08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

yere kocanıan bir teıazi kuruluyor. Insanlar gelip terazinin bir tarafına altın bırakmaya basjıyor. Altınlar adamın agırüğı kadar olunca tören bitiyor ve adam altınları alıp gidiyor. Olayın geçtiği yer, Pakistan'ın kuzcy bölgelerindeki Kplıisran. Ağa Han şişman bir adamdı. Ölünce yerine torunu Kerim geçti. Herhalde Ismaüiye taraftarlan buna sevinmişlerdir diye düşündüm cünkü zayıf bir gençti. Hâlâ bu altınla tartıltnak geleneğt sürüyor mu? Bu gelenek 50'ü yıllarda bitti. Gerçi yine alıyorlardı ama artık daha modern yöntemlerle alıyorlardı. Bir kere o bölgeye gitmiştim. dünyanın en uzun yaşayan insanları hep oralardan çıkıyor. Yaşlılar ama çok da dinçler. Bunun sırrını sordum. 'Kendi ritmimle yaşıyorum. Kimse beni zorlamaz" dedi birisi. Tabii, "aman şuna koşturayım, aman buna yetiseyim yok. Stres yok. Dağlık bir arazi olduğu için tarlaları teras teras yapmışlar. Adanı mesela 1 kilometre yukarı çıkıyor tarlasına gitmek için Tertemiz dağ havasında yavaş yavaş yüriıyerek her gün tarlasına çıkıp ıniyor. ()rada işlerıni yapıyor. Huzur içinde. Bir de oranın geleneksel ürünü, kayısı. Sürekli kayısı yiyorlar. Beni yemeğe davet ettiler. Beş çeşit yemek var: Kayısı çorbası, zeytinyağlı kayısı, etli kayısı yemeği, kayısı tatlısı lalan, hep kayısı. Kayısı da sağlığa iyi gelıyor. Bedenın ve beynın dinç kalmasını sağlıyor. Sız de yer mısıniz? Tabii. Bizim Malatya kayısısı yerim. İlvada "îki guzel kentini yaptt ölümlü ınsanlann. Bırınde düğünler, şölenler, sokakta yanan çırağtlann ıştğında, evlennden alıntp gezdirilen süslü gelınler, (. ) Ölekı kentın onünde konaklamıştı ıki ordu, erlerın sılahları parıl parıl parltyordu, gtdıp gelıyordubr ıkı düşunce arasında, ya baştan başa yıkacaklardı kentı, ya da bittün malı ikiye böleceklerdi." Homeros "İlvada" Çev. Azra Erhat, A Kadır, Can Yaytnlart, 1984 nsanlık tarihi boyunca savaşlar hep büyük acılar yaratmıştır, bunun farkına varmalarına rağmen halklar, savajı önleyecek güce de hiç sahip olmamışlardır. "Savaşlar olur, acılarına kadanılu" şeklınde her dönem insanı buna boyun eğmeyi oğrenmiştir sanki. Barış dönemleri de uzun savaşların arasındakı soluk alma zamanı gibi kalıcı olmadıöı gerçe^iyle kabul edilmistir. Savaşlar her dönemde acı kaynağı olsalar da, kitleleri yok etmeye yönelik silahlarla yapılan çağimızın savaşları, kahramanlarının yiğitlik öyküleriyle dolu, neredeyse romantik sayılacak savaşlarla karşılaştınldığında fazlasıyla soğuk ve acımasız gelir. Inceden inceye alay edercesine, Batı edebiyatının başlangıç noktası olarak bakılan eser de bir savaşı anlatır. Acımasızca bir kentin yok oluşunu anlatmasına rağmen, şövalye ruhlu yiğitlerin, onur, urur ve sadakat adına birbirlerini ölürmelerinde göz yaşartan bir romantizm bulur okuyucu. Troya savaşının destanı çaftlar boyunca sözlü olarak nesilden nesue an ^ latıldıktan sonra yaklaşık ÎÖ 8. yüzyılda Homeros tarafından bugün bildiğimiz yazılı şekline sokulmuştur. Homeros savaşın acımasızlığını tüm vahşetiyle anlatmaktan geri durmaz. Genç askerlerin ölümünü en kanlı, en canlı imgelerle verir. "En önce sivri kargısıyla Menoitios'un oğlu, vurdu kalçasından Areilykos'u, sırtını dönmüşken, tunç girdi saplandı kalçaya boydan boya, kargı kırdı kasık kemiğini, Areilykos duştü yüzükoyun toprağın üstüne." Savaşın ve ölümün çirkinliğini saklama gereği yoktur. Oldürenler çok iyi bilaikleri bir isi yaparcasına, neredeyse doğallıkla korkunç eylernlerde bulunurlar. Bir hayvan gibi öldürüldükleri için, Areilykos gibi çoğu asker, insanlık haysiyetini ölmeden önce teslim eder. Savaşın nedeni, Akhalı Meneleos'un güzel kansı Helene'nin, Troyalı Prens Paris tarafından kaçınlmasıdır. Bunun üzerine Akhalılar Helene'yi geri almak için Troya kentini yerle bir ederler. Savaşan erkeklerdir, fakat Homeros kadınların kaderinin de savaşa bağlı olduğunu unutmamamızı sağlar. Savaşa karşı duyulan insanca tepkiye rağmen 1 lomeros bir yandan da insanın vahşetten duyduğu heyecanı vererek, iki zıt duyguyu bir araya getirir. öldürme eylemini tutkulu bir av gibi anlatırken vahşetin insanlık dışı olduğunu da hissettirir. İnsanın doğası bu ikisini bir arada banndırır; kendisi adaletsizliğe, vahşete ve acıya maruz kaldığında duyduğu ofke ile diğer yanda kazanma ve alt etmenin verdiği karmaşık sevinç askerin ruhuna işlemiş gibidir. Birini diğerinden ayırmaya çalışmak, en azından bu destan içinde, saçma gelir. Tiım destan boyunca ikilem bize sık sık hatırlatılır: Savaşın çirkin mcrhametsizliği ile "korkunç giizelliği." Şair, şjiddetı yaşamın temel unsurlarından biri olarak ele alır ve duygusallasmadan bu gerçeği kabul eder; savaşa nep daha adil biryaşam uğruna girdiğine inanmanın cazibesi ve insan doğasındaki bu vahşeti kabul etmenin getirdiği rahadık. Destanın ilk satırı Akhilleus'un öfkesini anlatarak başlar. Akhalıların en cesur komutanı, yıllardır kuşatma altında tutulan Troya'nın kapısında Akhaların komutanı Agamemnon'la kavga eder. Duyduğu kinle, yaşamında tek anlamlı şey saydığı savaştan uzak durur, ta ki ha~ yattaki tek dostu Patroklos'un öldürüldüğünü duyuncaya dek. Şimdi tüm hiddetini dostunun öcünü almak için savaşmaya adar. Akhilleus şiddet içinde ve şiddet için yaşayan bir adamdır, canlılığını ancak şiddet eylemlerinde bulur. Troya'da kalırsa öldürüleceğini bilir fakat banş içinde çürümek yerine, kesin olarak bildıği ölümünü sevinçle seçer. Diğer tarafta, Troya kentinde Hektor savaşa cesurca ama çekinerek gider. Onun için savaş Akhilleus'un aksine zo runlu bir kötülüktür, banş günlerini nostaljiyle hatırlar ama barışın yenden eleceği inancını da yitirmiştir. Banş duyguları, kansı ve çocuğuyla kurduğu İİİŞKİye de yansır, ayrıca tüm kenti savaşa sürükleyen Helene'ye karşı bile çok anlayışlıdır kızgınlık duymaz Hektor'un çevresinde hep uygar bir yaşamın izlerin görürüz, varlıklı ve temiz Troya kenti, saraylar ve tapınaklarla doludur, ayrıca aile değerleri vc birliktelikler önemlidir. Oysa Akhilleus'un arka planında silahlarla donatılmış ordu karargâhı yalnızlık ve erken öleceğinin kesin Dİlgisi yatar. Bu iki adam arasındaki düello, şiirin doruk noktasını oluştunır. Akhilleus'un karşısında Hektor'un yenileceği, düşmanının güçlü öfkesinin onu öldüreceği de bilinir. Çünkü Akhilleus'un anayurdtı şiddet, uüşmanına yaşama hakkı tanımaz. Destanın zirvesi Hektor'un ölümü çevresinde gelişir. Homeros'un büyük oir denge ile verdiği karşıdıklar, Hektor için üzülürken Akhilleus'u da anlamamızı engellemez. Homeros'un destanını olağanüstü kılan en önemli öğe, anlattığı savası asla iyilerle kötülerin savaşı şekline sokmamasından kaynaklanır. Her iki tarafta da yiğitler çarpışır. Her yiğidin rarklı öyküsü olduğu için ve her birinin öyküsünü bildiğimiz için, ölen her asker için üzüntü duyarız. Akhilleus Hektor'u öldürürken söyledıği sözlerle ve cesede hakaret edişiyle vahşi biridir, tiksinti uyandırır, fakat tüm bunların altında dostunun ölümü karşısında duyduğu üzüntü onu yeniden ınsan yapar gözümüzde. Ve kitabın son bölümünde Akhilleus'un katı kalbinin yumuşadığını görmek ona yeni bir boyut getirir. Karşısında olduğunun ölümüne ağlayan Hektor'un babası Priamos'un görünce, kendi babasını ve onu bir daha göremeyeceğini düşünür. Bu sahnede Akhilleus ile Priam, katleden ile katledilenin babası birlikte ağlarlar: "Priamos girdi içeri kimseye görünmeden, gitti durdu Akhileus'un dızlenne, öptü ellerini, nice oğullarının almıştı canını o korkunç eller, o kanlı eller (...) Priamos yığıhp kalmıştı Akhilleus'un ayağı dibinde, yiğit öldüren Hektor'a ağlıyordu hıçkıra hıçkıra, Akhilleus da bir yandan babasına ağlıyordu, bir yandan da Patroklos'a ağbyordu bağıra çağıra. Hıçkınklar ve çığlıklarla doldu evin içi." Artık Akhilleus'un öfkesi yatıştığından, Hektor'un cesedini, şerefli bir cenaze töreniyle gömülmesi için babasına teslim etmiştir. Kendi ölümünün de yakın olduğunun bilincindedir, fakat savaş sona erdiği için artık banş konuşulmaya başlanır. "lyada" boyunca savaş ve banş, insan doğasında şekil bulduklan halleriyle, yok eden ve yaratan olarak çok kereler sembolik biçimde belirirler. Hephaistos'un Akhilleus için yaptığı silahlann üzerine, yazının başında alıntı yaptığımız iki şehrin desenleri anlatılır. Resmettiği kentlerden birinde banş, diğerinde savaş vardır. Birinde duğün sahnesi, danslar, anlaşamadıklan için yargıca basvuran insanlarm kenti; dığerinae kale kapılarında askerlerin savaşa hazırlandıkları, var olmak için umut arayan insanların kenti. îkinci kentin surlan dışında sığırlar, ak koyunlar, çobanlar kan içinde yatarlar, surlann içinde kariları, çocuklan korunmayı beklerler, ama sonunda savaş bir başladığında ölüm, ölümü çekmeye başlar. Akhilleus'un kalkanındaki betimlemcler trajedinin ana kahramanlarını geniş çerçeve içinde simgeleştirir; DU çerçeve içersinde Akhilleus'un öfkesi ile Hektor'un ölümü doğru orantılarda yerlerini bulurlar. • [email protected] SAYFA 15 hhan Koman ve Akdentz IraykeH Kıtapla tlhan Koman'dan bahsctmışsınız dma Akdenız heykelınden bahsetmemişsimz... Ilhan Koman, bende çok iz bırakan kişilcrden biridir. () heykeli de çok severim ama öyle kötü bir yerde oturuyor ki... O heykeli yaparken yanındaydım. Bence Akdeniz'in yüksek bir yere konması lazım. Mesela bir liman girişine. Düşünün geıniler pupa yelken gelip limana giriyor. Akdeniz de kollarını açmış onları karşılıyor. Heykel yapılırken, "Nereye koyacaklar bunu" diye sordum. ü da şöyle dedi: "Ben ne bileyim Evliya (çok gezdiğim için bana 'evliya' derdi). Karar verecekler ve bir yere koyacaklar". (Yerinı bilmeyenlere not: Akdeniz heykeli, Istanbul Zincirlikuyu'da, iş merkezlerinin önünde, ana caddenin kenannda kollarını açmış, duruyor.) Çok efendi birisiydi Ilhan Koman. Alçakgönüllüydü. tnsanı hiç kırmazdı. Ama kızdığı zaman da tam kızardı. Sizt en çok etkileyen baska kimler var? Gezginlik hayatımda bana yol gösterici olan, "pirim" Rolf Glomberg var. 50 yıldan fazfa gezginlik yapmıştır. Inanılmaz olaylar yaşamıştır.Ama o kadar sade ve alçakgönüllüdur ki, herkes yaşadığı azıcık bir şeyi abartarak anlatırken Rolf, indirerek anlaur. Mesela Amazonlar'da birAnakonda yılanıyla karşılaşmış 67 metre uzunluğunda, soba borusu kalınlığında bir ydan. Başka seçeneği olmadığı için yılanla boğuşmaya başlamış. Arkadaşlan yetişip kurtarnıışlar. Nasıl olduğunu sordum: "Fazla bir şey yok. Sizin yağlı güreşlere benziyordu. Elimi atıyorum, tutamıyorum, kaçırıyorum" diye anlatırdı. Düşünsenize, koca anakondayla boğuşmasını böyle anlatıyor. Sonra Pablo Neruda var: Şili'de birkaç yıl yaşadım. Onunla çok dolaştım, çok güzel anlar yaşadım. Nâzım'ın kansı Münevver Andaç var. Çok alçakgönüllü, sade, kişilildi, ödünsüz bir kadın. Ama aynı zamanda çok neşeli, çok şakacıydı. Ona biraz haksızhk yapıldı bence. Onat Kutlar var. Beraber geçirdiğim her saniyeden zevk aldığım birisiycu. Bazı kişilerin hiç ölmemesi lazım. Işte Onat böyle biriycu. • Zaman Bahçesinden Portreler/Gw«^ Karahuda/Yapt Kredi Yaytnlan/l 78 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 608 I S
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle