Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
rekli besleyecek ve çoğaltacak bir zenginlik. Hakan Şenocak fantastikle gerçek arasındaki geçişlerle ustaca oynayarak, ama gerçeküstünü gerçeği vurgulamada satranç taşı gibi kullanarak kusursuz bir düle insan yüreğinin güzelliğine, karmaşasına eğüiyor. Oyküleri çok sağlam, duyarlı ve çekici. Atilla Şenkon kendi kırılgan yazınsal dünyasında gezinirken, espriden, biraz da gizemden örülmüş bir dııyarlık evreni kuruyor. Sema Kaygusuz ve Zehra Tırıl sırauan insanların dünyalarını derinlemcsine aktarmada kendi öykü ciillerini ve yapılannı etkileyici biçimde kurmıış görünüyorlar. Yekta Kopan ve Murat Gülsoy zekice, gizemli ve okuru eğlendirmeye yönelik bir öyküyü çalışırlarkcn klasik öykü formu içinde gösterge ve gösterilen ilişkileri Dakımından postmodernin kıyılarında geziniyorlar. Nalan Barbarosoğlu yaşamlarımızın görünmeyen, yüze vurmayan acı ve yoksunluklarını anlatırken inanılmaz bir an latım olgunluğu sergiliyor. Vurucu imgelerle günlük yaşamın göze çarpmayan aynntılarını yakalıyor, içimizi burkuyor. Faruk Duman hiçbir şev anlatmıyor görünmenin vurucu yalınlığı ile ayrıntıîardaki şiiri derinden duyuruyor bize. Met nini gereksiz sözcüklerden arındırmayı, yalnızca anları, görüntü ve sesleri yansıtmayı çok iyi başarıyor. Ahmet Yildız kişilerinin kaçışlannı, iç dünyalannı, kıstınlmışhk ve açmazlarını anlamanlamsızlık ekseninde aktarırken yaşamı ve öliimiı kutsııyor. Burada yetcrince izlemediğim için adlannı anamadığım öykücülerolduğunu söyleıneliyim. Ayrıca çözümlemeci, yol gösteren bir eleştiri ve değerlendirme yoksıınluğu, yapılanı yerli yerine koyacak uzmanlık kuramlarının olmayışı bizleri hiç kuşkusuz duygusal, öznel yaklaşımlanı iriyor olabilir. Şu var, ne bu ödüllere de katılım bir hayli fazla. Hemen her yıl JO yaşını aşmamış genç bir öykiicü aydınlığa çıkıyor, kimiferi dikkate değer bulunuyor, kimileri mansiyon alıyor. 1995 yılında Varlık dergisinin ödüliine 140 dosya katılmış, aynı yıl birkaç sayı Piişler Öyküler, arauk ayında ise Adam Öykü dergisi yayımlanmaya başlıyor. Demem o ki, bu dergiler çıkmazdan önce, gözünii öykü yazarak açmış, öykünün içine doğmuş yazarlar zaten vardı. Dergiler, bu yazarların neşinden gelerek, onlar tarafından tetiklendiler ve üretim ortamını daha da canlandırarak çok önemli bir destek verdiler. Ancak öykü zaten alttan alta kaynıyordu, (iyle olmasaydı Semih Gümuş, Açık Radyo'da katıldığı bir programda, Adam ( tykiı'nun çıkar çıkmazbu denli ilgi çekmesine, bu kadar çok dosya gelmesine şaşırdığını söylemezdi. Zaten böyle bir kaynama teşhis edilemediğinden, 9()'lı yıllann öyküsünden 'patlama' diye söz edilmedi mi? Ne var ki gözünü öyküyle acmış veni yazarların yanına şairler de katııdı. Çünkü 'öykü yazmak' yeni bir şeydi. Eaebiyat yaşantısı boyunca bir kez bile öykü yazmamış, bir kez bile öykü üzerine görüş belirtmemİ!} ijairler, dergilerin ön sayialannda öyküleriyle yer almaya başlaaılar. Kimi şair ve şaireler öykü kıtapları bile yayımladı. I lâlâ bir tek öykü yazmamış kimi şairler, öykü seçmeye başlayıp sezgilerine slğmarak öykü üzerine yarıpsikanalitik, yarı eleştirel metinler yazdılar. Buradan iki görüş çıkıyor, birincisi: 90 kuşağının yeni oykücüleri yazdıklarıyla ortama öyle bir heyecan kattılar ki bu heyecan yayılarak eli kalem tutan herkesi tetikledi, ki bu fazla iyimser bir yaklaşım olur; ikincisi ise yaıarcılıktır. I Iazır dergiler, hazır öyküye ısınmıs birkaç bin okur, şehir şehir yayılan Öykü Günleri varken, biriki öykü de ben yazayun, anlayışıdır bu. Bana kalırsa bütün yazarlann, 'Neden öykü yazıyorum' sorusunun sofistike yanıtlarını aramaktansa, 'Neden şimdi yazıyorum?' diye kendilerini sorgulamaları gerekir. Yeni olan her şey iyidir, kesin değerlidir diye bir anlayış kabul edilemez. Bir dersek diyelim bu bir süreç. Edebiyat uzun bir yoldur, süreklilik gerektirir ve onun saati çok ağır çalışır. Sonra zaman meyvelerini verir. Elenenler ve eleğin üstünde kalanlar her zaman olacaktır. Bütün yetenek ve nitelikli verimlerine karşın seslerini duyurmayı başaramayıp sonsuzlıığıın karanlığında kaybolanlar ve iyi pazarlama yeteneğiyle bir süre dıırumıı idare edenler de... Doğru yargılar için gereken eleme, ayıklama işlemini zaman yapacaktır. Bırakalım son dönem öykücüleri de arayışlannı özgürce sürdürsünler, yollarını yordamlarını belirleyip oturtsunlar. • öyküyü, yalnızca yenilikler barındırdığı için beğenmek, zayıf bir eleştiri mantı&ıaır. Herkes alışılagelmiş anlatım biçimle rinin dtşuıa çıkmak ister, ancak yeni olmak, amaç olmamalıdır. Öykünün gövdesinde, yenilik belirgin hale gelince amaçlanan şeyin yarattıgı zaaflar daha da yüzeye vuruyor. Bunlardan biri deneysellik; bana kalırsa yazarın hata yapma hakkı her zaman için kendinde saklıdır, kendi adıma hata üreten metinleri, riske giren yazarın arayışlarını, istikrarcı metiniere yeğlerim. Ancak, söz ettiğim şey yanlışlık üretmek değildir. Kendi görüşüme göre, deneysel olan bir metnin deneyselliğini bir çırpıda anlamamamız gerekir. Yazarın denemiş, sonuçlarını değerlendirıni^ ve kararını vererek bitirmiş olduğu öykü daha değerlidir. Oysa yenilik uğruna yapı lan kimi çalışmalarda, yazarın çalıştıgı laboratuvarın Kapısınm açık bırakıldığı gibi bir hisse kapılıyorıım. Bir de postmodernlik modası var. Yazı yazma eylemıy le ilişkilendirilen hemen her metnin postmouern oldugunu savlamak, post mo dern üretimi kunımsal bir yeniliöe sürüklemek değil mi? Öyle öyküler okuyorum ki, ne postmodern estetikle, ne felsefesiyle, ne de öğeleriyle, bir damla bile postmodern değil; ancak yazarı tarafından postmodern olarak tanımlanıyor. Kuralları yalnızca yazarı tarafından bilinen oyun kurma; okuru edilgenleştirmeye yönelik bulmaca döşeme; yazarın 'demek istemiştim' üstten bakışıyla hiçbir şey söylemeden ürertiği metinler; gizemli olacağım diye, yerin yedi kat dibine gömülen giz gibi unsurlar da kurumsallaşan, katılaşan yenilik öğeleridir bence. Ne şairferin öykü yazmasına, ne deneyselliğe, postmodern öyküye, bulmacaya, oyuna ne de form üzerindcki oynamalara karşıyım. Oykü yazan ve öykü okuyan biri olarak tek eleştirim, yenilik fetişizmine kapılarak bu unsurların çıplak kalmasıdır. iyi bir öykü yazmak amacının ve tekrara düşmeden eski numaraları tekrarlamasını bılen yazarın her zaman yeni kalacağından eminim. Bunun kanıtını, okuduğum iyi öykülerin tümünde, yazarı mezarda olsa da görüyorum... • Kurumsallaşan venilik SEMA KAYGUSUZ H içbir yazar yoktur ki, edebiyat çevresinden, okur eğilimindcn, yayıncı politikalarından, içinde bulunduğu koşullardan memnıın kalsın. Biz eskiden, diye söze başlayan çoğu ya zarın yirmi beş yıl önceki dergilerde verdikleri söyleşilerde de hep aynı şikâyet, aynı memnuniyetsizlik var. Oysa bir seylerin yokluğu üzerine konuşmaktan nep beraber sıkılmış olmamız gerekmez miydir> Bu 'yokluk' sarmalına kapılmaktansa, bugüne dair birkaç saptama yapmak istiyorum. Giinümüzde üretilen öykü bir parça yenidir, evet bıına katılıyorum. Çünkü içinde bugünün gerçekliğini barındırır, bu da iiriinii yeni kılar. Amakatlanılamayacak, var olan kurumları altüst edebilecek kadar 'yenı' değildir. Murat Gülsoy, Müge lplikçi, ben burada son dönem öy küciilüğündeki yönelişler hakkında birkaç söz edebiliyorsak, bu biraz eskimiş, kabul görmüş olduğumuzdandır. Belki, ürün bolluğu, söylem çeşitliliği, farklı öykü anlayışlarmın yarartığı renklilikten, yeni diye söz edebiliriz. Son yıllarda kimi dergilerde ve gazetelerin kitap eklerinde şöyle başlıklar ya da görüşler okudum: "Bugünün öyküsü yenidir. " " Yeni yazarlar, yepyeni öyküler yazıyorlar..." "Bütün kuraüann dışına çıkan, ayrıksı, yepyeni bir yazar!' "Ben, başka yazarlar gibi değilim." Yazarın, kendini bir kaidenin üzerine taşıyarak başkalarını kolaylrkla ötekileştirebildiği bir araç oldu, yenilik. O halde 'yeni' nedirr" 'Yeni'yi kavramsallaştırdığımda, baş lı başına yıkıcı olan, yadırganan, katlanılamayan bir defiişim olarak algılıyorum. Bugün yenilik diye pazarlanan, ama epey eski sayılacak bazı yöntemler gözüme ilişti, yeni gibi görünen, ama yeni oLmayan şeyler... Ben buna 'yeninin kurumsallaşması' diyorıım. Bu kurumsallaşmanın ba ^ında öykü yazmak! geliyor. Varlık dergisi, 1991 yılından bu..yana her yd Yasar Nabi Nayır Cîençlik Ödülleri düzenliyor. Öykü dalında ödüle kalılan dosya sayısı bir hayli fazla, hemen ardından Gençlik Kitabevi Gençlik üdülleri öykü dalında üdül vermeye başladı, Edebiyat vazneçmevenlerin işidir MURAT GÜLSOY B u yazıda, 20. Istanbul Kitap Iıı an'nda CAN Yayınlarının duzenlemiş olduğu "Günümüz Öykücülüğünde Yeni Eğilimler ve Arayışlar" başlıklı panelde yaptığımız tartısmada dile getirmeye çalıştığım göruşlcrimi özetlemeve çalısacağım. Tek tur halinde yapılan panelin son konuşma sırası bana geldiğinde şunu fark ettim: Kitapları aynı yayınevinden yayımlanan bu öykü yazarları birbirinden çok larklı bakış açılarından konııyu ele alıyorlar ve değerlendiriyorlar. Bu farklılığın edebiyatımıza ne derece yansıdığını değerlendirmek elbette okurların ve eleştirmenlerin işi; ama, ben bu Çeşttllllk panelde sergilcdijjimiz tavır farkldığı nın, günümüz öykücülüğünün küçük bir fotoğrafı olabileceğini düşünüyorum. Gerçekten de, şu anda öykü yazarlarını çeşitli ekoller veya akımlarla anlamaya çalıjjmak oldukça güç görünüyor. Bir ara sıkça telaffuz edildiğine tanık olduğumıız 'bunalım edebiyatı', 'postmodern', 'insansız edebiyat', 'konusan/konuşmavan edebiyat' ve benzeri kategorilerle bugünün öykücülüğünü tanımlamaya artık kimse uğraşmıyor. Çünkü, hemen her yazarın kendine özgü bir dünya kurmakta geçmişe oranla daha ccsur davranabiluiğini görüyorıız. Bu, kendi başına olumlu bir durumdur. Hiç kuşkusuz, bugünün öyküsünde gözlemleaiğimiz bu çeşitlilik ve zenginlik geçmiş dönemin edebi mirasından çok şey barındırmaktadır. Benim bugünün ede biyatına baktığımda gördüğüm böylesıne çeşitlenmiş bir öykücülüktür. Yazann kendine ö/.gü dünyayı inşa etmeye çalışmasından daha doğal bir şey yoktur. Bunu yaparken elbette edebiyat üzerine, kendisinin ve başkalannın yazdıklan üzerine düşünebilir; harta düşünmesi onun edebiyatını da geliştirir. Bu düşüncelerini okıırlarla ve diğer yazarlarla paylaşması da ufuk açıcıuır. Ancak, düşüncelerin paylaşılması, dayatmacı bir söylem üretmeye dönüştüğünde, yazann kurduğu cümleler zorunluluk ve hatta emir kipinde çınlamaya başladığında bir şeyler tersine dönmüş demektir. Evet, her tür 'düşünce açıklanması' örtük de olsa bir tür dayatma ve yönlendirme içeCUMHURİYET KİTAP SAYI 616 Dayatmacı Tavırlar SAYFA 6