Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
lıyor: tnsan yazma üstiindc tam anlamtyla yoiunlaşınca, yapıtın bazı hölümlertni ya da ölçülerıni kaçırsa bilc. CJülütı Adı'nı, örneğin, ortaçag'müziğ.i, hirdejesualdo'nun madrigalleriyle çevirdim. Foucault Sarkacı'na kolay kolay ritim tutturamadım başlangıçta, sonra harokta karar kıldını daha uygununu bulamayınca. Gerçekten de, Voucault Sarkacı m, kurgusu, biçimihahmından bir müzik yapıtı gibı algdamıslım çeviri süresı hoyunca. Kıtşkusuz, bıtinen klcısik biçimler dışında, kendine özgü bir biçimi olan bır mitzik yapıtı." Haziran 1922, AnkaraSonunda bitiriyor çeviriyi. Foucault Sarkacı'nın çevirisini. Bir daha hiçbir Eco labirentinc dalmayacaöını söylüyor: "Sanırım, Eco da, Sarkaç da bittibcnim için. Varstn Eco, kimbilir hangi labirenllcrde dolaşsın, varsın Sarkaç, bir başına sonsuza dek salınıp dursun, aptal, ruhsuz yaratık." Çcviri sonrası süreci yaşamaya başlı vor va, ondan bu hırçınlık. Belli belirsiz bir niizün duygusıı kaplıyor içini. lnsanın uzun bir zaman dilimini birlikte geçirdiği, acıyı tatlıyı bölüştüöü bir yapıttan bir arıda kopnıası olanaksız... Şık, zarif, elektrikli makincsi her bozulduğunda, l'oucault Sarkacı'nın o uzun sürmiiş çeviri süreci boyunca, kendine bir bilgisayar alıp almama ikilemini yaşıyor, bu arada elektronik makinesini kaldınp atıyor, 60'h yıllardan kalma emektar Adler'ini çıkarıyor Şadan Karadeniz. Tıkır tıkır yazıyor yazmasına, ama iki saat yazdıktan sonra kolları öylesine ağnmaya başlıyor ki, Sarkaç biter bit mez, elektronik makineler karşısında kapıldığı yılgınlığı yenip bir bilgisayar almaya söz veriyor kendine. "Bugüne değin çevırdig'im yapıllar içindc, biigisayarı en çok gerektireninı, Foucault Sarkacı'nı neredeyse anakronik, hanlal mı hantal bir daktilo makineün de yaztnak zorunda kalışım gcrçekten hazin, daha doffrusu, hem hazin, hem de iro nik. İlstclik on parmakla yazdığımdan tuşlaraaym güçlükle basabilmek için ö'zel likle iki elimin de yü'zük parmaklarıyla serçc parmakları agrtlar içtnde. Yedi yü'z sayfayı askın dev gtbı bir metin; üstelık daktilo yanlıslartnt düzeltmek, hele şerit deg*iştirmek dünyanın vaktini altyor " Güncelerin arasında italik harflerle basılmış öykü niteliöinde, şiir tadında bölümlerin deyeraldıgı llçan KaçanSb'zcüklcrin Ardtnda'nın bir önemli özelliği de, bilgisayarla onu kullanan kişi arasındaki iıişkinin ilk kez yanılmıyorsamedebiyatımıza yansıtılmış olmasından kaynajdanıyor. " 11 Ocak 1994 Sonunda oldıı, aldım; makineden çuk, ilkel bir hayvana benziyor. tlkin yadırgıyor iman bu ganp biçimli yaratığt. Ne canlı, nc dc$jl. Dcrinden, uğultulu bir soluk alması var. Ama en önemlisi, belleğı var Mckanik bir bcllck; mckanik oldugu için de şaşmaz Ara ara da 'Amma da yaptın, böylc şcy olmaz' anlamına, yakınan, madeniibir sesle uyanyor insanı." Sadan Karadeniz, kendini bilgisayara daha yalun duyumsayabilmek icin hem men bir ad veriyor ona: Belbo! Bu adı seçişi, Belbo ile arasındaki bağın henüz kopmamış olmasından. Belki de Belbo nun, l'oucault Sarkacı'nın gerçek anlamda, biricik "roman kişisı"oluşuruian, dahası, onunla kendi arasında bir benzerlik, bir koşutluk kurmasından, bir yazgı ortaklıklan olmasından kaynaklanıyor bu bağ. "8 Şubat 1994 Salı, Ankara lielhoya çuk sinirlendım bugiın. Ne ıstcdimseyapmadı. Bıldığindcn şaşmtyor. Kolay kolay bir sey yutmuynr. Ama yalmzca ona belletilenler tçın bi'rylc bu. Belleğine bir şey kaydvderseniz sonsuza dek unutmuyor. Ama düşünce üretmiyor. (iene de Bel bo'yu sevmekten caymayacağım. Herşeydcn önce adı için. tnsan yıllar yılı birlikte yaşadıfo birini nasıl kolay kolay unutamazsa, bir nesneyi de o'yle kolay kolay unutamaz." Karadeııiz'dc, doğduğu ama biiyümediği kıyı kasabasında; Bes,ikdüzü'nde, yiıksek bir tepeciğe kurıılu, denizc bakan kiiçük, eski köy evi; o evlc umulmadık bir bicjmde bağdaşan barok miızi, portakal rcngi, minicik SilverReed dak tilo makinesi, kuşlar, kiraz, erik, nar, fındık aöaçları, o güzelim çam a^acına sımsıkı, boğarcasına sarılan yapış yapış fasulye tevekleri, asalak sarmasıklar, iki uzun, narin kızılağaç. Yüzyıllık ahşap duvara asılı iki karr. tkisi de Adalel Agaoğlu'ndan. Duvardaki kücük ratta, \\a dıGidelim, yıllardtr Pafile Pufun kulağına bir şeylcr hsıldayıp duruyor. Kart îarla birlikte bir Adalet Ağaoğlu köşesi oluşturuyor. Yan duvarda, Latince bir özdeyis, var: Vanitas Omni Vanitatem. "Her şeyin hoslugu(dtır) bosluk." "Aztcık imgelem kanştırırsam işin içine yazı geçirmeye mâlikanesine gelmiş, henüz Petershurgu üzlemeye baslamamış (nedir, o, Çehov oyunlartndaki Petcrsburg özlemi?) bir soylu gibi gorebilirim kendimi. Oysa, sabahtn beşlerindc gündoSufunu seyretmek için kalkıyorum ya taktan. Gün boyu çalısıyorum; a&artılmış amerikanbezlerine danteller dikiyorum, yorulunca. Ustalarla uğrasıyorum. Eskıyi nnaracağıma, neden yenı bir aparlman (kuşkusuz, beton!)yaptırmadtğımı soranları yanttlıyorum..." Katherine Mansfield'den Tolstoy'a, Latin ozanlarından C.csarc Pavese'ye, Shakcspeare'e, Cîide'dcn Rilke'ye, Marquez'e, Salâh Birscl'den Bilge Karasu'ya kadar yazınsal bir geziye de çıkıyoruz Karadeniz'in gtincesini okıırken. Bilge Karasu dedinı de.. öylesine duyarlı bir bölüm ki bu, hayır, burada anlatmayacagım, hem zaten başında beri kendi kenuİni anlatıyor, kitap... "Bir gün yazacak olursam yazabilirsem insanların erisilmezliği üstüneyazardım sanıyorum," diye not diişmüş $adan Karadeniz, yıllar önce tuttuğu güncesine. Tam vaktidir, Şadan Hanım, bekliyoruz... • Uçan Kaçan Sözcüklerin Ardında Bir Çevjrmenin Güncesi/ Şadan Karadeniz/ Ümit Yaytnaltk/ 207 s. Yazmsal bir gezi Umutsuz bir askın sairi MUZAFFER UYGUNER merikalı ozanlardan Emily Dic kinson, dünya ş,iirinde savılı ikinci kadın olarak tleğerlendirilmektedir. Dickinson, 10 Aıalık 183ü tarihinde Massachusettseyaletinin kiiçük kasabalarından biri olan Amherst'tc doğmuştur. Kendi içine kapanık bir yaşam sonunda 15 Mayıs 1886 tarihinde ölmüş,tür. İlk sjiirlerini liseöğrencisi iken yazmış ve yayımlamayı düşünmenıiştir. Ama, elli altı yıllık yaşamında bin yediyüz vetmiş beş şiir yazmıştır. Demek oluyorki, her gün bir ş,iir yazmış. Annesi, babası ve kızkardeşi bıınun farkına varamamışlar; ancak, ölümünden sonra, kızkardeşi şiirleri bıılmuş. Kız kardeşi Lavinia, biitün şiirlerini derlemiş ve editörlüğünü de yaparak yayımlanmasını sağlamıştır. flk üç cilt 1890, 1891 ve 1896 yıllarında kitap olarak yayımlanmıştır. Daha sonraları, 1945 ve 1955 yıllarında 1775 şiiri bir arada, toplu olarak yayımlanmıştır. Sağlığında, bazı kişiler şiirlerinin yayımlanmasını önermiş ise de, bunu kabul etmedig'i söylenmektedir. Söylcndiğine göre, yaşamının büyük bölümündeodasından dışarı çıkmamıştır. Van Doren, bu konuda şunları söylemektedir: "Beyazlara bürünmiiş bir sır olarak kapı eşiğindcn dışarı çıkmadı. Nadiren bahçeyi geçip hemen bitişikteki kardeşinin evine gitmek bile onun için büyük bir olay, bir çeşit macera olurdu." Emily Dickinson, bu kez seçme şiirleriyle... m i a f i y l a y ^ f y ^ ıçınae'yaşaaığı soylenmekte, uaha doğrusu bilinmektedir. Bu yalnızlıgında şiire sıgııımış olmalıdır. Bir şiirinde, şu dizeler var: Daha yalnız olunabilirdi Yalnızlık olmasaydı. "~~™~" Ahmet Necdet.bukitapta, onun yalnızlık duyguları üzerinde durmuştur. Şu dörtlüöünü yazdık tan sonra da görüşlerini belirtmiştir: Ben hiç kimseyim! Peki, sen kimsin? Hiç kimse misin yoksa? Biz bir çiftiz, ağzını sıkı tut! Bilirsin, sürerler adamı yabana. "Hiç kimse olmak, O'nıın için onur vesilesidir. Bu yüzden, kendine eşlik edecck kimsenin de 'hiç kimse' olmasını ister gibidir. Hcrhangi biri olmak, teksüz cükle 'sıradan'lı^ı ifade eder ve insanı hüzne boğar". Sonra da şu dörtlüğü aktarır: Ne kadar üzücii, herhangi biri olmak Bir kurbaga gibi, çok sıradan Hayranlık duyan bir bataklıga Adını söylemek hiç durmadan. Kitaptaki 'Çiçeğimi de Gizlivorum Kendimi" başlıklı şiiri de bu arada anabilirim. Yalnızlığın yarattığı hüzün de vardır elbette. Hüzün ve acı, şiirlerde çokça görülmektedir. Bir şiirinin başında, "Her esrime anının bedelini/ Ödemek zorun dayız acıyla" dizeleri bunu çok güzel belirtmiş gibidir. Başka bir şiirinde de "Bir hayatı acıdan kıırtarabilsem/ Bir ağrıyı dindirebilsem ya da" diye yakınır. "Geçcn gün bir dünya kaybettim/ Kimse buldu mu acaba/ ../ Altın paradan daha değerlidir/ Lütfen bulun onu benim için" dizeleri de başka bir söylemle konuya değinmiştir. Ayrılığın yarattığı duyumsamalar da yansıyor şiirlerc. "Bir yıl sürseydi seni görmem/ Aylardan yumak yapardım" diyerek duyumsamasını şiirleştirmiştir. "Bana acının sınırlarını bıraktın/ Engin deniz gibi" dizelerini de anabilirim. "Umman" kavramı da çok yönlü olarak cıkıyor karşımıza. "Yaz Yafimuru" başlıklı şiirde "Denizc yardıın olsun diye giden/ Çayın yardımına koştu birkaç damla" dizeleri bu duyumsamayı duyıı ruyor bana. Başka bir şiirde "Coşkıı bir kara ruhunun/ Gidişidır denize" dizelerini okuyoruz. "Deniz 'Gel' Dedi Dereye" dörtlüğü de şöyle: Deniz "Gel" dedi Dereye: Dere "Bırak büyüycyim" dedi. Deniz yanıtladı O zaman bir Deniz olacaksın/ Bense bir dere istiyorum, Gel şimdi! Şiirlerini dilimize aktaran Anıl Meriçelli'ye göre, Dickinson, şiirde eşanlamhp,ı ve yarım uyaöı savunmuştur. "Yalın benzetmelerin şiiri meydana ge tiren temel öğeolduğunu gös terdi. Hayattaki kiiçük, önemsiz iıyrıntıları büyük evrensel bir şiire dönüstürdü". Şiirlerin büyük sözciik ckonomisi ile yazıldığına da değinil miştir. Kitaptaki şiirler Anıl Meriçclli, f )ğuz ("cbeci, Doşt Körpe, Selahattin ()zpalabıyıklar ve Ahmet Necdet tarafından dilimize aktarılmıştır. Kitap, Dickinson şiiri için güzel bir seçmedir. • Umutsuz Bir Aşkın Şairi Emilv Dickinson'dan Secilmiş Şiirler/ Anıl Meriçclli/ lnsancıl Yayını/126 sayfa. SAYFA 9 A Şilp tadında bölümler Yalnıdığın hiiznii Aşkveölüm Dickinson'un böyleyaşaınındabirse virıin (aşkın) rolü olduğu sanılmaktadır. Babasını Washington'da ziyareünden dönerken Philadelphia'da kırk yaşlarında evli bir vaiz ve ozan olan Wadsworth ile tanışması ve ona aşık olması onu yalnızlığa itmiş olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, şiirlerinde sevi, yalnızlık, hüzün önemli yer tutmaktadır. Zatcn şiirlerinin örgüsünde sevi ve ölüm, ayrılık ve keder ana konııları çok görülmektedir. Bir mektubunda, " ü l ü m d e n ve seviden daha büyük bir şey var mı?" diye sormuştur. Yafnız yaşayarak bir derinlifii bulmuş olup bu derinliği "umman" kavramı ile ortaya koymuş gibidir. Bir şiirinde, "Bir ölüm darbesi yaşam darbesidir bazılarına/ Onlar ki ölümden önce yaşamıyorlardı/ Onlar ki öleceklerdi yaşasalardı" dizelerini okuyoruz. Şiirlerinde sevinin büyük yer kapladığı görülmektedir. "Kanıt" başlıklı şiirinde seviye gcniş yer vermiştir: " H e r zaman aşık oldum / Elimdc bir kanıt var/ Aşık oluncaya dek/ Aşkımda yoktıır karar/ .../ Aşk hayatın özüdür/ Hayat sonsuza çıkar". Başkabir şiirinde ise, "Sonsuzluğu beklemek kısadır/ Eğer ödül sevgiyse en sonunda dizeleri önümüze çıkıverir. "Kalbim unutacağız O n u " şiirinde seviyi değişik bir söylemle ortaya koymuştıır. Başka,birşiirde, "Bana, tatum, iki miras bıraktın / Aşk SIS.ÇANI sunar DEMIRTAŞ CEYHUNu. Osmanlılar ve Kiiluir tarihimiz üzerine büyük tartışmalar açacak yeni kitabı 'ULU ÇANIİ KOD ADI: HAKAN' sls., Küçükparmakkapi Sok. Halim İş Hanı No:10 K.3 BeyoğluİST. Tel: (0212) 249 47 74