25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

sıyor. Peride Celâl'den: Bcn değişmeyeni yazdığıma inanıyorum./ Bizi kimse istemiyor; yazmamızı, anlatmamızı istemiyorlar. Çiinkü, sanıyorum, anlattığımız şeylerde birtakım gerçekler var. Onları uyaran, zenginleştiren. Blinmemek, okunmamak ne kadar kötü yazarlar için. Dışlanmak... Küçük bir navuzun içindeyiz. Cahit Külebi'den: Şimdi bakınız, Türkiye'de bir düşünscl altyapı eksikliği var. Bunu, Aziz Nesin; "Türk halkı ahmaktır", diyerek dile getirdi. Doğru söylüyor. Yadırgadılar oysa. Aslında Türk halkı düşünmcyi bilmiyor. Düşünsel altyapımız 15. yy'dan beri hadım edilmiş. Ilhan Berk'ten: Şiir, yaşadığımın anlamıdır./ Ben dünyada yazılan şiirin çizgisini yakalamak istiyorum./ Bcnim bir özelliğim varsa kendimi hiç unutmamamdır. Ben dünyaya bakarken hep kendim için bakıyorum. Salâh Birsefden: Yazdıklarımla yaşama sevinci yaratmaya çalışıyorum./ Insanın yönelmek istediği güzel şeyleri konu almışımdır./ Edebiyat benim ekmeğim, suyum, havam, ateşim ve eşimdir. Ben gerçek bir edebiyat ürünü karşısında ya önümü ilikler ya da hazırola geçerim. Vü'sat O. Bencr'den: Matematikle çok sıkı ilişkim olması da sonuçta, dilde hem ekonomiyi hem de müzikaliteyi çok dikkatle kullanma gibi bir yönelimi oluşturdu bende. Zeyyat Selimoğlu'dan: Ben sanat eserini bir üçgene benzetiyorum, bir üçgen olarak düşünüyorum. Bu üçge^ nin bir köşesinde birikim, bir köşesinde gözlem, öteki köşesinde de düşgücü vardır. Bu üç öğe birbirine omuz verip birbirini uestekledikleri zaman sanat eseri ortaya çıkıyor. Oktay Akbal'dan: Bir öykü evreni yazarın evreninden bir parçadır./ Kendimiz için yazsak da, başkalarını 'kendimiz' sayarak o yazılan yayımlıyoruz. Ozenli olan sizdeki yaşam özüne bakışı, duyuşu çoğaltmak, yaygınlaştırmaktır. Edebiyat yapıtları insanlara yaşamın anlamını sunar, barışı, insanlığı, dostluğu, kişinin kendini, çevresini, yaşamı anlamasını, duymasını. Bu ahntıları çoğaltmak olanaklı ama en iyisi okurların, Yaşar Kemal'in, Nezihe Meriç'in, tlhan Selçuk'un, Memet Fuat'ın, Bozkurt Güvenç'in, Şükran Kurdakul'un, Asım Bezirci'nin, Fethi Naci'nin, Şemsettin Ünlü'nün, Fakir Baykurt'un, Muzaffer Buyrukçu'nun, Mehmet H. Doğan'ın, Tarık Durşun K.'nın, Cevat Çapan'ın, Demir Özlü'nün, Füruzan'ın, Hilmi Yavuz'un, Yılmaz Karakoyunlu'nun, Metin Sözen'in Radovan Pavlovski'nin, Doğan Hızlan'ın, Yurdanur Salman'ın, Tomris Uyar'ın, Emre Kongar'ın, Ahmet Gökalp'in, Namık Doymuş'un, Demirtaş Ceyhun'un, Hulki Aktunç'un ve Nedim Gürsel'in dediklerini önemsemeleri, Feridun Andaç'ın ve benim mctinlerden aktardıklarımızdan çok çok daha vurucu paragrafları, bölümferi keşfetmeleri; sevdikleri, beğendikleri yazarlarla doğrudan doğruya ilişki kurmaları, onları yaşam öyküleriyle, insana, topluma, sanata, edebiyata, kültüre yakTaşımlarıyla tanımaları verimli olur bence. Feridun Andaç'ın emek ürünü yapıtı (Söz Uçar Yazı Kalır)ı, Türk edebiyatının durumunu merak cden herkesin okumaları; ilgililerin liselerde, üniversitelerde mutlaka okutmaları gerekir. Çünkü o, her zaman başvurulacak, sayfaları karıştırılacak, genç yeteneklere yol gösterecek bir kılavuz kitaptır. • Söz Uçar Yazı Kalır/ Feridun Andaç/ Söyleşiler/ Toplumsal Dönüşüm Yayıntan/ 564 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 375 Bülent Tanör'den Osmanlıdan Cumhuriyete. Anayasalarımızın tarihccsi ARAS YILDIZ Bülent Tanör,"OsmanlıTürk Anayasal Gelişmeleri adlı çalışmasında yaklaşık ikiyüz yıllık bir dönemdeki anayasal gelişmeleri anlatıyor. Aras Yıldız, Tanör'le kitabı üzerine konuştu. /"t ayın Tanör, "OsmanlıTürk ^ V Anayasal Gelişmeleri (1789"~l/ 1980)" adlı çalışmanızda, yaklaştk ikiyüz yıllık bir dönemi değerlendiriyorsunuz. Kitabımzda yakın dönemi anlatan bülüm için scçtiğıniz başlık, "demokrasi dönemi" değil de, sizin ifadenizle ölçülü bir başlık olan, "Çok Partili Rejim dönemi" oluyor Aradan bunca zaman geçmesine karsın ölçüsüz baslıklar için daha ne kadar beklemek gerekiyor? Buradaki, "ölçülü" deyimi, "içeriğine uygun" anlamında kullanılmıştır. Demokrasi, elbette çokparticiliktir. Ama sadece bundan ibaret de değildir. Nasıl sosyalist blokta tek partili halk demokrasileri ya da proletarya demokrasisi bekleneni vermediyse, Batılı bağlamda da her çokpartili rejim, buriuva demokrasisi olmaya, böyle savunuımaya yetmez. Günümüzde demokrasi, belıi sıfatlarla birlikte anılıyor. Orneğin, "çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi" deniyor. Bunlar da yetmiyor, "insan haklarına bağlı ve hukukun üstünlüğüne dayalı" şeklinde eklemeler yapılıyor. Türkiye 1945'te bütün bunlara geçmedi; esas olarak çokpartili bir rejime geçmeye başladı. 19451960 arası, Farklı partilerin çoğunlukçu ve 1955'ten sonra da baskıcı yönetimlerin altında oldu. Türkiye'de çofiulcu, özgürlükçü, insan haklarına dayalı, hukuk devleti ilkelerine bafilı bir demokrasiye yönelme konusundaki asıl dönemeç, 196061 yıllarıdır. Türkiye'de 196071 arasında demokratikleşmenin on altın yılı yaşandı. Sonra gerileme basladı. 198083 arası, "geriye doğru en büyük sıçrayış" dönemidir. Bu açılardan, bir dönemin rejimini isimlendirirken, hakedilmiş başhklar kullanmak daha doöru olur. "Hakedilmiş bir demokrasi" oaşlığı için daha ne kadar bekleyeceğiz? Aslında bu başlığı kullananlar da vardır ve pek de haksız sayılmazlar. Türkiye, ileri ve geri adımlarıyla sürekli bir demokrasi arayışındadır. Bu da inkar edilmemeli. Ama ben kendi adıma bu başlığı koyabileceğimiz günlerin henüz gelmediği inancındayım. Bu bir süre sorunu da değildir; bir süreç sorunudur, bir değişme sounudur. Kitabımzda Tanzimat dönemini de ele alıyorsunuz. Türkiye'de solun ve \slamcılar'ın Tanzimat dönemine bakışında ne tür benzerlikler ve farklılıklar görüyorsunuz? Solun bazı kesimleri (hepsi değil), Tanzimat'ı bir yarısömürgcleşme ve sömürgeleştirme süreci olarak görüp olumsuzladılar. Muhafazakarlar ve îslamcılar'ın Tanzimat eleştirisinde ilk başta daha çok kültürel boyut hakimdi gibime gcliyor. Yani bunlar Tanzimat'ı Batılılaşma ya da alafrangalaşma olarak görüp olumsuzladılar. sonradan tslamcı yazarlar, pck çok konuda olduğu gibi yaklaşımîar önde görülüyor. Islamcı tahlil için değil, sol için konuşuyorum: Bence sol analizcilik, bilimsel bir yönteme bağlı olduğu ölçüde şunları da gerebilmeli ve oîumlayabilmeliydi: Kanun kavramı, temsil, meclisler, dünyasallaşma ya da sekülerleşme, teba anlayışından birey anlayışına geçişin başlaması, başta eşitlik olmak üzere insan hakları ve özgürlüklerin gündeme gelmesi, meşruluk anlayışında çağdaşlaşma, vb. Solda olmak ya da solcu olmak bunları görmeye engel olmamalıdır. Ya da bunları birer "üstyapı değişikliği" diye küçümsemeye yol açmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, bütün burjuva demokratik devrimlerin katkılarıdır bunlar. Türkiye için 19. yüzyılda oluşturulmuş ve etkinliğini hâlâ iürdüren birjeopolitik tanımlama var. Bu jeopolitik tanımlama, Türkıye'nin güvenlipnin sürekli olarak tehlike altında olduğu anlayısına dayalı. Öyle ki, demokrasi ve siyasi özgürlükler konusunda toplumdan gelen taleplere devlet, bu jeopolitik tanımlama ve anlayış gerep sürekli negatif yanıtlar veriyor. Siz ou durumu nasıl deierlendiriyorsunuz? Sürekli tehlike psikozu kısmen gerçeklere dayanıyor gibime geliyor. 19. yüzyıldan bcri ülke jeopolitiği nassastır. Şunları kasdcdiyorum: Şark meselesi, 1. Dünya Savaşı ve gizli paylaşma anlaşmaları, Sevres, iç ayaklanmalar, 1945'ten sonra Soğuk Savaş, günümüzde dış destekleri de olan ayrılıkçı terör, vb. Bunlar tarihsel ya da güncel olgular ve somutluklardır. Eleştirilebilecek nokta, bence şu: "Vatan tehlikede" anlayışının demok ratikleşmenin engeli olarak görülmek istenmesi, "jeopolitiğimiz müsait değil" anlayışıyla ulaştığımız nokta, işte bugünkü durumdur. Kitabtnızın bir yerinde, "kriz aşıcı mutabakat" diye bir ifade var yıkan zamanlarda böyle bir mutabakat örneği yaşandı mı? "Kriz aşıcı ya da çözücü mutabakat" deyimini, Senedi Ittifak için kullandım. Burada merkez ve çevrenin yönetici güçleri arasmda bir yeni uzlaşma arayışı vardı. Cumhuriyet döneminde de özellikle çokpartili yaşama geçildikten sonra buna yakın uygulamalar olmuştur. 1961'den sonra çokpartili rcjimin yeniden yapılanması sürecinin sancıları yaşanırken, cumhurbaşkanı inisiyatifındee, siyasi parti liderlerini buluşturan, "yuvarlak masalar" kurulmuştur. Bugün de seriatçı yükselişe karşı, "milli mutabakat hükümeti' önerıleri ileri sürülüyor. 1980 öncesinde de, terör olaylarına karşı iki büyük partinin, CHP ve AP'nin böyle bir hükümet kurup kutuplaşmayı önlemleri istenmişti, ama olmadı. Umarım ki 1980 askeri müdahalesinc yol açan nedenlerden biri olan bu başarısızlık, günümüzde de benzeri sonuçlar yaratmaz. Türkiye, hiçbir şeyi çözemeyecek, aksine dana da karıştıracak olan yeni bir müadahalenin kapısına sürüklenmez. Yani dilerim ki akıbet aynı olmaz, olmasın. Osmanlı Devleti'nın yapısından kaynaklanan nedenler, burjuvaziyi Türkiye'de etkili bir güç halıne getiremcmiş. Bu durum demokrasinin Türkiye'de gelişimini nasıl etkiliyor? Osmanlı Devleti'nin yapısının öelliklerinden dolayı burjuvazi gürbüzleşememiş, siyasal devrim gerçekleşememiş olabilir. ama burjuvazinin zaafiyeti çok gneiş bir alandan kaynaklanıyorsa, o zaman şu da denebilir: Burjuvazi gelişemediğinden devleti de güdük kalmış, demokratikleşememiştir. Yalnız şunu da unutmayalım: Ne dün ne de Dugün burjuvaziler her şey demek değildir. Emekçilerin de tarihteki rolünü, demokrasiye katkısını bilelim. Günümüz demokrasileri bu iki sınıfın mücadelesinden doğan damgaları taşımakta. Zaten ünlü söz, "her halk hayık ya da müstehak olduğu yönetimle yönetüir" şeklindedir. Yani, "her burjuvazi layık ya da müstehak olduğu yönetimce yönetüir" şeklinde değildir. Sayın Tanör, size son olarak şunu sormak istiyorum: Türkiye'de siyasal olumsuzlukların nedeni olarak genellıkle devlet kusurlu bulunur. Bazı gözlemciler ise toplumun demokrasıaen çok, "aş ve iş" talebınde bulunduğunu belirtiyorlar. siz, toplumdevletdemokrası ilişkisini nasıl Jeğerlendirıyorsunuz? Siyasal olumsuzlukların nedeninin devlet mi, toplum mu olduğu şcklindeki bir sorunun cevabı, dana doğrusu tek bir cevabı yoktur. Bu üJkeden üJkeye, zamandan zamana değişir. Hayata ve dünyaya, devlettoplum ya da devletsivil toplum ekseninden bakanlardan değilim; sınıf mücadelelerine ve sınıflar arası ilişkilere daha çok meraklıyım. Bu bakımdan bazı özel koşullarda devletin toplumun önünde olabilcceğini söyleyebilirim. devrimci iktidarların yönetimindeki devletler, sivil toplumların tutuculuğu karşısında dana demokratikleştirici işlevler görebilmişlerdir. "Aş, iş ve demokrasi" ilişkilerine geh'nce, tarihte hangi toplumlarda aş ve iş demokrasiden önce gclmemiştir? tnsan, ekmek ve demokrasi arasında bir seçim yapmaya zorlanmayagörsün, hangisini seçeceği hiç belli olmaz. Demokrasiyi seçmese de şaşmamak gerekir. Siyasal tarih bunun örnekleriyle doludur. Sayın Bülent Tanör, bu söyleşi için size çok teşekkür ediyorum. • SAYFA 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle