29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kapak konusunun devamı. lin yaratabileceği çeviri olanaksızlığını biraz olsun hafifletmez mi? Sizin de ilgilendiğiniz "Pasaport"un üç yabancı dile çevrilmiş olması, umut verici bir işaret olarak görülebilir belki. Son ytllardakı siirlerınızde özellikle felsefeyle olan yakınlığınız düsünülürse, derin ama aynı zamanda berrak bir anlatımı durma olusturuyonunuz. Oysa crken çalısmalarınızdan okuduklarım için aynı değerlendırmeyi yapamtyorum. Bu duruluk ve dertnlik yolunda neler geçtı? Bu soru, bana açıkçası birden fazla pencere açıyor. Oğrencilik yıllarımdan sonra felsefeyle aramdaki mesafe gitgidc büyür oldu. Erken dönem çalışmalarımın sis kalınlığına biraz o mesafcnin darlığı, biraz da o dönemi yurtdışında, anadil çarpışmalarından uzakta geçirmiş olmam yol açtı sanıyorum. Şiirin ayrı, özel, yapilmış bir dilc dayandığı görüşü, işin bir yüzüdür; öbür yüzünde bambaşka bir gcrçek bekler: lçinde yaşamadığımız bir dildc, tırmandığımız yokuş ciğerimizi tıkar. "DoğuBatı Dîvanı", hayata çentikler atan bir kitap. Gündelik hayatın dile attığı sayısız köprüden gelip geçiyor şiirlcr. Duruluk ölçüsünde borcum sokaklara ait, kitaplara değil. Ama diycbilirsiniz, kitabımın içinde büyük bir kütüphane de bekliyor. "Dîvan"ın gcniş bir kadrosu var, oyunculann bir kısmı yaşamış, yaşayan 'sahici' insanlar bir kısmı kurulmuş, düşlenmiş, kurmaca figürler; bir de şehirler, kitaplar, gerçek ve düzmece olaylar çıkıyor karşımıza, onları da birer kişi, bircr şahıs zamiri sayıyorum ben. Felsefe ile mesafe konusuna dönmck isterim burada. Başlangıçta, 1970'lerde diyelim, daha enlelektüel bir zeminde gelişmişti ilişkim, felsefeyle, insan bilimîeriyle. Zamanla, gitgide daha yaşamsal bir düzeye dönüş Daşladı bende, ilk temasta olduğu gibi. Lise yıllarımda Schopenhauer ve Nietzsche okurken ilgi duymuştum düşünce dünyasına, belli bir dönemeçten sonra aynı noktada buldum kendimi. Bugün Presokratikler, Sokrates ve sonrası Yunan düşünürleri, bazı Latinler ve Erasmus, Bruno gibi hümanistler, Nietzsche ve Wittgenstein daha fazla sarıyor beni. 1 layat ile, dil ile yakın buluşmalar getiren düşiinürler kısacası. Kavramlarla, şiirin başdüşmanı bazı somutlama yolları ile şiirin arasında bir duvar örmek gerektiğine inanıyorum. Dîvan'm bir de Tarihle Boy Ölçüşme sıkıntısı var tabii. Şairin bakışında Tarihçiyi, Tarih Felsefcsini kızdıracak bazı özellikler barınıyor, biliyorum. Her durumun arşivlere geçmeyen boyutları olsa gerek, imgclemimi çalıştıran bu yazümamış, yazılamamış kesitlerdir. Iskender'in, Julianus'un ölümleri hakkında yüzlerce sayfa okudum sözgelimi, benim şiirimde yazılı olan hiçbir yerde rastlayamayacağınız şeylerdir. Ama bunu yazabilmek için onları okumuş olmam gerekiyordu, böylc bir zorunlu ilişki de söz konusu sizin anlayacağınız. Tarih zeminli şiirde, şairin nereyi boş kılmayı seçeceği belirgin önem taşıyor. Gençlik şiirlerimde gövdenin içine yerleştirirdim boşjukları, şimdi başı ucu açık bırakmayı, buna karşılık gövdeyc ışık tutmayı yeğliyorum, bilmem farklılık böylc açıklanabilir mir1 "GrıDîvan", "BirBaşka AcıHikâye" s. 34 Tam bir ronıan yoğunluğu tafiyor. 34 satır vc bir roman. Ama kesinlikle bir taslak değil. DoğuBatı Dîvam'nda okurun çıkacağı içscl yolculukta bir romanı yaşayabıleceğiolanca ımge onayetkinliklc sıınuluyor Okura aktanlan bu zenginlik, onun hayattaki duruşuyla da sürüp gitmez mP Bunu sizin gibi bir arılatı ustasından duymak beni hem gönendiriyor, hem de kışkırtıyor. Soru, bir kere daha iki ayrı SAYFA 4 <0~ Enis Batur DoğuBatı Divanı; Birinci derece yanıkların şiirleri ya da. noktaya götürecek söylemek istediklerimı. Yıllardır kapalı kapılar arkasında romancı dostlarımla aramda kanlı tartışmalar geçti. Derdimi birkaç cümlede an latmak istemem, bu nedenlc de bu konuda küçük bir kitap yazmaya, yazılmış, yazılmakta olan romanların ezici çoğunluöunu yazındışı ürünler sayışımın altındaki gerekçeleri ortaya koymaya karar verdim. Şunu söyleyebilirim hemen: Roman büyük geçmişi olmayan bir yazın türü ya, büyuk bir geleceği olduğunu da sanmıyorum. Ama dediğim gibi, bu savı temellendirmek gerekir, elimden geldiği ölçüde yapmaya çalışacağıma söz veriyorum. Anlatmak, hikâye söylemek, öykü kurmak en az şiir kadar eskilere uzanan bir gereksinme. Oykünün, hikâye etme sanatının kılı kırk yaran ölçülcr yarattığını, roman sanatının bazı uc örnekler dışında ölçüsüzlükten sıyrılmadıgına inanıyorum. Bir üst konumdan konuşma, yargılama edasına dayandığımı lütfen düşünmeyin: Oyle olsa, hâlâ roman okuru olmayı, hatta roman yazma isteği duymayı sürdürmezdim. Bütün bunlar, gelip beni "ölçü" sorununda düğümlüyor. Bir ölçü sanatı şiir; az önce sözünü ettiğim modern söz çözücüler bile safilam ölçüler kullanmamışlardır. Öykü, bir başka ölçü sanatı, titiz dengeler isteyen bir ekonomisi, tek sözcüğü tartmamızı gerektiren bir örme, doKuma tekniği olduğunu size ben söyleyecek değil im. Dîvan şiirleri, 1990'da "Gri Dîvan" önce bagımsız bir kitap olarak yayımlandığında, bazı tepkiler doğurdu. Şiirin öy küleme geleneğinden büsbütün habcrsiz kimi okurların başkaldırdığını hatırhyorum: Ne kadarı şiir bunların, der gibiydiler, ne kadarı anlatı ya da deneme? Türlerarası bir özelliği olduğu doğru Dîvan 'ın, ama özünde bir şiir toplamı olduğu ortada. Olçüleri devreye soktuğumuz an bunu kestirmek kolaylaşacaktır. Şurası gerçek: "Bir Başka Acı Hikâye" örneğin, zaten Halid Ziya'ya açık gönderme yapıyorum, bir anlatımn tohumunu da barındırıyor içinde: "Bu kadarıyla" bir öykü, bir novella, bir roman pekâlâ yazılabilir, o türlcrin ölçülerini kullanmak şartıyla. Bir de "okura aktanlan zenginlik"ten söz ediyorsunuz. Benim şiirlerim okura verdiği ölçüde ondan katkı, katılım bekleyen şiirlcr sanıyorum. Zaman zaman güç anlaşıldıklarının vurgıılanmasının bir nedeni de bu olmalı. Grı Dîvan Pasaport s. 42 Orda sözcüklerin alabildig'ine sessızleştirılmiş ulduiunu görüyorum Sesler bu suskunun arkaundakı gölgclcrde bir kentin scpya fotoğrafıntn ağır hüznündc bekliyor. lomtumsokaktakı Vahan Bey'ınportresi, sözcüklertn üzyurdu olan iilkeyı de dü^ündürüyor. Türkıye'yi ve asılodakta duran litanbul'u işaret cdiyor. Doğumlusu olunan toprakların kutsanmasında, lanetlenmesinde hayat gerçeğinin trajik ağırhğtnı, hüznu'nü duyumsamamak orda olanaksız. DoğuBatı Dîvanı okuması bana Tarkovski'nin hiç unutmadığım, sorguladığım bir konuşmasını yeniden anımsattı. Son filmi Kurhan'dan sonra ve ölümünden kısa bir süre önce Londra'da sınema öğrencilerine yaptığı bir konuşmada Tarkovski, filmlerinin Batı'da gördüğü bu olağanüstü ılgiyı yadtrgadığını belirtiyor. Konuşmasınt sürdürürken anadılınde kendini anlatan birfilm hiçbir zaman özyurdunda bulduğu karşılığı yabancı bir dilde bulamaz, dıyur ve devam ediyor, "Moskova'da I. DünyaSavaşı'ndan kalma çok katlı eski bir yapının iç avlusuna bir akşamü.stü açık bir pencereden taşan bir Yukarı Volga türküsünün Rus insanında yarattığı çağrışımları bir Franstz, ttalyan ya da fngilız ya da başka milletten birtlerınde, biliyorum ki asla yaratamaz. Nostalgia'dan berı filmlerime Batı'da gösterilcn bu ilgiyi, yaptıklarımın mealen anlaşılması olarak kabul ediyorum Çünkü dıl benim için sanatların asıl özu'dür " Bu çok tartısılabılir saptamasıyla Tarkovski'yi yeniden konusurken DoğuBatı Dîvanı'na bir de bu açtdan yaklasılabilir mi diyorum? Bazı şehirler ne çok şeyin simgesidir. Onlarda kat kat, katman katman birikmiş olanlar, girenlerin haklı olarak içinden çıkılmaz, dışında kalanların haklı olarak içine girilemez, nüfuz edilemez saydıkları bir alaşım ortaya koyar. îstanbul, pek az klasik şehirle (Roma'yla. Paris'le) kıyaslanabilecek bir tortuya, pek J CUMHURİYET KİTAP SAYI 384
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle