Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
gene sana doneltm Şeytan diyorki, neyap et, sen de duyur sesınt Bazan düşünüyorum da, gerekli mir1 Kitap ille de gürültüyle mi öne atılmalı! Patırtıyla ortalığa hrlamak, saldırganlık gibi gelmiştir heu bana. Kitap dışıbirtakım uişkilere yaslanıp kitabı gozlere sokmak da, bu gibi görünmeler de hiç bana göre değil. tçeğılımım uyarınca arada bir kitapla sesisoluğu az çok belirginleşen biriyim. Eğrisi doğrusuna geliyor gene de: Işiten işitiyor. Beninı aldıın kitaba yansıyan, kitaplaşan sesimin gerçek yeriyıırdu, anayurdum dilimde. Dilimin sesi, özümün sesi; ozümün sesi, dilimin sesi. Başka hiçbir uğraşa zaman bırakmayan tek uğraşım, en tatlı tatların tatlandığı eylem: dilde, çoğun anadilimde dönenip durmak. Sesim ordan, orayla bir sesim, sesimle oralıyım. Bır bıçıme, ses kıtapta, kitap dılde, Öyleyse ne diye şımdı bu sonradankonuşma •* Ne bileyim ben, içimden geliverdi. O sık sık tanık olduğumuz sonradande ğerkatma gibi bir çabayla ilgilendiğim yok. Bir zamanlar uğraşa uğraşa bitiremediğim "anlama" yörelerının kafamagönlüme civi gibi çakılan o "başkalanbenibendeniyianlayabilir" gerçeğini nasıl unuturum. Öyleyken, bir kez de kendi sesimi başka biriymiş gibi duyumsayabilir miyim doğrultusunda bir deneyişe girişeyim dedim. Kendi sesine ne denli kulak kabartırsan kabart; ses, senden geliyorsa, oldu olmadı derken, bir de bakıyorsun, senben ister istcmez çoktan karışmış birbirine. Çoğun, insanın kendi kendini yargılaması sakıncalı bir şey. Şimdi de öyle. Demek ki tek bir dilekten ötesi benden öte bir şey. îçimin Scsi'ni okuyup duyacak dingin gözler kulaklar dilerim! Bu özkonuşmanın sözsonu gene senin. Söylcyeceg'ın bir sözün daha varsa durma söyle Söz çok da, peki, şöyle diyeyim: Özü özgeyi incitmeden keyfine bak! Unutma: Başkasının mutluluğunu arttır. Seninkine de güzel yansıları olur bunun. Bunu yazıyla yapabiliyorsan, yazıyla vap gitsin! Bu söylediğimi nice kez söyledım, yeni bir şey değil, fırsat geldikçe yenilemekten çekinmem de. Bildikmiş, ne çıkar: gevşek gevşek bir keyifle eskinin yeniden tadına varmak nice yeniden çok daha keyifli şey doğrusu. Hem sonra, yenihcpyeni, illedeyeni, hep cidilesi yol mu bu.* Yeri gelince, eskıyi anlamca yepyeni kılan söyleşibağlamları gerek bize. Onemli olan: Kişinin artarda bol soluklarla kendine yaraşan devingcnliktir. Bitmez, biteccp varsa da bitesi deg'il ama son bır sozcukle, ştmdılık de olsa, sözün sonunu getirelım biz gene. Sonmon dediğim, diyeceğim şu: Benden bu kadarmış, keşke daha uzun sıırse! lar gibi dinçsin. N'olur, bu satırlarda dillenen sesi yenikitabınbirçizgiciği diye yaftalama. Ortada bir !;ey yok henüz. Daha doğrusu var da, bakalım, göreceğiz. Suya gelince, duvar üs.tündeki testim Kaz Dağlan'ndan aşağı akan esinrilerle öğle sıcağı öncesındeki bulusmamızı kim bilir ne topraksı sabırsızhkla bekliyordur. Kışı zamanca uzayca kendi sesınden çok uzaklara da gıdebilır Ne diye gitmesin, deneyelim mP Neden olmasın, al sana: Eski Çin'den bir akrabam var, adı Yen. îkiz gibiyiz onunla. Kendini yetiştirmiş, çalışkan, saygılı.yardımsever, engin gönullü, keskince akıllı bir insan. Gençliği kıvamını bulduğunda, iççağnsına uygun düşen bir görev için oturduğu yerden ötelerde açılan bir sınava katılıyor. Verdiği yanıtlardan pek hoşnut olmadığı sınav sonuçları çizelgesine şöyle bir gözgezdirip adını görmeyince de köyün yolunu tutuyor. Dere tepe, yorgunluk bastırınca da gür bir ırmak üstündeki bir köprübaşında karşısına çıkan handa konaklıyor. Birbirinden güzel yapraklı ağaçlarla çevrili şirin bir dinlenme yeridir orası. Kesesince uygun bir şeyler ısmarlayıp sofraya çöküyor; kafasındaki bulutlar azıcık dağılsın diye damağınca birkaç bardak şarabı da unutmuyor. Çok geçmeden de başını masanın üzerine dayamadan edemiyor. Işte o an kapıda beliren atlılar kendisine başarılı kişilerden biri olduğunu söylüyorlar. Gözattığı çizelge ilk çizelgeymiş, arkası gelecekmiş, gelmİ!; de meğer. Şaşırıyor. Ödev ödevdir ama. Kırkelli yıl boyunca ödün vermeksizin durumun gerektirdiği yazı işlerini, seve seve yerine gctiriyor. Sonunda, hem yurtiçinde hem yurtdışında adım adım çıktığı oldukça üst katları bile isteye bırakıp cekiliyor. Doğruca o ilk sınav günlerinden tadı damağında kalan köpriı hanına özlemleseğirtiyor... O sıradabirden aralanıyorgozleri. Yanındakiler: "Anlaşilan, çok yorulmuştunıız; dahp gırtiniz" sözleriyle gülümsüyorlar. Yen de kendi gülümseyişiyle şöyle düşünüyor kendi kendine. Çalış çabala, dön dolaş, duy tat, kur kurgula sonu bir düş gene de. Peki, ya sonra, şimdideyiz şimdi. Ne ki bambaşka sesleri bile kendi sesindeözümserkişi. Nedenli uzaklardan devşirirsek devşirelim, bambaşka şeyleri bile kendi sesbiçemimize dönüştürürüz. Muhsin Ktzılkaya "Yılrnaz" Erdoğan'ı yazdı UZAKLAROAN Şairin bir delikanlı olarak portresi DİNÖNGÖZLfflKULAKUW Muhsin Kızılkaya, yoz bir dönemde şöhretin törpüleyeceği bir delikanlının portresini öç alır gibi çiziyor, Yılmaz" adlı kitabında... İBRAHİMYILDIRIM Önj ÖZGEYİİNCİTMHIBU KBVDİ8E8İME YETİŞEMBJİM lç, ses, kitap U/J. sıkıldım! Kaynak karınca kararınca kendın de ahan, koş koş ne iç'e, ne se.s 'e ne kitaba yetişebilirsin... Kendi sesıme yetışemedtm dıye üzülme ama. Yalnız de&iliz bu dünyada; pek çok şey raslantı işi, bakarsın başka bin çıkar, kendi sesim katar senin sesine, "Kendi sesim" dedtgin dayanışmalt bır anlamönem donammıyla gönlünü kafanı gönendiren bır paylaşıma erisir. Hadı gel, azıcık havadan sudan söz edelim, açtltrtz, ne dersin? • Olur. Bu sabah kalkar kalkmaz üç dizeli birkaç satır düştü içime. Şöyle bir şey: Damın adsız sansız bir tepecik eteğinde azıcık koya bakıyorsa, tç mayıştırıcı ikindileri izleyen geceler uykuyla boğuşsan da boğuşmasan da, Yaşın kjvamını bulmuş olsa bile, ertesi sabah kalkınca, oyun budalası çocukCUMHURİYET KİTAP SAYI 608 S ıl 1985: Yılmaz Erdoğan adlı delikanlı, Kocamustarapaşa'daki evin kapısından içeri girdiğinde, Istanbul denilen o en büyük "Kİtscrı şehrin" yaşamına ansızın dahil oluverir... Tuhaf bır dönemdir: Türkiye çağdaş (!) dönüşümünü tamamlamak için çırpınmaktaaır: yemek masalarına, pencere kenarIarına konulan plastik güllerin yetersizliği anlaşılmış olacak ki, Taksim Meydanı'ndaki devasa bir mağazada petrol türevi malzemelerden üretilmiş; dev bitkiler, tropik sarmaşıklar ve ağaçlar satılmakta, lüks lokantalarda yemekler melamin tabaklarda sunulmaktadır. Öte yandan şehri, cintonik eşliğinde hamburger yenilen, gençleri bir başka yaşama çağıran "pup"lar kuşatmıştır... GeceBİR OYUN leri ise, arabesk şarkılar eşliğinde mo Uzakyakın \aımızle şimdi de bır dern danslar yapılmakta; bu müzik türü, oyun mu oynasak, ne dersin y Anaesindalga dalga entelleşmekte, bugünkü pop tıyt pek bozmayan bır mruyanıt oyunu müziğin temellerini atmaktadır. Türkiye, olsun, istenen Şöyle ki. Şimdi burada, benden başka bır "sen " olsaydı, tek bır bı 1960 larda başlayan naylon plastik devrimıni tüketmekte, huzur içinde hızla tişiorusuyla sana ne sormastnt istcrdin? çağdaşlaşmaktadır. O dönemlerin yeni Buruşmasın yüzün, tşlerı daha da kartştırdın, dcme: yaşam zatcn, sayısız teker bir gerçeği de özel tclcvizyonlardır; onların sayesinde yazılı basın iyice renldenlemelenn tekerledığı uzere, bol dolambaçlt bir oyun. Yazarlıkia, o doğrultunun miş, kaynağını, besınıni televizyon şöhretlerinden edinen rengârenk magazin yoğun heyecant. dergileri türemiştir. Edebiyat da bu salSen kımsın? Işte kıytsından bucağından herkesin herkese sorduğu sorulartn gınuan payını almış ve renklenmeye basKorusu "Sen kimsın?" Apaçık dile getir lamıştır... Işte böyle bir dönemde, hayalsek de getirmesek de her seste, her sesle lerine yol çizmeye çalışan bir delikanlı Kocamustafapaşa'daki evin kapısını çanışte bu soru "Sen kimsin?" Yani "Ben lar ve şöhretin durmadan törpüleyeceği kimim?" (Hoş, 'sen', 'ben" dediğımız bir hayata adımını atar... neyte ne ışte ) Yanıl mı, ab bilebilseydim! Yok canım bir şeylere yaramıştır. Oyun mu, Muhsin Kızılkaya, yoz bir dönemde orasını ne kimse sorsun, ne ben söyleyeşöhretin törpüleyeceği bir delikanlının yim. Sıradağlar üstüme yıkılıyor sanki: portresini öç alır gibi çiziyor, Yılmaz adbacak kadar boyu var, türlii türlü huyu lı kitabında... Portre sözcüğü aslında yevar sorunun. Elde mi ama, 'ses'ten ses'e terli değil: Yazar yakın dönem anıları abalayıp duruyoruz. Aradabir de olsa, derlerken panoramik birgörüntü çizmeye çalışmış. Ancak, öğrenci evleri, okul uncaçababoşa gitmemiştir umudu iyi anıları, tiyatro kulislerinde yaşananlar ve geliyor insana. • diğer delikanhca söylemler portreyi biraz flulaştırıyor... Sanırım bundan amaç tçimin Sesi/Nermi Uygur / Yapı Kre"delikanlı" konseptini iyice vurguladi Yaytnlan/278 s. Y mak... Kitabı bir solukta okuyup biYtlmaz tirdiğinizde, ka paktaki delikanlı rotoğrafın özellik le seçildiğini de anlıyorsunuz: Gülümseyen bir öfkeyle bakıyor Yılmaz Erdoğan... Biraz külhan, biraz alıngan biraz da zekâsını iyi kullanabilen; düşünen adam... Kesinlikle arabesk değil; ama halka çok yakın... Araf'ı seçmiş besbelli!.. Önünde iki kapı var... Seçim kendisinin: Ya şiirini özgürleştirip, aydınlatıp kanatlandıracak ya da törpüleyen söhret kulvarında daha hızlı kosacak... Kim bilir belki üçüncü bir kapı daha vardır... * Flaubert, Ernest Feydau'ya yazdığı bir mektupta şunları söyler: "tnsan bir dostunun yaşamöyküsünü yazıyorsa, bunu onun öcünü alır gibi yapmalıdır." Muhsin Kızılkaya da aynı yöntemi uygu lamış, öç alır gibi yazmıs: Keşke bu öç alma eylemi, kişilere değü de Yılmaz Erdoğan a, Kocamustafapaşa'daki evden sonra sunulan yoz yaşama dönük olsaydı, Keşke, Hilmi Yavuz'un ve Zeki Coşkun'un Yılmaz Erdoğan'ın şiirleri için söylediklerini; onun verdikleri yanıtları hatırlatmasaydı Muhsin Kızılkaya... Bu "keşke"lerin nedeni çok basit: Şiirleriyle ruhunu soyan Yılmaz Erdoğan henüz klase edilememiş bir şairdir: Edinilmiş duyarlıkları bır yana bırakırsak, kimi zaman dizelerinde çok güzel kıvılcımlar dolaştırmaktadır. Bazı şeyleri hatırlamak ve hatırlatmak yazacağı şiirlere zarar verir, klase edilmesini kolaylaştırır; şiirini şenlik ateşine dönüştürmesini engeller... Sanırım, en "klase" edilmiş şairimiz olan ve çok da güzel şiirler yazmış olan Ümit Yaşar Oğuzcan'ın ötelerinde, onu aşan dızelcr beklemek Erdoğan okurlannın hakkıdır... Kocamustafapaşa'daki ilk gençlik çağının öğrenci evi büyük bir olasılıkla yıkılmamıştır, yerinde duruyordur. Çünkü, bu semt, her şeye karşın değişime, yoz yaşama direnmiştir. Zaman orada saklı duruyor! Şiir de! • Yılmaz / Muhsin Kızılkaya /Sel Yayınalık/252 s. SAYFA 13