Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
r si "akış"tır. Istcr anlatım biçimindc istcr dcyiş vc yazıck olsun, belirleyici özellik "akış/'ta kcndini göstcriı. Uzun ya da kısa cümlelerle örülmiış bir yazı, eğer aknııyorsa gacırdayabılir; su gıbi atcıyorsa okurda "serbet" duygusu uyandınr. Uzun cümlelerle bal badem yaratmanın ustası Yaşar Kemal'dir. Kısa cümlelerle tempoya hız katıp şıirsellığı yakalayan yazarıınızçoktuı,amaaklıınaönceDursun Akçam gelir. Kısa cümİL'lcTİe akıeılığı sağlamak usta ışıdır. Bu deyış eger erbabının eline düşmezse okuru bisıkletle arnavutkaldınını üzerinde gezdirir. "Okur" deyınce yazar ile okur iletışimine geldik demektir. Bu ilelişimin herşeyden dc önemli olduğtınu söyleyebüi rim. Biryazarkimin icinyazarr' Hem kendısı hem de okurları ıçın. Insanların pay1 laşmadığı sanat ıırıınu olabilir mir Kultiir, ınsanlık adıııa üretdir. Bilinmeyen biı kultur, "bılınmcdik" kalır Kımsecığın haberi olmaz. Ama bakarsmız bir yazar, Kolombiya'da olan bırenı anlatır ve bu, Belcika'nın bir kasabasındaki madamın yııreğine saplanır. Lafı kaptırınca "SularNeGuzelse" kitabından uzaklaştık ıııı? 1 iayır. Yalım ve duru, aydınlık bir yazıyı sağdan soldan kuşattık ve sunu demek istedik: Kısa ciımlelenn akıcılığını başaran bir yazı, uzun cümleleri gözc almamak değildır. Tersine, "süzme" bir ışin yoğunluğunu getirir. Kaldı ki kısa cümleleri akıtmak zordur. Çünkü cünıle üzerirıde oynama olanağı sınırlıdır. Şoyle dıyelim: Uzun cümleııin "brüt"ü olabilir, oysa kısa cünıle "net"tir. Yaşar Kcmal'e gelince; onun yazısı, uzun cümleden çok, "uzunhava"ya yakındır. Bu da onun müthiş yeteneği, birikimi, üstünlüğüdür. Yaşar Kemal, cümleyi dilediği gibi savurur, cümleye daldığı gibi oradan buradan renkler getirir, renkleri isterse birleştirir, yoğurur veya dağıtır, bakarsınız tavuskuşunun kuyruğuna yanıştırır, oradan alıp uçuşturur, duman eder, resmeder ve mesela sarı, sırmalanmış buğdayla balkıyan, geceleri tarlalardaki traktörlerle yıldız yıldız dolan, homurtulu, kamyonları, ekini yeyip kusan biçerdöverleri, gürültülü fabrikaları, inanılmayacak kadar bıiyük şehirleri olan, karınca misali insan kaynayan, tozlu, sıcak, ter içinde akbulutlu Çukurova toprağını "uzunhava" dcyişişje anlatır. Bir de Erdal Öz'ün yazısına bakalım: "Fırlattığımız taşlar, yerini bulursa muz ağacının yumuşak bedenine gömülüp kalıyor, taşın gömüldüğü yerden sular sızıyordu. Bcn, bılerek, attığım taşı ağaca tutturamıyorum; kıyamıyordum ağaca. Ama lrfan'ın keyfıni kaçırmamak için se simi çıkarmamıştım o gün. O da atttğı taşları önce pek tutturamıyordu, ama sonra alışınca attığı her taş muz ağacının gövdesine saplamp kalıyor. lrfan sevinçleelleriniçırpıyordu. Muzağacıağlamıştı o gün. Sonra üzerindcki büyük muz salkımlarıyla birlikte on gün içinde sararıp solmuştu zavallı agaç..." "Akış" sürçüp tökeziemedikten sonra, uzun ya da kısa cıımle olmuş, ikisi de başımgözüm üstüne! "Uzunhava"yı andık, "kırılchava"yı unutmayalım: Türküleri miz hep kırıkhavadır. Bir husus dalıa var: Kitapta yer alan öykiiler, genelde çocukluk anıları eğimin den yararlandığı için "çocuk deyişi"nin tadında Saydam, yumuşak, içten, sıcak bir deyiş... Biraz da tatlı: Fnginar yerken suyu yudumlamakgibi. Bu yumuşacık ve hafif tatlı deyışi, uzun cümlelerın ağdasına bulamak mümkün mur1 Okurken canım enginar istedi, bir bardak da Taşdelen suyu! Sevgilı Metın Altıok yaşıyor olsa şu üçlüğü söylcrdi: "Bir kamyon gördüm güvcrcın dolıı/ Bırkaç güvercin ür küp havalanınca/ Anladım buğday yüklü olduğunu." Çocııklar ne guzeklır, ne kadar da saftıı. Bir de onlar ölmese... Doğa ile savasım oyuncak değlldlr. bu l$in sakası yoktur. Erdal öz. bütün bunları derin kavrayısla değeriendlrmeslnl blllyor Öykü HTf lyatağı "Ana motiP'ı evirıp çeviren hızlı tempolu on öyküden oluşuyor "Sular Ne Güzelse", Tempo için "hızlı" dedim, ama pek de dcğil: Allcgro. Bu akış hızı, öyküleri hem sürüklüyor, hem de okura öykü nün işleniş tadını sindirme olanağı tanıyor. Tam kıvamında. Doğaldır ki tempo, öyküsune göre, anlatılana göre değişebilir. Üstelik, yer yer hızlanıp ağırlaşması, öykü ırmağının yatağına kalnıış bir iştir. Akarsular, kendi oluşturduğugölcüklereyayılıpserilebilir; hırçınlaşıp örkclendiği, kcndini taştan taşa vurduğu yerlere de gelebilir. Onun astl özelliği, durmayı becerememesidir. Erdal Öz, çok dikkatli bir biçim (form) çalışmasıyla öykülerin serüvenine akarsu kıvrımları getirmiş. "Bölümleme" yapmıyor; biçimin gereği olan "ara"Iar serpiştiriyor. Bunlar "ayrım" değil, "kıvrım . Böylelikle konuyu başka bir yönden ele alıyor. Bazen de konunun "önccsi'nc dönüyor. Şöyle söyleyelim: Akarsuyu aktığı yön boyunca izlemeyi bırakıp bu kez kaynağına doğru giderek anlatıyor. Geri dönüş tekniğine eğılim mi dersinizr* Hayır, konuyu başka açılardan irdeliyor. Müzikte Duna "temanın geliştirımi' denir. Öykülerde üç satırhk t>ir boşluk, beyaz bir "ara" görürseniz, btliniz ki ırmağın yeni bir kıvnrmna gelinmiştir. Hangi ırmak dümdüz, sopa gibidir? Sanatta "form", temanın eğim ve bükümlerini, tersini ve yüzünü göstcrme bilincidir. "Sanatta" mı dedim? "Sonat"ta da böyledir. Erdal Öz'ün bu kitapta "Bir Uçurtma Gibi" başlıklı öyle bir öyküsü var ki, gerilim ve çözülümlerin bu dcnli başanyla kullanıldığı pek az öykü okudum. Soluğumu tuttum ya da tutamadım, satırları üccr beşcr yedim, düğümlcncn boğazıma ellerimi yapıştırdım, gerilimin bütün "syndrome' larını yaşadım, sonra da "çözülüm"ün dinginliğini, ufalanışı ve yumuşakhğıyla karşılaştım. Kaç kere itiştim, boğaz boğaza geldim öyküyle ve kaç kere kendimi yine o ılık, ipeksi, uçuk rcnkli buğunun içinde buldum... Bilinmelidir ki uçurtma, bir çocuk Uçurtma ve kılıçbakğt oyuncagı olmakla kalmaz. tpi insanoğlunun elinde olan, uzaktaki, belki de en uzaktaki nesnedir uçurtma. îki yüz, üç yüz metreye salıverebilirsiniz onu; elinizdekı sıcım, derılerinizi sıyırıp yaktıkça aranızdaki bağın gücünü lcavrar, tartarsınız. Yeryüzünde insanın fizik bağlantıyı elde sımsıkı tutarak bu kadar uzaklara gönderebildiği tek ama tek şeydir uçurtma. TelgraF, telefon teline benzemez. Belki biraz oltaya benzeyebilir; ü l tayı da iki yüz kulaç derinliğe gönderebilirsiniz. Evet, mesina elinizdedir, ama ifineyi göremezsiniz; nerede, ne durumda olduöunu bilemezsiniz. Sezgiyle kumanda edersiniz. Uçurtmayı ise görerek yönlendirdiğiniz gibi, onunla oynarsınız, oynatırsınız onu... Insan cgcmenliğinin yükscklerdeki bayrağıdır uçurtma. Dikkat ederseniz, evrenselliğin simgesidir. Aklıma Hemingway'den "ihtiyar Balıkçı ve Deniz" geliyor. Yeke yek, insan ve doğa karşı karşıya... Hemingway, bu ikisini katıksız, yalınçıplak ele almıştır: Denizin ortasında, küçük teknesiyle yaşlı bir insanın doğayla egemenlik kavgası! Önavı, sonra ona doğanın yace nıtı: Könekbalığı saldırısı! Kılıçbalığı avı aşamasında sevecendir balıkçı; onunla konuşur, hatta söylenir, yakınır, balığı yola getirmeye çalışır, ona yalvarır... Sevecenlık, kılıçbalığının avlanmasıyla doruğa çıkar: İnsanın doğaya cgemcn olmasının sevinci yaşanır. Ama bu yengi, köpekbalığıyla girişiJen amansız kavgada yenilgiye dönüşür. Başlangıçtaki sevecen yaklaşımında sanki uçurtma uçuruyor gibidir ihtiyar balıkçı. Oltanın iğnesinde olanları göremez, ama mesinauan gelen jşaretlere göre deneyimini kullanıp değişen gerçekliği izlemeye çalışır. Bilinen ille nilinmeyen, görünen ille görünmeyen arasındaki bu gidiş eeliş, sanatın gizcmine hem denk düşer, ncm de "merak" öğesini yükseltir, gerilimi körükler. Uçurtmamız ise insanın egemenliğini görünür biçimde sergiler Olayın kahra manıolan uçurtma, sevimli,biraz hoppa, oyunbaz ve tabii uçarıdır. Oyunbazlığın balıkçıhğa, denize açılmaya benzediği söylenemez: Doğa ile savaşım oyuncak değildir, bu isin şakası yoktur. Erdal Öz, bütün bunları derin kavrayısla değcrlcndirmesini biliyor: Bir yandan oyuncağın uçarılığını trajik öğelere yönclterek inanılmaz birgerilim sağlıyor, bir yandan da yüzyılların agırlığını taşıyan evrensel boyutları oyuncaksı hale getirip çözülüme ulaşıyor. Sanatta "derinlik' bu olsa gcrek. Bravo! Bir zamanlar "Türkiye Yazılan" adlı bir edebiyat dergisi yayımladım. Dergiye "kitap tanıtma" yazılan da gelirdi. Bunlardan bazıları, kitapta yer alan öyküleri tek tek özetler, önünüze bir posa koyardı. Yayımlanmazdı bu yazılar, ama ben şu gerçeği iyıce öğrendım. Öyküyü özetlemek olacak şcy değildir; ve birden fazla öykü üzerinde durmak da pek doğru değildir. Sanatın "giz"lerinc açıktan müdanaledir. (Bir musibet, bin nasihata bedeldir). Burada Erdal Öz'ün kitabını "tanıtmak" gibi bir niyetım olmadığına göre, çok önemli bulduğum "Kediler" başlıklı öyküye izninizle cğileceğim: "Kediler", doğanın iç çelişkilerini simgeliyor. "Doğanın dengesi" de diyebiliriz nuna; ve doğanın başlıca yasalanndan biri olan "ayıklanma" (sefection) olgusu, kedilerin serüvenindeöyleçarpıct, ayrıntıiı ve canlı betimleniyor ki kedilerden hazzedin ya da etmeyın, doğal gerçeklikten yanaysanız, bu öyküyü sil baştan bcş kere, on kere okumak durumundasınız. Bir "dişi" kedi ve ona sahip olmak isteyen açgözlü, abazan, kıskanç, edepsiz, kavgacı erkck kediler... Aman yarabbim, şimdi kedilerarası bir kavganın, kıyasıya bir muharebenın tam ortasındasınız! Ânladık da, sadcdegelelim: "O yüksek daldan ne zaman inileceğini, dişinin üzerine ne zaman binileceğini" bilen kedi, hangisi ola dersinizr1 Şu kadarını söyleyeyım: Ya doğanın "selection" yasasını açıp incelersiniz, ya da Erdal Öz'ün "Kediler" öyküsünü okursunuz. Göreceksiniz, si/in de içinizden aynı dııygu, aynı haykırış yükselecek: Bravo bravissimo! • C U M H U R İ Y E T KİTAP SAYI 4 1 6 SAYFA 8