01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Avrupa Nerede Bitiyor? JAIF PARLrt Helsinki Yurttaşlar Derneği'nden önemli bir yaym Geçtiğimiz yıl bir ticaret ve çıkar bütünlüğü dışında varlığı oldukça şüpheli bir konuma gelen " Avrupa düşüncesi" çok ağır bir darbe yedi. En kestirme soru şuydu: Saraybosna şehrinin etrafını saran dağların tepesinde "Avrupa" bitmedi mi? Doğu Avrupa'da yükselen milliyetçiliğe paralel olarak, Batı'da Almanya, Fransa ve İtalya'da sağın yeniden güçlenmesine tanık olduk. Ve sonunda BosnaHersek'te etnik temizliğe göz yuman da Avrupa oldu. "Avrupa Nerede Bitiyor" sorusu da böyle bir ortamda gündeme geldi. Elimizdekikitap, Helsinki Yurttaşlar Meclisi'nin geçtiğimiz günlerde Ankara'da yapılan 3. GenelÇalışma Konferansı'nın siyasal boyutunu kültürel yönden zenginleştirme amacıyla hazırlanmış. Kitapta Jacques Derrida, Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, Günter Wallraff gibi pek çok Avrupalı aydın, yazar, sanatçı Avrupa'nın kimliğine değinen makale, deneme ve işle ilk kez yan yanageliyor. Kitaptanjale Parla'nın "Önsöz"ünü sunuyoruz SAYFA 6 elsinki Yurttaşlar Meclisi'nin Üçüncü Genel Kongresi'nde ele alınacak konu "Avrupa Nerede Bitiyor" olarak belirlenince, bu toplantıdan geriye kalacak bir kitap hazırlama fikri de karşı konulmaz bir çekicilik kazandı. Elinizdeki kitap, bu fikrin gerçeğe dönüşmüş halidir. Bunu, yazılarıyla kamusal bilinci ayakta tutmaya azmetmiş, kendilerini barış, demokrasi ve insan hakları ilkelerinin yerleşmesine adamış yazarların katkılarına borçluyuz. Yazarlarımızı, bağlayıcı olmamakla birlikte, önemli olduğunu düşündüğümüz bazı konularda katkıda bulunmaya çağırdık. Irk, din, dil ve milliyetçilik çevresinde katılaşan saplantıları zorlayabilecek bir imge olarak da kapılar ve geçişler eğretilemelerini önerdik. Bu imgelere Hans Haacke, Bourbon Sarayı'nın şeref salonuna dikilecek ve üzerine Arapça harflerle özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik sözleri yazılacak koni biçimindeki bir anıt imgesiyle karşılık verdi. Haacke Fransa'da kırsalveeşitlikçi cemaatyaşamının yeniden canlandırılması görüşünde. Orhan Pamuk, apansız karşısına dikilen ve üzerinde "içeri girilmez" yazılı bir kapuıın "içerdekiler" ve "dışardakiler" hakkında kendisine ilham ettiği düşünceleri aktarırken, Adalet Ağaoğlu da, farklı yaşam biçimlerini ayıran kapılar ardında vehmedilen büyüklük fikirleriyle inceden inceye alay etti. Memet Baydur, "Uygarlığın Arka Kapısı" adlı yazısında Dcinci Binyd'ın sonunu bir kıyamet manzarası olarak çizmekle birlikte umudunu yitirmezken, Fred Halliday Avrupa'nın dünyaya dayattığı bütünleşme ve parçaİanma süreçlerinin belki de bir dizi ekonomik ve siyasi seçim doğurduğunu, bu süreçlerin bireysel özgürlükleri kamçılayarak insanınözgürleşmesinin yolunu açabileceğini anımsatıp, Memet Baydur'un iyimserliğini paylaşıyordu. Judith Herrin, bugünün Türkiye'sinin, Türkiye'de yaşamış tüm eski uygarlıkların sert Anadolu koşullarında verdiği yaşam kavgasının bıraktığı izlerle anlaşümaya çalışdmasının gerektiğini ve artık klişeleşmiş "Korkunç Türk" imajı yerine çağdaş Türkiye'nin farklılığtnın daha analitik kategorilerle irdelenmesi gerektiğinin za H manının geldiğini söyledi. Bu konuda Richard Falk da Herrin gibi düşünüyor ve diyor ki: "Bir kapının iki taraftan da kilitlenebileceğini, açılması için de, her iki tarafta duranların, farklı beklentilerle de olsa, anahtarı uyum içinde çevirmek zorunda olduklarını unutmayalım." Christopher Hitchens'a köprü metaforunun kapı metaforundan daha çok hitap etmiş olduğu anlaşılıyor. Hitchens, Ivo Andriç'in Drina Koprüsü romanına atıfla, köprülerin Balkan tarihindeki simgesel öneminden ve Visegrad'daki köprünün tam ortasında, her iki uçta yaşayan toplulukların buluşma yeri olan kapra'nın özel anlamından çıkarılacak dersler olduğunu düşünüyor. Felsefî, kültürel ve psikolojik olarak belirlenmiş Avrupalı kimliğinin "öteki"ni nasıl tanımladığı sorusuna Enis Batur, Heinrich Bunting'in Itinerarium Sacre Scripturae adlı kitabındaki bir haritayla yanıt verdi. Yonca biçiminde olan ve tam ortasında Kudüs'ün yer aldığı bu harita, Batur'a göre, Avrupa kimliği dediğimiz kavramın resmi ve kültürel soyağacıriı simgeliyor. E. Morin de Avrupa'nın "biz" ve "öteki" ayrımma diyalektik bir çözüm önerdi: Avrupa'yı bir yandan çoğul içinde tekil, bir yandan da tekil içinde çoğul olarak düşünebümeyi becermeliyiz. Joachim Sartorius'a göre, değişik ülkelerin kültür bakanlıklarınm destekleyeceği yoğun bir kültürel alışverişle Avrupa'daki yabancı düşmanlığmın üstesinden gelmek mümkün. Yaşar Kemal de demokrasiye ancak Yeşüler, Barış Dernekleri, Insan Hakları Dernekleri gibi toplumsal örgütlenmelerle ulaşılacağına inanıyor. Jacques Derrida çoğulculuk ve farklılığın Avrupa merkezli ideolojilerin panzehiri olduğunu söylerken, Neil Belton da, demokratik yapıların ancak farklılıklar üzerinde yükselebileceğini savunarak ona katılıyor. Kültürel kimliklerin, "tanımlayan"la "tanımlanan" arasındaki gergin ilişkiden kaynaklanan ve "tanımlanan"ların tepkisel bir kavramlaştırması olup olamayacağına ilişkin sorumuz, belki de en duyarlı tepkileri çekti. Juan Goytisolo, "Yanık Tenliler Dikkat!" adlı yazısında, deriniz biraz koyu olduğu için, sıradan bir günde, sıradan bir güzergâhta (örneğin metroda) başınıza gelebilecek bir dehşet hikâyesi anlattı. Ne acı dır ki gerçekliği yadsınamaz bir hikâye! Nuruddin Farah "Sevse de Dövse de, Benim Avrupam"da göçmenlerin gördüğü kötü muameleyi anlatırken, bazı Avrupa ülkelerinin bu konuda ne denli çifte standartlı olduklarına dikkat çekti. Johannes Salminen, yabancı düşmanlığmın tarihsel kökenlerini Avrupa'nın kültürel mirasında aramak gerektiğini söyledi. Jane Kramer ise yabancı düşmanlığmın kaynaklandığı nevrotik kuşkuculuğu şu soruyla özetledi: "Kim Avrupalı'dır, kim değildir sorusuna insanların salt fiziksel görünümüyle yanıt veremeyeceğimiz bir gün geldiğinde, acaba başka ne tür paranoid davranış biçimleri gelişecek?" Bu kitabı hazırlayan bizler ise biraz daha iyimseriz. Eğer bu kadar iyi insan bir araya gelip yazdıysa, neden gene bir araya gelip bazı şeyleri değiştiremesinler? • izde, hukuk denince kendine özgü kavhaklarımız ramları, ifadesi, hatta biçimsel kuralları ile farklı bir anlatım tarzı akla gelir. Bu nedenle, hukuk kitapları, bu konulara yabancı olanlar için genellikle anlaşüması zor, yabancı kavramlarla dolu, can sıkıcı kitaplardır. Oysa Batı'da hukuk kavramlarının uzmanlar dışındaki kişilere de aktanlması amacıyla kaleme alınan "hafif, basit ve kolay anlaşdır" kitaplar sıkça yayımlanmakta. Bu kitaplar "hukuk"u, "hukuk kavramlan"nı bulundukları üst raflardan alıp esas bulunmaları gereken yere ulajjtırmayı da hedeflemektedir. Elimizdeki "Haklarımız" kitabı bu farklı tarzın ülkemizdeki ilk örneklerinden biri. Kitabın yazarları çok genç, kısaca artık '68 doğumlular yazıyor ve konuşuyorlar. Kitabın hedefi ise, insan haklarını, yurttaş haklarını gündelik hayatımızın duyarlı noktalarından biri haline getirmek. Hukukun üstünlüğünc inanarak yaşayan bir toplumsal anlayışa ulaşmak için katetmemiz gereken uzun yol için bir başlangıç olabilir "Haklarımız". • C U M H U R IY E T K İ T A P SAYI 202 Haklarımız B Helsinki YurttaşlarMeclisi'nden bir başka kitap: J
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle