08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

dın tiplerinden biri değildi."(s.5O5) Ne var ki Selim her şeye karşın ölüme duyarsız değildir. Kuzeni Pelin'in beklenmeyen ve basit bir nedenden kaynaklanan intiharı ve ölüm törenin üzerine ayrıntılı olarak eğilmesi onun yaşamöıüm üzerine ne denli duyarh olduğunu gösteriyor. Selim Pelin'in cenaze töreninde, kocası öldükten sonra en güzel elbiselerini giyerek onun yanına uzanıp diri diri yakılmayı bekleyen Hinduları, bir asilin ölümünden sonra harakiri yapan Japon köleleri, ölülerin kemiklerini ufalayıp yemeğe karışüran kimi Afrika kabUeıerini, ölen için bir domuzu kurban eden Romalıları hatırlayarak çeşitli ölüm rituellerine kısa bir yolculuk vapıyor. Selim'e göre "ölen herkes kendı gördükleri ve yaşadıklarıyla yetiniyor ve dünya tarihinin belirli bir anında kendi ışıklarını söndürüp çekip gidiyorlardı....Seksenlik doksanlık adamlar saçlannı boyuyor, pilli taze kalpler takıyor, suratlarını gerdıriyor, ondan sonra da Dünya'yı fetne çıkıyorlardı. îşte bugünün arkasında yalnız edebi gençlik arayışı teraneleri değil, aynı zamanda filmin en güzel bolümlerini kaçırmamak, ister ekran başında, ister stadvumlarda, ister düğün sofralannda, olayların canlı tanığı kalmak gibi kaygılar vardı. ister Türkiye'nin finalde Rusya'yı son anda bir uzak üçlük atarak yenip kazandığı Dünya Basketbol Şampiyonası olsun, ister prenses Diana'nın ölüp, sevgiüsi Dodi El Fayed'in sakat kaldığı o trajik ve tarihi kaza olsun, kim bu anılann heyecanını veya melodramatik yükünü kaçırmak isterdi?" (s.424) Giderek Selim yalnız kalmaktadır. Üstelik en yakınları ölerek ondan uzaklaşmışlardır. Romanın proloğunda, Mısırlı ünlü cerrah Sinuhe ıle Aziru arasındaki konuşmayı hatırlarsak Selim'in faturası baştan kesilmiştir bir bakıma: "Şu dünyada olup bitenlere bakıhrsa insanın en iyi dostunun ölüm olacağına kanaat getirdim. Hekim olarak ölüm diyan denen bir vere ve Mısırlı olarak da diğer âleme ve bedenin ebedileşmesine inanmıyorum. Bence ölüm, uzun bir uyku, bunaltıcı günü takip eden serin bir gecedir. Gözîerini yumacaksın ve ölüvereceksin, kalbin duracak ve canın hiçbir şey istemeyecek." Sonunda Selim Targan eylem filmlerine özgü acı bir ölümün eşiğine gelir. Zozi, karısı ve kızıyla düşüp kalkmış bu hızlı gence cezasını verecektir. Kurban yakalanır. îri kıyım adamlar tıpkı bu filmlerde olduğıı gibi kurbanla ölüm öncesi biraz dalga geçerler ve beklenen son gerçekleşir. Selim bir helikoptere bindirilir, Atlantiğin üzerinden aşağı aç köpek balıklarına vem olarak gönderilir. Okyanusta dişi bir köpek balığı Selim'e yaklaşır. hayatı boyunca dişinin çekiciliğini neredeyse her değerin üstünde tııtmuş Selim'i yalayıp yutan da yine bir dişi ofur. Tabii ki Seum balığa kolay teslim olmaz, dövüşürken onun gözünü çıkanr. Bu acı son, yaşamı kemiğine kadar yasamak isteyen Selim için bir olması gereken son mudur, yazcı mıdır, yoksabir ceza mıdır? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama romanın 591.sayfasında son söz olarak alıntılanan Sinuhe ve Aziru arasındaki konuşma, Selim'in ölürken duyamadığımız, yitip gitmiş monoloğunun karşılığı olacaktır: "Ben Sinuhe herkes gibi bir insanım. Herkesin içinde benim bir parçam bulunacak. Insanların gözyaşlannda, ıstırabında, korkusunda, iyiliğinde ve kötülüğünde, haksızlığında ve haklunda, iradesİzliğinde ve kuvvetinde benim bir yerim olacak. tnsan olarak her insanın içinde ebediyen yaşayacağım ve onun için mezarunın başında ne bir kurban, ne de adımın ebedıleşmesi için herhangi bir işaret istiyorum." • u Kettuk"/BedriBaykam/PiramidFilm Prodüksiyotı Yaptmalık ve Yayıncılık Tic.Ltd.Sti/ l.Bash, 2001/591 s. Fatma Gürel'in yeni öyküleri Isıkları Fatma Gürel, "Zurnanın Son Deliği", "Bir Yaz Gecesi" adlı öykü kitaplarından sonra, yeni yapıtında 17 güçlü öyküyle çıkıyor okurlarının karşısına. Anlattığı sevgiler, arayışlar, umutlar, yanılgılarla tüm yaşamın büyük gerçeğine bakmayı sağlıyor MEHMET BAŞARAN aşam öyle güzellikler sunuyor ki bakıp görmesıni bilene... Bir kuşatılıyorsunuz ki değişik renkler, tatlarla... Bahçelerin, evlerin kapılan aralanıveriyor; her biri ayn bir dünya... Yo! Alıştığımız güncel yaşam değil bu, içindekıleri degişik pırıltılarla yansıtan, eÜmize yüzümüze dokunarak geçen sessiz bir ırmak. Boyle bir ırmak akıyor işte Fatma Gürel'in Karşı Kıyının Isıkları adlı yapıtı içinde... Karşı Kıyının Işıklan!.. Bir düşünün, sizi de bir yerlere alıp götürmüyor mu bu ad? Ne mi var o öyküde? Hiiç, iki delişmen kızın karşı kıyıda geçen, o cıvıl cıvıl kıyıda geçen güzel bir günü; yani işte sıradan bir gün... Ama dönüşe yakın girilen kitapçıda karşılaşılan " ü . Bir kez karşılaşmaya görün O nunla. Sizin de içiniz rügârlanır: Geldiğiniz kıyıya döndüğünüzde sayıklar gibi konuşmaz mısınız siz de?: Iskele çok güzeldi, ayaklarımızın altındaki toprak çok güzeldi. Çiçek ağaçlar, kıyıda dolaşan insanlar geçirdiğimiz korkudan habersiz, her zamanki gibi yaşıyorlardı işte... Korkusuz yaşamak çok güzeldi (sf. 23) Karşı kıyıda ipildeşen ışıklar, ilk aşk güzelliğindedir gayn... Anlatıcı ataların, gizini yakalamış Fatma Gürel, usuldan usuldan konuşmaya başlıyor, ama bir güzel sürdürüyor ki, bir de bakıyorsunuz değişik bir ortamdasınız, o ortamın havasını soluyor, o ortamda yaşamaya başlıyorsunuz. Bozcadağ'dasınız, küçük Ege kasabasının geleneklerine bağlı, tekdüze, durcu yaşamı içinde. "O Yanık Sesli Kör Çalgıcı" sankı sizin de bildiğiniz, yan sesini dinlediğiniz biri... Dursun'un değil, güç koşullar içinde kendini yaratan; ekrneğini taştan çıkaran anasının, küçük kavruk bir kadının öyküsü bu. Bir işe tutunamayan oğuldan, bir sanatçı yaratmış Hayriye. Kör değil aslı da Dursun, ama öyle olmak zorunda. Kadını erkeği ayn eğlenen, yalnız düğünlerde bayramlarda canlanan Bozcadağ yaşamının ürünü o... dar bin yıl önce yaşamış ve aynı eşyayı tutmus olan bir insanın eline dokunuyordu sanki... Çok heyecanlıydı. Çok sevinçlıydi, titriyordu... Usul usul ağlamaya başladı. Neden ağladığını bilmeden ağladı. Gözyaşlan şişenin üstüne aktı... (sf. 28) Şu kadar Dİn yıl önce yaşamış bir insanın eline dokunuyormuş gibi olmak... Neden ağladığını bilmeden ağlamak... Bir hoş oldum ben de, bu satırlan okurken, bir yanlarım derin bir kesik gibi sızladı. Rilke'nin dizelerıni anımsadım: Şimdi dünyada nerede biri ağlıyorsa işte öyleağltyorsa dünyada Banaağlıyor... (Ciddi Saat, Çev: Behçet Necatigil) Genç, duyarlı genç kız da "bana", "bize", "insana" ağlamıyor mu? Bundan sonra bir canlılık, renkli bir devingenlik başbyor anlatımda, şişenin gizini çözmeye, bin yılların ötesinden gelen sesini duyrnaya, ona ulaşmaya yöneliyor öğrenci. Düş gücüyle varsayımlar üretmeye başlıyor. Doğruysa katüıyor ona şişe; değilse, doğrusunu açıklıyor kendi sesiyle. Aynntılanyla Ksidos dönemini, yaşamını, ölümünü öğreniyoruz. Onun yüzünden, yüzü gülmez, mutsuz bir insan haline gelen Heras'ın yaşamını da... Arkeoloji öğrencisi, durumu anladıkça, Tabiba'nınbu güzel ve güçlü kadınına saygı ve yakınlık duyuyor "Çünkü o, Ksidos'un erkinin gölgesinde yok olup gitmişti. Tıplu kendi erkek kardeşinin ona yapmak istediği gibi... Öğrenimine engel olmak is>temişti kardeşi. Aralarındaki savaşım hâlâ da sürüyordu. Binlerce yıl önce de, binlerce yıl sonra da kadın erkek durumunda önemli bir değişiklik olmamıştı. Savaşımının ne denli önemli olduğunu daha iyi anlıyordu şimdi. Sanki binlerce yıl önce şişeyi yapan, onu tutan insanların ellerine dokunmuş gibi titriyordu. O, savaşımında başardıydı... Sevinçliydi. Yanağına takılan son sevinç damlacığını, Heras'm üzüntülü gözyaşlarının yanına kattı... Yalnız zamanın derinliklerini, yeraltını değil; yaşamın, toplumun derinliklerini, insanların içini de çok iyi tanıyor öykücü Y En lyl dost Ama üçüncü öyküye geldiğimizde, sanatçımız derin vuruyor kazmayı yere "Kral Ksidos ile Gözyası Şişesi", bir kazıbilim öyküsü. Böyle aeaimse söz gelişi. Aslında çok boyudu bir öykü, zaman uzayında yaşanan bir insanlık dramı. Taiiba Kralı Ksidos öbür krallar gibi biri, hak kız kardeşininken erkek olduğu için o başa geçmiş. tyi bir insan Heras, her zaman yanında olmuş Ksidos'un. Ama krallar da ölür, Ksidos ölünce, görkemli bir mezar yapılmış kendisine. Konyalı arkeoloji öğrencisinin elinde, heyecandan titreyen ince parmaklan arasında, değişik bir gözyas,ı şişesi. Tam iki bin beş yüz otuz yıl, sekız ay, yirmi sekiz gün toprağın altında kalmış. Derinlerdeici karanlık dünyaya tanıklık etmiş... Zaman içinde yaman bir kazıbilime başlıyor öyKücümüz. O uzun sürede yeraltında olup bitenleri iplik iplik çözüyor; yokluğu, hiçliği, ölümü yaşatıyor. Bin yıllar, toza kansan yaşam ve gözyaşı şişesi... Genç kız bozlurın ortasında yapayalnızdı "Bulutsuz masmavi bir gökyüzünün altında, sararmış otların ortasında, toprak yığınlan arasında otutmuş, su ka Çok boyutkı öykü f müz. Yaman bir gözlemci en ince ayrıntılan bile gözden kaçırmıyor. Betimleıneler özgün, canlı. Dil, Kazdağı sularınca aydınlık yalın. Kurgu, ustaca; Doğal akışı içinde olup bitiyor her şey. Bitkinin yeşerip gelişmesi, tomurcuklanıp çicek açması gibi... Doğma büvüme "Egeli" Fatma Gürel. Kazdağı eteklerinde, Homeros babanın dizi dıbinde büyümüs. Belki de bundandır, bir zeytin ağacı bilgeliğiyle yaklaşıyor konulara. Zeytin ağacı gibi bilge, ama okuyanı etkileyen, yanıbaşımızda soluyan tipler çiziyor. Sanayi çarşısına gitmek üzere minibüse bindiğinde öfkesinden yerinde duramayan yazlıkçı öğretmenin "ağzının içi iğne fıçibi". "Iğneler batıyor boğazına, yanaklanna". Bir yükselenecek ki kendisini adatıp duran Hul ki Ustaya... ımnlflFt ssviMk Ama öyle güleç yüzlü bir adamla karşılaşıyor ki vardığımda... Adamın sıcak ilgisi, tatiı diü yaz yağmuru gibi yıkıyor içini: "... İnsan yüreği çok geniş Hocanım, herkese yer var. Yeter ki insan hoşgörmeyi bilsin, sevmeyi bilsin. Ben severim insanlan, hayvanfan, otlan, böcekleri, her şeyi... hepsine değer veririm... (sf. 40) Sonunda perdeler kalkar Hocanımın gözlerinden, daha bir hoşgörüyle bakmaya başlar dünyaya. Yaşamın küçük sevinçlerine hazırdır yüreği. Değişmiştir. Hiçbir şey dert etmeye değmez bu dünyada. Yaşamaya bakmalı insan. O da bir "Egeli" olmaktadır gayn... Ne değin Egeli olsa da, yalnız yöresinden beslenmiyor Fatma Gürel'in öyküleri; düşündüren, gülümseten başkaldırtan yanlanyla yaşamın her kesimini kuşatıyor. Çarpıcı gerçekleri verirken bile acıyı, öfkeyi, direnci eritiyor anlatımında. Daha da içe işleyici oluyor böylesi. Bize tanıttığı kendi göbeğini kendi kesen kara kuru Hayri'ye Kadın, aile baskısına direnen Konyalı arkeoloji öğrencisi; sırtında bir romanın ağırbğını taşıyan Çok tsimli Kadın (Munise, Neşe, Esra, Asuman olarak yaşadıkları) Son Kahvaltı'daki ölen polisin biri nikâhlı, biri nikâhsızyirmi yıl bir arada yaşayan çocuklar büyiiten kadınlan, Bir Bakraç Teşekkür'deki suskun algılatıyor okura, tüm açıklığıyla sergiliyor kadın gerçeğini... "Derinlerdeki Dost" öyküsünün kahramanı Boyacı Necdet, aruarla içli dışlı: "Önemli olan bunların dilinden anlamak, bunlarla anlaşmak. O zaman derine inersin" "Neyin derinine Usta" "Doğanın, varlıkların, etrafımızda olup bitenlerin" diyor. Derine inmeyi başarıyor öykülerinde Fatma Gürel de. "Akşam yürüyüşü"nde okuru da katıyor gezisine. Okura da seyrettiriyor ustaca betimleriyle Van Gogh ıın buğday tarlasını, okur da göz öze geliyor ressamın kendisiyle Sütçü evye nin kansıyla... "Bir Selvi Olmak"ta Bakanın buyruğuyla içi boşaltılmakta olan bir şirketingömüt yapürma olayı çevresinde iç yüzü: yalanla dolanla dönen dolaplar anlatılırken, günümüzdeki bunalımın nedenlerini de algılıyor. Hele o "Değişim"deki solcujar!.. Oykü Ustası Fatma Gürel, Zurnanın Son Deliği, Bir Yaz Gecesi adlı öykü kitaplarından sonra 17 güçlü öyküyle çıkıyor okurlarının karşısına yeni yapıtıyla; u anlattığı sevgiler, arayışlar, umutlar, yanılgılarla tüm yaşamın büyük gerçeğine bakmayı sağlıyor. " Kafana, yüreğine sağlık Fatma Gürel.» * Karşı Kıymtn Işıklan, Fatma Gürel, Remv Kitap Evi./U8 s. SAYFA 9 Fatma CUrel CUMHURİYET KİTAP SAYI 608
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle