Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Akgün Akova, bu kez şiir dışında bir kitapla geliyor okurlarının önüne. "Güzel Atlar Ülkesi" Akgün Akova'nın denemelerinden oluşuyor. FATİN HAZİNEDAR itap okumak bir yolculuktur benim için. Bu yolculuklar kimi zaman sıkıcı, kimi zaman bir ırmak gibi akıp gider, kimi zaman da talihsiz bir trafik kazasıyla son bulur. Şimdi de elimde "Güzel Atlar Ülkesi"ne bir otobüs bileti var. Otobüs şoförünü daha önceki şiir yolculuklarından tanıyorum. Ehliyetinin silik bölümünde "Akgün Akova" yazıyor. Yolculuğa çıkmadan önce, içimdeki tedirginlık kısa farlarını yakıyor. Nedeni ise, "şiirin taşlı ve tozlu yollarından sonra, şoför duzyasımn yolunda rahat direksiyon sallayabilecek mi" sorusu. Bu soruyu bagaja koyarak otobüse biniyorum. Binerken gözüm plakaya takılıyor. Akgün Akopa'dan denemeler K Güzel Atlar Ulkesi'ne bir otobüs volculunu tarafta deliler! Sanırım sen hep delileri kendine yakın bulacaksm!" Şoför lafının frenine basınca, Yaşar Kemal'in yanında oturan Anton Çehov söze başladı: "Sanilde bir caretta caretta yumurtluyordu. Gün ışımış olmasına karşın bu hayvanın hâlâ yumurtlamak üzere karada olması bizi şaşırtmıştı. Havanın aydınlık olmasından yararlanarak bir iki fotoğraf çektim. Bu arada hayvanın adeta ağlıyormuş gibi gözyaşı dökmekte olduğunu ördüm. Bu olayın birçokları tarafınan hayvanın acıdan ağlaması şeklinde yorumlandığını anımsadım. Aslında bu olay, deniz suyunda işlev gören hayvanın gözlerinin, yuva kazma ve örtme sırasında kumdan zarar görmemesi için, göz tarafından koruyucu bir sıvı salgılaması sonucu oluşuyordu. Bunu bılmeme karşın yine de bu görüntüden etkilendim." Çehov sözünü tam bitirmişti ki muavin "Kaplumbağalı Yazılar"da ineceklerin hazırlanmasını istedi. înmek için hazırlananlara baktığımda, Yaşar Kemal'i, Seferis'i, Ursula K. LeGuin'i, Umberto Eco'yu, Leyla Erbil'i, Necati Cumalı'yı da gördüm. înen yolcuların yerine yenileri bindi. "Bıcaklı Yazılar"a giden yolun tehlikeli olduğunu önceden biliyordum. Eğilip şoföre sordum. "Güzel Atlar Ülkesi"ne giden yolda çok uçurum var. Sen bu uçurumlara bakarak nasıl otobüs kullanıyorsun?" Şoför bıyıklarını burarak; "Evet bu yolculukta birden fazla uçurum var. Bu uçurumların temclinde, insanların birbirleriyle, yeryüzündeki canlılarla ve diğer varlıklarla kurduğu çürümüş ilişkiler yatıyor. Bizi gitgicle yalnızlığa ve yabancılaşmaya götüren bir düzenin aramızda yarattığı bu uçurumlara baka baka sürüyorum bu otobüsü." Anladım ki, tozu dumana, harfleri hayata katan bu yolculuk gerçekten tehlikeli. Hele bir sonraki durak "Bıçaklı Yazılar" olunca. Şoför benim tedirginliğimi anlamış olacak ki, "Bıçaklı Yazılar dan geçerken sakın sırtınızı koltuktan ayırmayın!" dedi ve devam ettb "Kahire'nin ekim gecelerinden birinde, bıçaklar Nobel ödüllü yazar Necip Mahfuz için kalktı. 'Midak Sokağı nın 82 yaşındaki yazarı, evinden çıkıp sokakta yürürken lslamcı bir militanın saldınsına uğradı. Nobel Ödülü'nü kazanan ilk Arap yazar olan Mahfuz'un atardamarlarından biri, ensesine inen bıçakla önemli derecedc hasar görürken, hastaneye getirilir getirilmez, yaşlı yazara 4.5 litre kan verildi. 82 yasında, Kahire aşığı bir adama ne yürekle bıçak sallanır bilemiyorum ama, ömrümün son ışıltılarını saçan Mahfuz birtakım çevreleri varlığıyla bile rahatsız ediyordu belli ki. Onlara göre Mahfuz, kcndi yolları üzerindeki bir sokak feneriydi. Söndürülmesi gerekiyordu. Çünkü cehalet, karanlığı seviyordu. Çünkü karanlıkta çekilen bıçaklar, yerini daha kolay buluyordu." Hulki Aktunç'un sorusu otobüs içerisinde bir süre sessizliğe neden oldu: Nasıl tanımlanabilir bellekte bıçak yarası? Aklıma Ülkü Tamer'in Hançer adlı şiirinin son dizesi geldi: "Bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü" Günümüzde bir bıçağın bir yazara saplamrken çıkardığı gürültü, bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü kadar bile duyulmuyor. Otobüse yeni binenlerden Onat Kutlar, bu fikrimi başım sallayarak onayladı. Şoför birden, 'Ben bir katilim" dedi. Bütün yolcuların tüyleri diken diken oldu. Otobüsün içinde buz gibi bir hava esti. Şoför konuşmasını sürdürdü: "Evet, itiraf ediyorum: Ben bir katilim! Çok cinayet işledim, elimi şiire buladım. Okuyup da etkilendiğim tüm şairleri ve dizeleri bir bir öldürdüm. Saman Sarısı'nın, Bir Gün Mutlaka'nın, Göçebe'nin, Sonsuz ve Öbürü'nün katilı benim. Metin Eloğlu'nu, Can Yücel'i, Bertolt Brecht'i ve Cummings'i, Nâzım Hikmet'i, Ilhan Berk'i ve daha birçok şairi ben öldürdüm. 'Eskitiyorum eskitiyorum / Kalıyor ne kadar güzel olduğun'un, 'Bir viyolonsel gibi çök yanıma'nın, 'Yanına bir anlam aldı / Ve açıldı'nın, 'Aşk örgütlenmektir bir düsünün abiler'in ve daha binlerce güzel dizenin katili de benim. Bütün bunları kendim olmak için yaptım, çünkü okuduğum her incili şairden ve pırıl pırıl şiirden etkileniyordum. Kendi şiirlerimi bile yazıp bitirdiğim gün unuttum, hiçbirini ezberlemedim. Yalnız şiirlerden mi, hayır, her şeyden etkilendim. Marangozlardan, kafesteki kuşlardan, karikatürlerden, Meclis'te birbirlerine küfreden milletvekillerinden, futbol topundan, porno filmlerden, arabaların ezdiği kedilerden, Güneydoğu'da olanlardan, kırık aynalardan, çocukların ağızlarından, uçaklann düşüşünden, Einstein'dan ve Mahatma Gandhi'den, Kurtuluş Savaşı'ndan, Kuranı Kerim'den, alkol komasındakilerden, düğün törenlerinden, kan dolaşımından, evet evet, her şeyden etkilendim ve etkileniyorum. Bunun da doğal olduğunu düşünüyorum. Onemli olan, bu etkilenmeleri çözümleyip, onları artık baş DeNeMe 96 Şoför, "Bu yolculuk gerçeğin düş gördüğü, düşün de gerçeği gördüğü yere olacak' diyerek gaza basıyor. Otobüsün en önünde oturan yolcu hiç de yabancı değil! Önceki yolculuklardan tanıdığımız Yaşar Kcmal. Daha yolculuğun başında, ilk durağımız olan "Kaplumbağalı Yazılar"la ilgili küçüklük anısını yüksek sesle anlatmaya koyuluyor: "...Bir keresinde köyün çocuklarıyla bir kaplumbağayı taşla öldürmüştük. Kabuğu kırılınca, her tarafa kan sıçradı. Bu olay beni çok etkilemişti. Çok dikkatli bakarsanız, bu olayı birçok hikâyemde anlattığımı görürsünüz.' Şoför söze ara gazı vererek, orta şeritten sohbete dalıyor: "îlkokuldayken öğretmenimin verdiği ev ödevini yapmayı unuttum. Bu öuev, çeşitli malzemeler kullanarak, kıtalarıyla, denizleriyle, ülkeleriyle bir küre yapmak ve üzerinde Türkiye'yi işaretlemekti. Ödevi anımsadığımda, onu yapmak için eve dönmek olanaklı değifdi, çünkü okul yolundaydım. Hemen toprak yolun kenanndaki çayır çimene daldım. Yarım saat sonra, arkadaşlarım ev ödevlerini öğretmenimiz görsün diye gururla sıraların üzerine lcoyup yıldızlı pekiyiler alırken, öğretmen karşıma dikilince sıramın üzerine sessizce bir kaplumbağa koydum ve onu ters çevirdim. Sonra da ikinci bir kaplumbağayı bu kez düz olarak üstüne yerleştirdim. Öğretmen de "Bu ne oğlum? Ne bu?" diye feryat edince "Ev ödevim öğretmenim! Bu benim kürem" dedim zorlukla. Kaplumbağaların birleştikleri çizgiyi işaret edip, birinin kabuğundaki nalkalardan birini gösterdim. "Bu ekvator öğretmenim, bunlar iki parça! Burası da Türkiye!" dedim. Biraz sonra, yanakları kırmızı kırmızı, öğretmenimin emri ile kaplumbağaları aldığım bahçeye bıraktım. Öğretmenimin attığı tokatın acısı kısa zamanda geçti ama, dersten sonra odasına çağırıp söylediklerini hiç ama hiç unutmam: Üzülme oğlum, senin küren sınıfın en eüzel küresiydi! Tokadı yemenin nedeni, o hayvanları onlara sormadan sınıfa gctirmendi. Şu anda farkında dcğilsin ama, dünya senin kaplumbağaların gibi ikiye bölünmüş. Bir tarafta Ruslar, bir tarafta Amerikahlar... Bir tarafta Müslümanlar, bir tarafta Hıristiyanlar... Bir tarafta kadınlar, bir tarafta erkekler... Bir tarafta akıllılar, bir SAYFA 8 Bıçak yarası S kalarını etkileyecek özgün yapıtlar yaratmaktır. Her ne kadar Oktay Rifat, 'Bence büyük ozan diye iyi şiir yazan adama denir' demişse de, bıçağın ucuna şiir yazan kişidir bence iyi şair. Bunu yaparken kendi elleri de kan içinde kalabüir. Bu bir anlamda, şairin bilinçaltının intihar denemesidir. O, şiirini yazarak kanını yeniler ve yeryüzüne yeniden iner. Herkes ayakkabılanndaki çamurlara bakarken, gözleriyle yıldızlara yer değiştirtir." Şoför sözünü bitirince yolcular rahat bir nefes aldılar. Gözüm yolcular arasında geziniyor. Murathan Mungan, Metin Kaçan, Yannis Ritsos ve Eduardo Galeano'yu görüyorum. Acaba şoföre duydukları güven mi onları bu yolculuğa çıkarmış? Bu sırada muavin yeni durakta ineceklerin kapıya doğru ilerlemelerini söylüyor. Otobüs hızla yol alırken; eski bir porno yıldızı olan hostesin sesi hoparlörden "Oyuncaklı Yazılar" dinlenme tesislerinde 18 sayfalık dinlenme molası vereceğimizi duyuruyor. Bu mola, bıçaklarla dolu kanlı bir yoldan sonra iyi geliyor. Bu arada Refik Durbaş, "Çaylar şirketten!" diye bağırıyor. Moladan yararlanan yolculardan Cengiz Bektaş, rengarcnk uçurtmasını uçuruyor. Ali Cengizkan, altı pembe kaplamalı kızak ile kaymakta. Cevat Çapan, tesislerin havuzunda yakıtı zeytin yağı olan küçük pırpır teknesini yüzdürüyor. Kemal Özer'le Semih Poroy çiçek dürbünlerine gözlerini dayamışlar. Orhan Pamuk minyatür futbol sahasında kendi kendine maç yapmakta. Sunay Akın elindeki Eyfel Kulesi biçimindeki kolonya şişesini bırakmadan kafasında kızılderili tüyleri, Hasan Öztoprak'la beraber kızıldericilik oynamakta. Feride Çicekoğlu, Rusya'dan hediye gelen etekliHi kocaman dolgu bebeği, Gülsüm Akyüz Kore'den dönen abisinin aldığı bezbebeği, Buket Uzuner mimar kuzeninin hediye ettiği siyah kumaştan yapılmış, içi pamuk dolu, üstü beyaz benekli el yapımı Bambi'si, Tomris Uyar Anahit isimli bebeğiyle hep beraber evcilik oynuyorlar. Turgay Fişekçi, abisinden aktarma boyundan büyük bisiklet ile gezmekte. Tesislerin hoparlörlerinden baygın bir ses ile otobüsteki yerlerimizi almamız istcniyor. Güzel Atlar Ulkesi'ne olan yolculuğumuzun sonuna yaklaştık. Şoför, "Eskihisar Üçlemesi"nden geçmekte olduğumuzu söyledi. Pencereden dışarı baktığımda nava kararmaya başlamıştı. Osman Hamdi Bey kaplumbağalarını gezdiriyordu. Bizi görüncc el salladı. Âdalet Ağaoğlu ise kaldığı otelin balkonundan bize "Bir Düğün Gecesi"ni yazıp bitirdiğini söylüyordu. Artık "Yolun Sonu"na gelmiştik. Bu arada Cemal Süreya'nın otobüsün gizli yolcularından biri olduğunu öğrendim. Şoför, Turgut Uyar'ın bizi "Göğe Bakma Durağı"nda bekleycceğini söylüyor. Ha, az daha unutuyordum, yolculuk sırasında başka yolculuklarda alışık olmadığımız bir hizmet sunuluyor. Pler yazının yararlamldığı kitaplar, Kaynakça'da sıcak içeceklerle birlikte bize sunuluyor. Bu arada muavin devreye girip, yolculuğun bittiğini haber veriyor. Güzel Atlar Ulkesi'ne vardığımızda, yolculuğu otobüsle değil de, sanki oyuncak tahta atlarla bulutlar üstünde yapmışız gibi geldi. Şoförümüz Akgün Akova'ya DeNeMe 96 plakalı otobüsü Güzel Atlar Üikesi Çürümüf HlşkHer ile yeni yollarda başarılar dilerken, başlangıçtaki tedirginliğimin ne denli yersiz olduğunun farkına varıyorum. O t o b ü s t e n inerken arka tampona yazılmış şu tümçc dikkatimi çekiyor: " O ŞIMDI DÜZYAZI ŞOFÖRÜ" • Güzel Atlar Ülkesi/Akgün Akova/ Çınar Yayınları/ 1996, 163 s CUMHURİYET KİTAP SAYI 372