Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
yalım, yalnızlığımı besleyip çog'altmalıyım, diyorum. Otel Odaları'nın bir yerinde. Evet, senin sözcüklerinle cevap verccck olursam, tematik bir birük altında bütün kitabı ele gcçiren yalnızkk olgusunıın öykülerimdc yaşattığı iç içelik bendeki yaratıcı yazarın da içinde elbette. Rn azından daktilonun naşında (hoş, bir daktilom bilc yok ya!). Yalnızlığın Keşfi adlı romanında Paul Auster şöyle yazar: "Hcr kitap bir yalnızlık imgesidir. Elinize alabileceğiniz, btrakabileceğİniz, açıp kanatabileceğiniz somut bir nesnedir, içinueki sözcükler bir insanın yalnızlığının yıllarını değilse bile aylarmı gösterir, öylc ki bir kitapta hcr sözciiğü oktıduğunuzda o yalnızlığın bir zerresiyle karşılaştıgınızı söyleyebilirsiniz kendi kendinize. Bir adam tek başına bir udada yazar. Kitap yalnızlıktan Ja, arkadaşlıktan da söz etse, kesinlikle bir yalnızlık ürünüdür." Yaratıcı yazarın yalnızlıg'ına, yazınsal yapıtlardaki yalnızlık temasınabirdebuaçıdanbakalım. Auster haksız mı dersin? Dılersen bıraz da wn kıtabın Bclkı de Kaybeden Zaman'a gırelim. Kitabtn bence "gtris" öyküsü olan "Bana Sevgilinin Kim Olduğunu Söyle" de hızlı ve derin bir biyografik çaürtşımla sotıa eriyor: "Otuz dokuz yasınaayım, yolun yaruını geçtim. I layatıma gircn kadınlar vc edcbiyatçı arkadaslanm arasında kötü bir söhretım var. Bana scvgilimin kim oldug'unu iöylc yın " Belkt de Kaybeden Zaman 'da, yazı \ erüvenindcki gcnel biyografik yaklasımlann yeri ne sence? icinde... öykü için zaman kavramını nasıl aeğerlenairiyorsun ? Bu soruyu daha çok "kayıp zaman" imgesi için soruyorum... Zaman kavramı uzun bir süredir kafamı kurcalıyor dahası rahatsız ediyor. "Sıvas Olaylan"ndan sonra çok daha fazla rahatsız etti. Madımak'ta arkadaşlarımı yitirdim, onca insanı yitirdik... Sıvas'ta yakılanlara ağıtlar yakılırkcn "yeterincc" üzülemeyişime şaşınyordıım. Elimde bir "Sıvas Öyküsü' vardı ama katliamla hesaplaşmamı bitirememiştim henüz. Sanki Sıvas, sanki zaman tuhaf bir biçimde hayatın tekrarlanan akışını gösteriyordu. "Bu kaçıncı ölmem hain" sözleri zaman dediğimiz bir örtünün altından çılap tekrarlanıyordu. "Sıvas Öyküsü" bir yerlerde bekliyorduve Sıvas ve zaman kavramı bir şekilde yazdığım öykülere giriyordu. Sonunda bir rastlantıyla bu öyküyü de yazdım. lnsan zaman iıişkisinde tekrarlanan bir akış söz konusu ise, ki bana biraz öyle geliyor, bize düşen bu akışa en azından itiraz cttnck, imkânsızı istemektir. Ben kendi payıma, zamana ayna tutarak, zamanı zamana, kendine göndererck hayatın akışına, hayatın bu şekilde yaşanıyor oluşuna itiraz ettim. Bu aynı zamanda öliim karşısında bir dııruş gibi geldi bana. Olümc c)e itiraz ettim. Eğer zaman Tann'nın kötü bir şakası ise, ki bu da bana öyle geliyor, bu kötü şaka karşısında bile ilacı olamadığını, olamayacağuıı söylemekten başka! Oykü için zaman kavramını yukarıda söylediklerimden ayrı düşünüp, insansız ve ölümsüz değerlendiremem. Aslında hayatta ve öyküde kendimizi, insanı arıyoruz, bulduğumuzu sandıgimızda bir Dİlinmezi belki aralıyoruz ama başka bilinmezlerde kaybolmaktan pek kurtaramıyoruz kendimizi. Imkânsız bir şeyi deniyoruz galiba, geniş zamanlı bir şcylcri aralanz umuduyla... Biraz karamsar oldu galiba. Neyse ki aşk var ve aşkla yazabiliyoruz. • Karşı Öyküler / Özcan Karabulut / EveE Yaytncıltk Hüzünle Bazı Giinler/ Özcan Karabulut / Yazıt Yaytnlart Bir yazarın blyografisinden... Oykülcrimı gcnclliklc bırınci tckilşahısla yazıyorıım. Birinci tekil şahıs anlatım, anlatılanı daha sahici vc ctkili kılıyor gibi geliyor bana. Yazınsal türler arasında dolaşmam için dc bir olanak sağlıyor. "Bana Sevgilinin Kim Olduğunu Söyle" öyküsü, senin dedigin gibi, hızlı vc dcrin bir biyografik ca£rısınıla sona eriyor. Bu öyküde de kitanın dığeröykülcrinde yer ycr biyografik ögeleri kullanmaktan kaçınmadım. Kendi sesimle, kcndi üslubumla, kendi tekniğimle, kendi öykümü anlatmaya çahb.ıyorum. Ve öykülerimin, öykü kişilerimin benden birer parça, yaşantımuan izler taşıdıklarını biliyorıım. Yaşantısı kadar, düşleriylc ve düs,ünceleriyle var olabilcn bir yazarın biyografisinden... Birinci tekil şahısla yazmanın tehlikesini de biliyorum ama yanıt burada bir yerde galiba: Bazen yaşadıklarımı yazıyorum, bazcn yaşamadıklarımı yazıp, yazdıklarıtnı yaşıyorum. Hiç farkettin mi bilmiyorum, bu kitapta müthiş bir ses var. Özcan Karabulut öyküsünde de belki simdıye kadar gızlenmiş, bagırmayan vc çok yüksek scslc düşünen bir ses. Bu se.si nereden huldun? üna ncrede rastladın? Şimdi geriye dönüp baktığımda, iiniversite yıllarında, hatta daha da geriye gidildiğinde, Adana'da, mahalle arkadaşlarımın arasında, bir mücadelenin içinde, bir yerden bir yere sürüklenirken, başka bir yerde futbol oynarken, kavga ederken o sesi bulduğumu söylemeliyim. Onde kosarken, geriye düşerken, itiraz ederken, Dİr aşkı yaşarken, kalabalıklar içinde yalnızlığı vaşarken, yalnızlıkta kalabalıkları bulurken, sokakları zapt ederken, yaşananları sorgularken... lîvet, bu ses aslında tanıdık, Tbildik bir ses. Ama yine de bu sesin farkına varmak için yazmak gerekiyordu galiba. Yazmak bir yerde insanın kendi sesini araması gibi bir sey. Belki de Kaybeden Zaman'daki ses benim diyebileceğim bir ses ve sanıyorum bu seste, bize dayatılanı olgunlukla kavrayış kadar, bir rerleksin ötesinde öfkeyle ama bir o kadar umutla bir karşılayış da var. Galiba sesimi kendimde bııldum, ona kendimde rastladım, bunda, başkalannın seslerinin farkına varmamın da etkisi oldu ama bütün btınlar kolay olmadı. Kuramsaldan çok, öznel bir yaklaşım CUMHURİYET KİTAP SAYI 461 Chc<m KaıaUılul HKI.Kİ IH. KAVB!.ni.N ZAMAN Baştan Sona Yalnızlık/ Özcan Karabulut / Telos Yaytncıltk / 100 s. Belki de Kaybeden Zaman/ Özcan Karabulut / Can Yaytnları/9l s. Güncelden neleceöe BURHANGUNEL O zcan Karabulut bir öykücü. Yaşamının sanatla, yazınla biçimlcnen özgün çizgisinde öykü yazarlığı önde koşuyor. Bu salt yazarlığın değil, belki daha da çok, yaşamın içinde her an olu^makta olan "öykü"nün avcılığıdır; ama aynı zamanda söz konusu öykünün oluşumuna katkılarda da bulunan.bir yazarlık/yaratıcılık tavrıdır. Yani, Özcan Karabulut kendi öyküsünün hem yaratıcısı, hem avcısı, hcm dc yazarıdır. Bu özelliğini daha önceki öykülerinde dc izlemiş, saptamıştık, ama yeni kitabı olan "Belki de Kaybeden Za man"C) Ozcan Karabulut'un değindiğinı çerçevedeki kendine özgü öykü dünyasını ve öyküdeki yaratıcılığını ortaya koyan, somutlayan bir çalışma. belleğlmiz bu öykülerle birden dirilip karanlık dehlizlerine atılmış olan ölü görüntüleri canlandırıyor. Özcan Karabulut'un vazdıkları belleğimizi dcvindirirkcn bilincimizi ayaklandırıyor. "Vay canına, bu olaylar gözümüzün önünde yaşanmış ama pck de farkına varmamışım, uyumuşum, uyutulmuşum!" diyebiliyoruz kcndi kcndimizc. Yazar, bunu yaparken, günümüzün temel sorunlarına ustaca (ve öykü dokusunu bozmadan) parmak basarken estetik kaygıdan hiç uzaklaşmıyor. Ama, öyküdcn almakta olduöumuz yazınsal tat, içeriğinin buruk etkisiyle birden acıyla buluşuyor. Okıırun olası durumunu önceden kestirebilen Karabulut, onu şu sözleriyle uyanyor aslında ama yine de tokat yemiş gibi irkiliyorsunuz: "Filistin'de, Güneydoğu'da, Saraybosna'da, Irak'ta islenen cağa özgü siyasal cinayetleri canîı yayınlardan gömüldüğümüz rahat koltuklarda izlerken, kendi ölümümüze ahjtırıldıfiımızı sonunda anladık." (Bir Topluölaürüm Içtn Gazete Kesıkleri) Özcan Karabulut'un öyküleri güncelin içinde kendi yolunu oluşturup o yolda diri adımlarla yürürken, okur da bu yürüyüşe katılıyor ve hem güncelin oluşumundaki hcm de Özcan Karabulut'un öykülerindeki geçmişi aramaya başlıyor. Yani, "Nereden gelip nereye gidiypr/uz?" sorusuyla boguş,maya başlıyor. Özcan'ın geçmişi, sanatçılıg'ının birikimidir. Onu öykülerinden, kitaplarından olduğu kadar yaşamının içindeki sanat/yazın eylemleriyle ve bir işçi sendikalarıkonfcderasyonundaki "çalısan çocuklar" konusuyfa ilgili mesleksel çabalarıyla da tanıyoruz. Özcan Karabulut, öğrencilik yıllarından bu yana sanatın/yazın'ın toplıımsallaşması, yaygınlaşması amacıyla girişimlerde ve eylemlerde bulunmuş, kolcktif çalışmanın işlevini ve güzelliğini kavramış, o güzclliklcrden yola çıkarak çevresini de güzelleştirmek için sürckli çabalar harcamış bir aydın. Işte, söz konusu aydın tavrı, "Befki de Kaybeden Zaman"da çok belirgin çizgilerle karşımı za çıluyor. Konularını, dünyadaki tüm insanları kucaklayacak bir yaklaşımla öy külestirirken, hayata sorumlulukla bakışın dürtüsünü yaşatıp tutkuyla, aşkla, sevgiylc sulanmış özgürlük bahçelerinde, çiçek bahçelerinde dolaştırdığı gibi bizi, sessiz çocuk ağıtlanna, yakımlara, yıkımlara, kirletilmiş güzelliklere, mavisi bozarmış göklere de parmaklarımızın uçlarıyladokunupyanmamızı,kendimize gelmemizi sağlıyor. Bu arada kendini ve çcvresini de irdelemekten geri durmuyor: "gri bir kenlin ortasında küçük yürüyüşler yapttg'tm günlerde her yanda ftrtı nalar kopardı ve bilirdim ki başka kentlerin varo}larında, alanlannda, fabrika lartnda birilerinin başı belaya gırerdı Ağzım içki, tütün ve küfür kokar, gövdemi kaldırımlardan meyhanelere vururdum (bazen ayakalttnda dolaştp fıncancı kattrlartnt ürkütmek fena değildir, bu kendinizi daha iyi hissetmenize yarar). ü sıra ' SAYFA 5 Günümüzün temel sorunlan "Belki de Kaybeden ZamarT'da, yaşadığımız günün geleceğe uzandığı, bir bakıma, güncel olanın geleceğin içine uzanan dallannm, yapraklarının, çiçeklerinin yer aldıgı öyküler var. Günümüz yaşamının parçalanmış dağınıklığında, kimi zarnan kulaöunıza çalınan, kiıııi zaman farkına bile varamadığımız, ama scslerle, görüntülerlc akıp gidcn birtakım olguların, olayların izlerini taşıyan "firibirhem"