanmıştır. Lütfi Özkök'e bizlere kazandırdıkları için binlerce kez daha tesekkür ediyoruz. Bol kitaplı günlerl... Katherine Mansfield'i okurken M cmct Fuat'ın Ölü Albayın Kızlan adıyla derleyıp çevirdiği nikâyeler ilkin 1953 ve 1983 vıllarında, daha sonra da 1991 yılında yayımlanmış. Dokuz hikâye yar kitapta. Ölü Albayın Kızlan'nda beni çarpan, Kat herine Mansfield'in (Bundan sonra K.M. diye yazacağun.) ayrıntıları kullanmaktaki ustalığı, benzetmelerinin mükemmelliği, akıl almaz gözlem gücü ve sevgiyle dolu yüreği oldu. Bunun için, alışılmış eleştirileri bir yana bırakıp, K.M. nin sevdiğim cümlelerini aktaracağım. Işte kitabın ilk hikâyesi "Yolculuk"tan bazı parçalar: "Eski iskclc karanlıktı, çok karanlık; antrepolar, hayvan vagonları, yuksek vinç ler, küçük yerden yapma lokomotif hepsi yoğun karankktan yontulup biçimlenmiş gibiydiler. (...) ...tahta direklerin ucunda fenerler asılıydı, ama cansız, titrek ışıklannı saçmaktan korkuyormuş cibi çekingen yanıyorlardı; sanki sadecekendıleri için." (s.7)/ Yüzününbilerek takınılmış bir görünüşü vardı. Dudakları da kıpırdıyordu; dua ediyor diye düşündü Fenella. Ihtiyar kadın ona bakarak başını salladı, şimdi bitiyor gibilerden." (s.9) / "Parmaklıklara karanlık crkek biçimleri abanmıştı. (...) Vapur hafif hafif sallanıyordu, sanki yıldızlar da sallanıyordu." (s. 10) / "... kama rot kız. Sonra arkasına döndü, üzgün gözlerle büyükannenin siyah giysisine, Fenclla'nın siyah ceketine, etekliğine, siyah bluzuna, şapkasına baktı. / Büyükanne başını salladı. "Tanrı öyle istedi," dedi. / Kamarot kızın dudaklan büzüldü, derin bir soluk aldı, göğsü genişler gibi oldu." (s. 11)/ "Güneş daha doğmamıştı, ama yıldızlar donuklaşmıştı, soluk gökyüzü ile soluk deniz aynı renkteydi. Kıyıda, topragın beyaz bir sisi dalgalanıyordu. Karanlık çalılıklar iyice seçiliyordu artık." (s. 14) / "Beyaz çakıl taşı döşeli, dar bir yoldan geçtiler; yolun iki yanında ıslak çiçekler uyumaktaydı."(s. 15) Ikinci hikâye "Resimler". Miss Moss, "edi, beyaz bacaklarındaki, düfiüm düğüm olmuş, yeşilimsi mavi damarlara bakarak öylece durdu." (s. 19) "Miss Moss tam ortada duruyordu, ama (garson) kızlar onu görmediler.' (s. 20). Uçüncü hikâye "Garden Parti". "Bir garden parti vermek için, hani ısmarlama bile olsa, daha güzel bir gün bulamazlardı. (...) garden partüerde herkesin hoşuna giden tek çiçegin gül olduğunu biliyorlardı sanki;... (s. 21/ Güzel akşam yavaş yavaş olgunlaştı, yavas yavaş soldu, yavaş yavaş yaprakları kapandı.' (s. 39) "Daracık bir yola girdi; duman içinde, karanlık." (s. 41) Dördünciı hikâye "Yeni Moda Evlilik". "Bir yıl kadar önce, Isabel, eski tarz ovuncakları, eşekleri, lokomotifleri, hepsini kırıp atmıştı, cünkü onlar 'korkunç derecede bayağı' şeylerdi, "yavrucakların biçim anlayışlannın bozubnasma neden oluyorlardı.'"/ " Bu son derece önemlidir,' demişti yenı Isabel... (Italikbenim.FN)" (s. 44) " 'Yeni Isabel ona, kocasına, baktı..." (s. 45) K.M.'nin gözlem dikkati: "Içeri iki adam eirdi, onun öniinden geçip öbür köşeye gittiler. Derken bir delikanh, golf sopalarını pakediğe yerlestirip öbür yana oturdu. Tren bir sarsıldı; yola koyuldular." (s. 46) "Tren başka bir istasyonda durdu. (...) ..kâğıtları ceplerine soktu; karşısındaki delikanh çoktan yok olnıuştu. Bu istasyonda da öbür ikisi indiler." (s. 48. Bu gözlemler, hikâyeye büyük bir gerçeklik duygusu katıyor.) "Yeni lsabel"e (s. 44, 45) karşıLk uEski günleri, eskı'haita tatillerini hatırladı;... " (s. 48) William, Yeni Moda Evlilik'te, durmadan çalışıyor, karısı har vurup harman savuruyor: "Tam o sırada dükkâncı göründü. 'Ah, unutuyordum. Paraları verilmedi,' dedi Bobby, Katherine Mansfield TURHANGÜNAY ~ KİTAP ^ Imtiyaz Sahibi: Çağ Pazarlama Gazete Dergl Kltap Basın ve vayın A.5. Adına Berin NadiOYayın Danışmani: Turtıan Cünay o Sorumlu Müdür Flkret llklz oGörsel Yönetmen: Dllek llkorurc Baski: Caudaş Matbaacılık Ltd. StJ.oldare Merkezl: Türkoeağı Cad NO: 3941 caflatoölu. 34 334 Istanbul Tet: (212) 512 05 050 Reklam: Medya C bir şeyden ürkmüş gibiydi. Isabel dükkâncıya para verdi, Bobby yeniden canlandı." (s. 50) K.M., William'm veyf»/Isabcl'in beleşçi çevresini, Isabel'in "yenı gülüfü'nü vurgulayarak bitiriyor hikâyeyi. Beşinci hikâye "llk Balosu". "Ah, ne kadar zordu, onlar gibi umursamaz durmak! Fazla gülmemeye çalışıyordu; aldırmamaya çalışıyordu. Ama her şey yeni, öyle heyecan vericiydi ki..." (s. 56) "...Küçük, saten ayakkabılar, kuşlar gibi birbirini kovalıyordu." (s. 57) "Utangaçlığmı unutmuştu; (...) Yelpazesini sıkı sıkı tuttu, parlak, altın rengi parkelere, çiçeklere, fenerlere, dans etmeyenlere ayrılmış olan yüksekçe yerdeki kırmızı haliya, yaldızh koltuklara, köşedeki orkestraya baktı, Nc güzel,' diye düşündü, zor nefes alıvordu, 'ne kadar güzel!'" / "...kızlara göz kulak olmak için gelen yaşlı kadmlar ise, koyu renk giysilerinin içinde aptal aptal gülümseyerek, cilalı döşemenin üstünde küçük, dikkatli adımlarlayürüyor, kırmızı halının oraya, yüksekçe yere doğru gidiyorlardı." (s. 58) "Meg kızlan birer birer dolaşarak Leila'yı gösteriyor, 'Yeğenim,' diyordu, 'adı Leila, taşradan yeni geldi. Göz kulak olun kıza. Kavalye bulun; benim konuğum." / " Yabancı yüzler Leila'ya gülümsüyordu tatlı tatlı, boş boş. Yabancı sesler cevap veriyordu: 'Elbette, şekerim.' Ama Leila kızların aslında kendisini görmediklerini hissediyordu. Gözleri crkcklerdeydi. Neden başlamıyordu erkekler? Ne bekıiyorlardı? Orada durmuş, eldivenlerini düzeltiyor, parlak saçlannı sıvazlıyor, birbirine bakıp gülümsüyorlardı. Sonra birdenbire, sanki yapmalan gereken işin bu olduğunu o anda anlamışlar gibi, parkelerin üstünde kayarak geldiler." (s. 59) / "Bir el belini yakaladı, Leila kendini bıraktı, havuza düşmüş bir çiçek gibi, suyun üstünde kaymaya başladı." (s. 60) / "Ilk balosu! Daha her şeyin başlangıcmdaydı. Sanki gecenin bile ne olduğunu yeni öğreniyordu. Onun bildiği gece, karanlık, sessiz, çoğu zaman güzel ah, evet ama azıcık da üzüntü verici bir şeydi. Âsık suratLydı. Ama, artık, bir daha, hiç öyle olmayacaktı gece göz kamaşlırıcı bir parlaklıkla açılmış, çiçeklenmişti." (s. 61) "Ama Leila artık dans etmek istemiyordu. (Hep yaşlı ve şişman adamlarla dans etmekten bıkmıştı! FN) Tam o sırada yumuşak, yavaş, iç açıcı bir müzik başladı, kıvırcık saçlı bir genç fttalik benim FN) gelip önünde eğildi. Dans etmek zorundaydı, ayıp olmasın diye, ...Ama, bir dakika, içinde, bir dönüsten sonra, ayakları kaymava, kaymaya başlaaı. Işıklar, çiçekler, giysiler, pembe yüzler... bir tekerlek gibi dönüp duruyordu. Bir sonraki kavalyesi onu şişman adama çarp tırdı, şişman adam dönüp, 'Pardon', dedi; Leila ona pırıl pınl gözlerle baktı. Adamı tanımamıştı bile." (s. 63) Altıncı hikâye "Ölü Albayın Kızlan . Babaları öleli bir hafta olmuş. îki kızkardeş: Constantia Uc Joscphınc. îlki sakin, ikincisi öfkeli. Constantia, "Silindir şapkasını kapıcıya versek babam kızar mı dersin?" diye soruyor, gerekçesini açıkhyor: Sık sık cenazelerc gidcn kapıcıya melon şapkayı verseler kim bilir nc kadar sevinir..." 'Ama,' diye bağırda Josephine, yastığınm üstünde dönüp karanlıkta Constantia'ya baktı, 'babamın başı!' Sonra birden korkunç bir an geçirdi, az kaldı kıkır kıkır gülecekti." (s. 64) /Josephine, öfkeyle, "Yorganı öyle bir çekti ki ayaklarının ikisi de açıkta kaldı, onları içeri sokabilmek için yastıklann üstüne tırmanıp büzüldü." (s. 65) "Constantia'nın uzun, soluk yüzü daha da uzar, öylece durarak, ta uzaklara uzaklara çevirirdi gözlerini, bir çölde yün ipliği gibi dümdüz uzanan bir deve kervanı görürdü..." (Nurse Andrews'un tereyağı yiyişine tepki.) (s. 67) "Evet, sonunda bütiin bu işler olup bitti, ama ikisi de babalannın bir daha hiç geri dönmeyeceğine inanamıyorlardı." Böyle Daşlayan o harika paragraftan bir alıntı: "... Ya harcanan paralar, dive düşündü, sıkı sıklva örtülü arabaya binerken. Ona, babasına, faturaları göstermesi gcrekincc. Ne derdi adam o zaman?" (s. 71) / "Ölen insanların fotoğrafları niçin böyle soluyor? diye düşündü Josephine. Bir insan ölür ölmez fotoğraflan da ölüyordu." / " Anneleri yaşasaydı, evlenebilirler miydi aca ba? Ama hiç öyle evlenebilecekleri bir kimse deçıkmamısükarşılarına.'>(s. 85) "Bütünhayatlan babalanna bakmak, bir de her şeyde babalannın isteğine uymakla geçmişti." (s. 86) Hikâye müthiş uir sonla biter: Josephine gclecek üzerinc korkunç derecede önemli bir şey" söylemek ister, Constantia da öyle, ama ikisi de düşündüklerini söylemeye bile cesaret edemezler. Belki bir an evlenmeyi, muduluğu düşünmüş olabilirler, ama hepsi o kadar... Ne "albay'mış be! Yedinci hikâye "Parker Ana'nın Hayatı". Parker Ana'nın tonınu ölmüş, evini temizlediği edebiyatçının sorusuna "Dün gömdük" diye cevap veriyor. Edebiyatçı soruyor: "Cenaze töreni iyi olmuştur herhalde." (s. 88) Ihtiyar kadınm sesi boğuk boğuk çıkıyor: " Anlamadım, efendim?" / "Mutfağın kirli küçük penceresinden neşesiz gökyüzünün geniş bir parçasını görebilirdiniz; hava bulutlu oldu mu, bu kez de uçları parça parça, her yanları delik deşik ya da çay rengi lekefer içinue, yıpranmış, eskımiş bulutlar doluşurdu o pencereye."(s.90) "On üç çocuğumuz vardı; yedisini gömdük. Evimiz kücük bir hastane gibiydi denebilir!" (S. 91. Türk köylüsü gibi! Amabizimkilerde" küçük bir hastane bulunmaz!) / "Cadde soöuktıı. Buz gibi bir rüzgâr vardı. Herkes hızıı hızlı geçip gidiyordu; erkekler yürüyen makaslara, kadınlar ise koşuşan kedilere benziyorlardı. Hiç kimsc bilmiyordu hiç kimse aldırmıyordu. (s. 94) "Edebiyatçının evine de gidemezdi; bir yabancının evinde ağlamaya nakkı yoktu. Kaldınmdaki basamaklardan birine oturacak olsa, bu kez de polis gelir, ne oldu diye sorardı." Ve çığlık gibi bir cümle: "Oturup kana kana aglayabilcceği bir yer yok muydu yeryüzünde?" (s. 95) Sekizinci hikâye "îdeal Bir Aile". Işte yaşlı Mr. Neave: "Dizlerini kaldıra kaldıra, ağır ağır yürüyordu; sanki hava su gibi ağırlaşmış, katılaşmıştı da, adamcağız ilerlerken zorlıiK çekiyordu." Yalnız bir ihtiyar... Dokuzuncu hikâye "Bir TatÜ Günü". "Üç köşcli kâğıt bir şaplca giymiş yaşlı bir kadın, sanki ölüm döşeğinde son öğüclünü veriyor, hani onu dinlerseniz hayatınızı kurtaracakmışsınız, yada crkc£inizin aldı başına gelecekmiş gibi: "Üç köşcli bir şapka al, yavrum, al giy başına!' "(s. 106) Bir nikâyeciyi tanıtmak için fena yöntem değil galiba. Katherine Mansfield'in adı hep Çehov'la birlikte anılır; K.M., bu onuru hak ediyor. • SAYFA 3 CUMHURİYET KİTAP SAYI 573
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle