Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• cılığın cömert Tannsı yazgısını böyle çizmistir bir kez. Istese de karşı duramamaktadır buna. Nitekim, îstanbul'a döner dönmez gerçekten hiç beklemediği ilginç bir durumla karşdaşır. Akademinin yüksek kısmı açılmıştır. 1940 yılında, yüksek kısmın ilk öğrencilcrinden biri olarak yeniden öğrenime başlar. Bu ara Akademi'de de büyük değisiklikler olmuştur. 1937'de Akademi müdurlüğüne atanan Burhan Toprak, o yıllardaki Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın da akrabası olmanın verdiği güçle, hem çağdaş resmimizin kuruculan, hem de o güne dek Akademi'ye yön veren hocalar Çallı Ibrahimler'e, Hikmet Onatlar'a, Nazmi Ziyalar'a, Feyhaman Duran'lara karşı bir eskileryenıler savaşı açmıştır. Bu amaçla, mimari bölümün başına Forhölzer, Resim bölümünün başına Leopold Levy, Heykel bölümünün başına Rudolf Belling, Süsleme bölümünün başına da Louis Süe gibi yabancıları getirmıştir. 4 yıllık bir öğrenim dönemi olan bu yüksek kısım, klasik yapıda bir okul olmaktan çok, reşşam yetiştiren bir akademi niteliğindedir. Öğrenim dönemi sonunda öğrenciler arasında bir bitirme konkuru açılmaktadır ve bu konkurda (yarışmada) birincilik ödülünü kazanan öğrenciye (sadece bir kişiye) diploma verilmektedır. Ama ilginçtir, 1940 yılında eğitime başlayan bu yüksek kısımı 1944 yuında Nuri îyem, konkurda birincilik ödülünü kazanarak ilk ve tek öğrenci olarak bitirip diploma alınca her ne hikmetse bu sistemden hemen vazgeçilmiş ve yüksek kısımda da sınıf geçme sistemi geçerli kılınmıştır. Ve artık, tepesinde yaratıcılığın görünmez halesi dönen bütün soy sanatçılar gibi Nuri îyem de, elinde değil, bütün kötülük şimşeklerini üstünc çekmektedir. ÇUesi başlamıştır çünkü ve tıpkı bir derviş gibi çile sınavından başarıyla geçtiği zaman ancak kişiliğine varabilcccktir. Ve bu çile yolunda sadece iki destekçisi vardır; biri, 1944 yılında evlendiği ressam ve seramikçi Nasip îyem. Nasim lyem'in de büyük desteğiyıe artık Akademi'yi evlerine taşımışlardır. Ikinci destekçisi ise, hocası Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. Nuri îyem'in aydın kişiliğinin oluşmasında en büyük katkısı olan kişi Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. Tanpınar'Ia 1933 yılında Akademi'ye girer girmez tanışır. Tanpınar o yıllarda Akademi'de Sanat Tarihi, Estetik ve Mitoloji hocaşıdır. Ama klasik anlamda hoca değildir. Öğrencilerine sadece dersleriylc ilgili klasik bilgiler aktarmakla yetinmez. Önları resmin dısındaki entelektüel dünyayla tanıştırır. Dersleri daha çokbirer açıkoturum halinde geçmektedir. Öğrencilerine, bazen zorla gördüğü ilginç filmleri izletir. Camileri gezdirir. Dersferini ders dışı saatlere taşırır. Onlarla sürekli tartışır, araştırır, söyleşir. Tanpınar hoca da, öğrencisinin ressam yaradılışının farkındadır. Daha okulu bitirdikten sonra açtığı ilk sergi üzerine (Avni Arbaş, Ferruh Başağa, Fetni Karakaş, Fuat Izer, Turgut Atalay, Mümtaz Yener üe birlikte Yeniler Grubu olarak tsmail Hakkı Oygar galerisinde 1946 yılı başlarında actıkları ortak sergi üzerine) yazdığı yazıda (Tasvir gazetesi, 27 Mart 1946)) bir "yaradılış mucizesi" diye tanımlar Nuri lyem'i. "Büyük natürmortu, yanyana konmuş iki kahvealtı masası ve üzerindekiler daha şimdiden resmimizde bu genç adamın nasıl bir mevsim olduğunu gösteriyor. Bu küçük tabloda ne kadar araştırma, ne sakin emekler var. Fakat ne kadar rahat konuşuyor. Eşya nasıl bir emniyet havası içinde insan hayatına girmiş olmaktan mesuttur ve bu emniyet seyircivi nasıl zaptediyor. (...) Çıplak duvar ve fakir eşya... Fakat yaratıcı ruh hepsini henüz kanatlanmış bir zümrüdü anka haline sokuyor. Nurı'nin resmi, rehbersiz, pusulasız, kendi kendine ne seyahatler yapmış, ne limanlar bulmuş..." diye yazar resinîleri ve ressamhğı üzerine. "Yeniler Grubu", gerek Nuri îyem açısından, gerekse Türk resmi açısından çok önemli bir olaydır. Yeniler Grubu'nun önemini kavrayabilmek için, resim tarihimize de kısaca göz SAYFA 6 atmak zorunludur. Çağdaş anlamda resim ve heykel sanaumızın Daşlangıcı sayabileceğimiz Sanayii Nefise Mektebi Aiisi her ne kadar Osman Hamdi tarafından 1883'te kurulmuş ise de, bu okulun gerçek anlamda bir Akademi işlevini üstlenip yerine getirebüdiğini taa 1914'lere kadar savlayabilmek oldukça zordur. Bu konuda daha önce de birtakun girişimlerde bulunulmamış değildir. Örneğin 1900'lü yılların başlarında Sanayii Nefise Mektebi'ne SaJvatore Valery gibi, Warnia Zarzecki gibi yabancı ressamlar hoca olarak getirilmişlerdir. Ancak bu alanda da en önemli atılımlar Ikinci Meşrutiyet'in ilanından sonra gerçekleşmiştir. 1909 larda diğer dallarda olduğu gibi resim dalında da sınavlar açılmış, Kazanan yetenekli öğrenciler Avrupa ya gönderilmiştir. Çallı Ibrahim, Hikmet Onat, Ruhi Arel, Nazmi Ziya, Avni Lifij, Feyhaman Duran Paris'e resim eğitimine gitmişlerdir. Ne ki 1914'te Birinci Dünya Savaşı patlak verince, kimi eğitimini tamamlamış, kimi tamamlamamış, birer ikişer, apar topar Türkiye'ye dönmek zorunda kalırlar. Ama, ilk bakışta olumsuzmu§ gibi görünen bu olay, Türk resmi için çok önemli bir dönüm noktası olur. Bu toplu dönüş resmimizde bir patlamaya neden olmuştur ve Türk resminin kuruluşunun ilk mayasıdır. Bu ressamlar bir süre sonra Sanayii Nefise Mektebi'ne (Güzel Sanatlar Akademisi'ne) hoca atanırlar, birer atelyeleri olur. Nuri îyem de, 1933'te ilk resim derslerini bu hocalardan, Nazmi Ziya Güran'dan, Hikmet Onat'tan Çallı Ibrahim'den alır. Ne var ki, ilk resim derslerini bu hocalardan almış kimi öğrenciler, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra öğrenim için Avrupa'ya gitme olanağına kavuşmuşlardır. Ama Avrupa o yıllarda tarihinin en bunalımlı yıllarını yasamaktadır. iki dünya savaşı arasıdır ve dıyalektik aklın belki de iflas ettiği günlerdir. Bu ortamda eğitimlerini tamamlayan gençler 1930'lu yıllarda yeniden ülkelerine oönerler. Ök yaptıkları iş de; eski hocalarına karşı savaş açmak olur. Türk resim ve heykelinin Batı'dan en az elli yıl geride olduğunu savlarlar. Eski hocaları, dünya resim akımlarına ilgi göstermedikleri" için güçlerini yitirmekle, "bir çeşit romantizm'in dışına çıkmamakla" suçlarlar. Işte, bu hocalara karşı bir tepki olarak 1933 yılında "D Grubu" diye bir grup oluşturulur. Bajlangıçta Nurullah Berk, Abidin Dino, Zeki Faik Izer, Elif Naci, Cemal Tollu ve Zühtü Müridoğlu'ndan oluşan bu grubun savı, yüzyılın başında Avrupa, Rusya ve Almanya'da doğan ve bir çeyrek yüzyıl gibi kısa bir süre içinde bütün dünyaya yayılan Kübizm, Konstrüktivizm, Sürrealizm, Abstre sanat görüşleri gibi soyut sanat görüşleri hâlâ ülkemize gelmemiştir. Oysa Atatürk Batılılaşmayı emretmiştir. Öyleyse bu dalda da bir an önce BatıVa yetişilmelidir. Bu D Grubu'nun girişimleri ve savaşımı, doğrusu kısa bir süre sonra da meyvesini vermekte gecikmez. Şansları da yardım etmiştir. Tam o sıra Akademi Müaürü Namık Ismail'in de ölümü gerçekten büyük bir firsattır. Hemen Burnan Toprak'ın Akademi'ye müdür olarak atanması sağlanır. Ardından da Akademi'yi çağdaşlaştırıyoruz savlarıyla bölümlerin başlarına birer yabancı getirilir. Eski hocalara karşı D Grubu'nun genç üyeleri çıkma yürekliliğini gösteremedikleri için, başlangıçta yabancılara sığınmayı yeğlemişlerdir. Artık akademiye yön verecek ressam Leopold Levy'dir. Burhan Toprak'ın yaptığı ikinci iş de D Grubu'nun kuruculan ile sonradan onlara katılmış kimi üyelerini derhal "Leopold Levy'ye çevirmen" sıfatı altında kadroya almak olmuştur. Böylece Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Tollu, Zeki Faik Izer, Nurullah Berk, Sabri Berkel Leopold Levy'nin atölyesinde hem öğrenimlerini sürdürürler, hem de çevirmen adı altında öğretim kadrosuna alınmışlardır. Ne var ki, Leopold Levy, D Grubu'nun savunduklarını yüzde yüz onaylamıyordur. Nitekim Nurullah Berk, 1973 te yayımlanan "50 Yılın Türk Resmi" adh kitaba yazdığı incelemede Leopold Levy için Levy, akademik bir ressam olmamak, epeyi açık bir görüşe, çağa uygun bir işçifiğe sahip olmakla beraber, modern resmin çpğu eğilimlerini kabul etmiyor, gelip geçici modalar oldukları kanısını gizlemiyordu." diye yazar. Nuri Îyem de hemen hemen aynı şeyleri söylemektedir: "Nazmi Ziya Güran, Hikmet Onat, Çallı Ibrahim'den resim dersleri aldrm. Onların yetiştirdiklerinden biriyim. Sonraları Uzman olarak getirilen Leopold Levy'den de resim dersleri aldım. Nedir ki, Levy'nin söyledikleri de, Çallı kuşağı ile çatısan, onlara karşıt şeyler değildi. Fransa'dan yüzlerce kilometre ötede, tstanbul gibi bambaşka bir alem içinde yaşayan Istanbullu Türk ressamın Andre L'hote, ya da Cezanne gibi düşüniip resim yapmaya kalkışması akıl alacak iş değil" derdi. Kimi zaman da alaylı gülümsemelerle; "Nasıl bir oluşum süreci ile bazı F ran sız ressamlarının buradaki bazı ressamları etkileyebildiklerini hâlâ keşfedebilmiş değilim." derdi. Tıpkı Nazmi Ziya, Hikmet Onat, Çallı ya da Turgut Zaim gibi. Doğrusu Leopold Levy artık dönüp gidecek bir yeri kalmamış çaresiz bir duruma düşmeseydi, D Grubu üyelerinin tümii Andre L'hote belasından kurtulmuş olacaklardı diye düsündüğüm olur. Leopold Levy'nin uzmanlığı, otoritesi, her şeyi, Fransa'nın işgaliyle birlikte tükenmişti çünkü. Başlangıçta, çoğu Leopold Levy'ye çevirmen olarak atanmış, Zeki Kocamemı ve A.Avni Çelebi de dahil D Grubu'nun bütün üyeleri tıpkı biz öğrenciler gibi Levy'nin gözetimi altında çalışmayı kabul etmislerdi. Bu eğitim Fransa'nın işgaline kadar da sürdıi. Fakat işgalden sonra yoğunlaştırılan Yahudiliğiyle ilgili dedikodular ve kimi girişimlerle Leopold Levy öyle bir duruma düşürülmüsrü ki... D Grubu'nun ve Burhan Toprak'ın her isteklerini onaylayan bir kukıa uzman durumundan farkı yoktu artık. Işte "Yeniler Grubu"nun kuruluşu da bu yıllara rastlamaktadır. ilk ortak eylemleri de, 1941 yılında Beyoğlu'ndaki Matbuat Umum Müdürlüğü salonlarında açtıkları ünlü "Liman Sergisi"dir. Nuri lyem'den başka, Avni Arbaş, Mümtaz Yener, Selim Turan, Turgut Atalay, Agop Arad, Kemal Sönmezler, Fethi Karakaş, S E Faruk Morel, Haşmet Akal ile D Grubu'nun kurucularından olan Abidin Dino'nun katıldığı bu sergiyle ortaya çıkan Yeniler Grubu, D Grubu'nun sanat anlayışına tepki olarak doğmuştur. Serginin aaı ve sergilenen resimlerin içeriği de bir anlamda bu amaçla seçilmiştir. Yeniler Grubu'nu oluşturan ressamların çoğu Istanbullu'dur ve hepsi Istanbul'da yaşamaktadır. Dolayısıyla da yaşamlarını anlatan, yani Istanbul'u anlatan Dİr ortak sergi açacaklardır. Istanbul'un en belirgin özelli\i ise, bir liman kenti oluşudur. Bu nedene denizi, limanı, balığı, bahkçılan, bahkçı meyhanelerini, Galata Köprüsü'nü, özetle Istanbul motiflerini işleyen bir sergi. Liman sergisi bu niteliktc bir sergidir. Liman Sergisi, dolayısıyla Yeniler Grubu, Hilmi Ziya Ülken, Mustafa Şekip Tunç gibi bilim adamları, Ahmet Hamdi Tanpmar, Peyami Safa gibi yazarlarca coşkuyla karşılanır ve desteklenir. Ama gerek D Grubu'nca, gerekse Akademi çevrelerince tepkiyle karşılanır. Nitekim D Grubu'nun silanşörlerinden Nurullah Berk tarafından yıllarca sonra bile "Bu sergide görülen resimler, modern resmin estetiden uzak, gerçekçi bir anlayışın izlerini irtiyordu." diye kuçümseyici bir anlatımla değerlendirılir. O yıllarda bir ressamın resimlerini satarak geçimini sağlaması olanaksızdır. Istanbul'da bile doğru dürüst bir galeri yoktur. Örneğin D Grubu kuruculan ilk sergilerini 1933 yılında Beyoğlu'nda Narmanu Hanın altındaki Mimoza şapka mağazasında açarlar. Nuri îyem de ilk kişisel sergisini 1946 yılında Beyoğlu'ndaki bir mobilya mağazasmın ikinci lcatında açmışnr. Akademi, genç ressamları desteklemek ve onlara küçük de olsa bir gelir sağlamak için bazı yarışmalar açmaktadır. Yağlıboya, füzen, desen vb. türlerde açılan bu konkurlarda birinci, ikinci ve üçünciilere Yüksek Okullar Genel Müdürlüğü'nce belirli bir para ödülü verilir. Nuri îyem de uzun yıllar bu yarışmalara girip kazanarak geçimini sağfamıştır. Ama ne acıdır ki, bu olaylardan sonra, taa Osman Hamdi Bey döneminden beri sürüp geldiği söylenen bu güzel gelenek Burhan Toprak tarafından kaldırıTır. lyem'in burs istemi de, gene Burhan Toprak tarafından "Sen ekmeğini taştan çıkanrsın" biçimindeki ucuz bir savsaklamayla işleme bile konulmaz. Gerek yazılarından derlediğimiz, gerekse söyleşilerimiz sırasında saptadığımız notlara göre, Nuri îyem, çağdaş Türk resminin ancak ve ancak kendi gerçeğimizden çıkabileceği görüşündedir. Kendini bulma ve kendi olmada gerekli özeni gösterir ve bilinçli davranırsak ancak çağdaş resmimizi kurabiliriz. Bize özgü, ya da bizim olan bir resmi yaratamadıkça da, resmimizin çağdaşlastığından veya evrenselleştiğinden söz açılabilmesi olanaksızdır. Nuri lyem'e göre Türk resmine en büyük kötülüğü D Grubu üyeleri ve Burhan Toprak yönetiminin biçimlendirdiği Akademi yapmıştır. Akademi'deki eğitim, onlarm yönetiminde, kişiliği yok eden ve özgür yaratmayı önleyen bir gerici (Akademik) eğitim haline dönüşmüştür. Gençler, Andre L'hote veya Hofman gibi kimi Batılı ressamların birer kopyacısı niteüğinde kişiliksiz kuklalar halinde yetiştirilmişlerdir. Bu gençlerin kendi kişiIıkJerini bu/maları, Akademi sonrasında uzun yıllannı almıştır. Kendilerine "Paris ekolünün Türkiye temsilcisi" sıfatını takmaktan onur duyan bu bağnaz Batı taklitçisi D Grubu, Türk resminin oluşmasına ve gelişmesine büyük köstek vurmuştur. Yeniler Grubu, Çallı kuşağının başlattığı resim anlayışının sürdürücüsüdürler. Süleyman Seyyit, Şeker Ahmet, Hoca Ali Rıza ile başlayan maya, Çallı kuşağının çabalanyla artık tutmuştur. Onların resimleri an,cak bizim diyebileccğimiz resimdir. "Örneğin; Süleyman Seyyit'le Şeker Ahmet'te ortak bir resim dili vardır. Ve bu dil oldukça saf yüreklidir ve de bizimdir. Aynca o resim dili, çevre ile karsılıklı ilişki ile birlikte oluşmuştur. Tabii, bu iki sanatçı aynı resmi yapmazlar. Çünkü ikisinin kişiliğini yok edici bir etken yoktur ortada. Hikmet Onat'la Çallı Ibrahim'i' CUMHURİYET KİTAP SAYI 372