Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kapak konusunun devamı. ş0~ rültüsü odaya vuruyor. Önce birer sigara yakıyoruz, sonra orta şekerli birer kahve ve sözün ipini bırakıyoruz: "Hastalığım dolayısıyla sokağa çıkmıyorum. Çıkamıyorum daha doğrusu. Daha çok evde geçiyor vaktim." "Vakit", evde "geçen ve akan" zamanını arayadursun biz, haberi Kadıköy üzerinden aktaralım söze, sözcüklere: "Ben eski bir Kadıköylüyüm. Şimdi yıllar sonra gene Kadıköy'e geldik. Eskiden Moda'da, Mühürdar'da oturmuştuk. Çocukluğum da oralarda geçti. Kadıköy Ortaokulu'nu bitirdim. Ondan sonra ailecek Ankara'ya gitmiştik. Ankara Lisesi'nde okudum. Şimdi, işte dönüp dolaşıp gene Kadıköy'e geldik. Çok seviyorum Kadıköy'ü, çok sevdiğim bir yerdi zaten." Nedenini sormadan ardı geliyor: "Ben yedeksubayken, yani 1939 yı' lında ben yedeksubayhğa girmiştim. Kadıköy'de evimiz olmadığı halde hafta başı tatillerinde ben Kadıköy'ü görmeye gelirdim. O kadar severdim. Bir vapura atlar, Kadıköy'ü görür, bir ikincisiyle dönerdim." Aslında yedeksubaylık altı ay. Ama savaş başladığı için Anday'ın yedeksubaylığı tam bir buçuk yıl sürüyor. Aydın, Çanakkale gibi illerde askerliğini yapıyor. Terhis olunca da Ankara'nın yolunu tutuyor, Neşriyat Müdürlüğü'nde çalışmaya başhyor. Fakat bir kez daha askere çağrılıyor. lkinci kez, bir buçuk yü daha askerlik... Savaş yıllanya... • Evde nasıl vakit geçiyor? "Daha çok okuyarak vakit geçiriyorum. Sonra, gazeteye yazılarımı yazıyorum. Pazartesi sabahları gazeteden bir arkadaş gelip yazdıklarımı alıyor. Onun için daha çok cuma, cumartesi, pazar günlerini yazıya ayırmış oluyorum." Zam an öğley i geçmiş... Birden öğle rakıları diyorum. "Evet, birlikte de içerdik Refik Durbaş" diye/ sevinçle yüzü aydınlanıyor, "Onu diyecektim, 'Hadi' diye ben sana işaret ederdim. Çağdaş Gazeteciler'in lokaline giderdik. Bilmiyorum, şimdi Babıâli'de öğle rakıları pek kalmadı galiba, yer de yok gidecek." Birden, bu kez Andaysoruyor: Cemiyetin lokali duruyor mu? Ama sözün ilmiği yine "günü nasıl geçirmek"te düğümleniyor: "Onun dışında kitap okuyorum. Bir de birkaç yıldır oldu baslayalı, uzun bir şiirim var. Israrla çalışamıyorum ama, bütün gün, mütemadiyen kafamda o şiir. Yani oturup kalemi kâğıdı almasam bile kafam boyna o şürle meşgul.Uzunca bir şiir ve bir kitap yapmayı düşünüyorum. Beş dizelik kıtalar. Sanırım 20 kıta kadar olacak. Daha yarısından biraz fazlasını yazabildim. SAYFA 4 Mellh Cevdet. artık geleneksel hale gelen 'Cuma yazılan' dısında salı günlert de okuruyla bulu$makta. Belki başka şiirler de oluria, onları da katarım. Bitirince Adam Yayıncüık'a vermeyi düşünüyorum." "Peki, eski Kadıköylü olarak, şimdiki ile eskisi arasında nasıl bir fark var? "Çok fark var. Bunu da bazen Kadıköy'ü dolaşırken görüyorum. Eski anılarım canlanıyor. Mesela Yoğurtçu Parkı, ben ilkokuldayken yapıldı. Orası dere kenarı, bataklık bir yerdi. Sonra ağaçlar dikildi. Şimdi birer dev gibi olmuş ağaçlar. O ağaçlar ki, boyları benden büyük ama, yaşları benden küçüktür. Kardeşim sayılır onlar benim. Küçüklerim yani... Sonra o derenin suyu Refik Durbaş, bolca bir suydu. Benim çocukluğumda dere âlemleri vardı. Geceleri aileler sandallara binerler derede bir aşağı, bir yukarı dolaşırlardı. O su ne oldu? Suyun kaynağı kesildi galiba. Şimdi bakıyorum da dapdaracık,çamurlubirsu...Uğraşmalarımdemiştin ya, daha çok kitap okuyorum. Kitap okuma saatlerim de daha çok öğleden sonralan. Birkaç saat okuyorum, bir de geceleri yatak odamda okuyorum." Sabahları erken mi kalkıyorsunuz? "Erken kalkıyorum, sekizsekiz otuz gibi. Çay may derken, yazı olursa, yazıma oturuyorum. Öğleye kadar böylece vakit geçiyor. Öğleden sonra yine okuma. "Nasıl yazıyorsunuz? "îki daktilo var. îkisi de çalışmadığı için elle yazıyorum. Elle yazmaya da alıştım. Biraz da bundan memnunum. Çünkü daktilonun gürültüsü var. Bu yüzden sessiz ve sakin bir yazı usulü elle yazmak. Kolay da geliyor bana. Alıştım.şikâyetimyok." Şiirler? " Şiir yazmak da öyle. Ama şiir yazarken ıki de bir elle yazdıklarımı daktiloya çekip görmek istiyorum. Hani obasılır gibi olur ya... Hani bitmiş izlenimi uyandırırya... Bubakımdan daktiloya çok ihtiyaç duyuyorum bazen. Sonra bir piyes yazmak istiyorum ama, henüz buna hazırhğım tamam değildaha." Şiirden açılmışken anılar geliyor yine sözün aynasına. "lkinci askerliğimde, Ankara'da Neşriyat Müdürlüğü'nde Hasan Ali Yücel'di. O, Mıllı Müdafaa Bakanı ile konuştu. Beni Ankara'da alıkodular, Keçiören'e giderken Depolar Komutanlığı'nda. O sıralar işte benim ılk şiir kitabım yayımlandı. Kapağını Abidin Dino, içinin desenlerini Bedri Rahmi yapmıştı: "Rahatı Kaçan Ağaç." Küçük ağaçlar arasında bir büyük ağaç vardı kapakta. Şiirlerde değil de kapakta suç buldular. Orakçekiç varmış. Nereden çıkardılar, ben göremedim doğrusu. Bunun üzerine Balıkesir'e sürgün ettiler beni. Bir buçuk yıl da bu ikinci askerlik sürdü. Böyle bir hikâye iştebuda." O günlerin anılar denizinde söz yüzdürürken söz gazetelerin kültür ve sanata bakışlarına geliyor. "O günler" diyorum, "gazetelerde daha çok edebiyat adamı, yazar yaşam bulurdu, ya bu günler?" "Çok değişiklik var. Benim canımın çok sıkıldığı bir konuya değinmiş oldunuz. Türkçe yanlışları çok çıkıyor gazetelerde. Bir kere muhabirler doğru dürüst Türkçe yazmasını bilmiyorlar. Aynca bazı gazetelerde yazı işleri çalışanları başlıklara doğru dürüst bakmıyorlar. Mesela haberle başlık aynı. Yani haber, aynı zamanda başlık oluyor. Başlıkta da yanlışlıklar yapıyorlar. Siz de biliyorsunuz eskiden gazetelerin düzeltme masasında hep şairler, hikâyeciler çalışırdı. Neredeyse bütün gazetelerde böyleydi bu. Şimdiyse iş istemeye gelen adamı, ne olursa olsun hemen düzeltme masasına koyuyorlar. Dil bakımından da Refik Durbaş, bütün medyayı ele alırsak özellikle televizyonlarda çok Türkçe yanlışı var. Şimdi bu yanlışı halka da sirayet ediyor. Halk da televizyondaki gibi konuşmaya başhyor." Radyodinliyormusunuz? "Dinlemiyorum, bilmiyorum onları, şu FM kanallarını..." Gazetelerin sanat sayfaları vardı CUMHURİYET KİTAP SAYI 229 J