05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Türk kadın öykücüler seçkisi bize cn yaşlısı 19 yüzyılın sonlarında (Halide Edip), en genci ellili yıllarda doğan (LatifeTekin) kuşaklar arasından onaltı kadın yazarımızı keşfetme olanağını veriyor. Söz konusu yazarlann ne birbirinden değişik üsluplarını, ne de yeteneklerini yargılamak bana düşmez. Burada, çağdaş düzyazının öncülerinden Nezihe Meriç'ın, tuhaf öykü kahramanları yaratmada benzeri olmayan Lâtife Tekin'in, ne yazık ki öykülerinin Fransızca'ya çevrildiklerini göremeden ölen Sevgi Soysal ve Tezer özlü'nün ve Almanca yazan Alev Tekinay'ın eserlerini anmakla yetinmek isterim. Bu seçkiyı' hazırlarken öznel bir anlayıştan yola çıkmış olsam da, Cumhuriyet döneminde ürün veren kadın yazarların nesnel konumlarını da dikkate aldığımı söylemeliyim. Günümüz Türk edebiyatının temel bileşkelerinden biri sayılması gereken kadın edebiyatının çeşitli eğilimlerini yansıtmaya özen gösterdim. Çağdaş Türk edebiyatının asıl gelişimi Kurtuluş Savaşı ertesinde haşlar. Bu edebiyat toplumsal konulara ağırlık veren gerçekçi bir edebiyat olmuştur. Sevgi Soysal'da bu gerçekçilik anlayışının bazı göstergelerini, Füru Tezerözlu Füruzan zan'da doğalcılık eğilimlerini gözlemlemekle birlikte, seçkiye giren öykülerin çoğunun modern bir yazı anlayışından etkilendikleri söylenebilir. Bu öyküler, içinde yaratıcılarına karşı belirli bir özerkliğe kavuşmuş kahramanların bulunduğu düşsel bir dünyaya götürüyor bizleri. Orneğin Melisa Gürpınar, artık geçmişte kalan bir dönemde İstanbul'da yaşamış kadın kahramanları bir gölge tiyatrosuna yansıtıyor. Lâtife Tekin ise, "Çöp Masalları"nda, daha şimdiden anlamakta güçlük çektiğimiz, kendi iç dünyalarının dinamikleriyle yaşamaya başlamış, kırsal kesimden Istanbul'a göçen marjinalleri anlatıyor. Ama, tüm bu kahramanların yaratıcıları, bazen hâlâ 19. yüzyılın gerçekçi geleneğine özgü, "her yerde hazır ve nazır" tanrılar gibi davranıyorlar. Füruzan "Ah Güzel IsC U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 182 tanbul!" adlı uzun öyküsünde, ikisi de Türkiye'den insan manzaralarını oluşturan, ağır vasıta sürücüsü Sarı Kâmil ile, eski fahişe Cevahir'i anlatıyor örneğin. Ne var ki, kadın yazarların çoğu, psikolojik çözümlemeyi nesnel bir yaklaşıma, mizahı ise abartıya yeğliyorlar. Bu aynı zamanda, tarihsel ya da toplumbilimsel göndergeleri değil, onların metnin özgül yapısı içindeki karşılıklarını tanımlayan, yazı ya da konuşma dili üzerinde yoğunlaşan bir yaklaşım. Kısacası, Türkiye'de kadın edebiyatı, görece yakın bir anlatı m geleneğinden beslenmesine rağmen, yeniliğe açık ve çağdaştır. Tanzimat'la başlayan giri. şimler, bu alanda en yetkin ürünlerini Cumhuriyet döneminden itibaren vermeye başlamıştır çünkü. Işte ilginize sunduğum seçkinin kısa tarihi. Ama dilerseniz biz asıl tarihe, gerçek tarihe de bir göz atalım: Yani kadın yazarların tarihsel konumuna. îslam öncesi Türk toplumunda kadının yeri erkeğinkine eşitti. Sözlü gelenekten, özellikle de Dede Korkut eposlarının yazıya geçirildiği devirlerden bize ulaşan söylencelerde, kabile toplumunda kendine bir yer edinmiş, erdemleri erkeğinkilere eşit bir kadın tipi buluruz. Kadınlarm toplum yönetiminde söz hakkını kaybetmeleri İslamla başlamıştır. Kamuya açık yerlerden dışlanıp hareme kapatılan kadın, Kemalist döneme kadar, kendine ait bir alandan yoksun bırakılmıştır. Hepimizin bildiği bir gerçek var, ama ya utancımızdan, ya da tarihsel mirasımıza sahip çıkma kaygısından, bir türlü açıkça dile getiremeyiz: Türkçe'de er kekdişi ayrımı olmadığı için, Divan şairinin güzelliğini övdüğü sevgilinin kadın mı yoksa genç bir delikanlı mı olduğu edebiyat tarihçilerimiz tarafından pek tartışılmaz. Yedi yüzyıl boyunca Osmanlı şiirini belirleyen bu erkeğe özgü dünya, Osmanlı împaratorluğu'nun altın çağı 16. yüzyıldan itibaren kadın şairlerin ortaya çıkmasını engellememiştir. Bugün, aralarında Mihri Hatun ile Zeynep Hatun'un da bulundukları, on iki kadar kadın şair sayabiliyoruz. Bunu şunun içinbelirtiyorum: Yüzyıllar boyu eşsiz ağıtlar yakmış olsa da, Türk kadınının yazınsal rolü hiçbir zaman ağıtçı konumuna indirgenmemeli. Gerçi Yaşar Kemal, bu ağıtlann birçoğunu derleyerek, kadının kırsal yörelerde lirik geleneğin oluşmasına yaptığı katkıya dikkat çekmek istemiş ve romanlarında ağıtlardan yararlanmıştır. Ama saray edebiyatında, şair kadın sayısının bugünkünden daha çok olduğu da bir gerçektir. Yine de, gerçek anlamda bir kadın şairin ortaya çıkması için uzun süre beklemek gerekti. Harem anılarını dile getiren şarkı sözlerinin yazarı Leyla Saz (18501936) ile Nigâr Hanım'ın (18621918) yalnızlık dizelerini bir yana bırakırsak, Gülten Akın'ın şiir alanında tek ünlü örnek olduğunu öne sürebiliriz. Memet Fuat'ın Çağdaş Türk Şiiri seçkisinde de bir tek o yer alıyor zaten. Bu, Sennuz Sezer, Lâle Müldür ya da Nilgün Marmara gibi kendini kanıtlamış şairlerin varlığına gölge düşürmez elbet. Nilgün Marmara'nm genç yaşta intihar etmesi Türk şiirini çok yetenekli ve gelecek vaad eden bir kadın şairden yoksun bıraktı. Bugün şaşılacak bir çeşitlilik gösteren Türk kadın edebiyatının belli başlı gelişme evrelerini ortaya koyabilmek için, Fatma Aliye Hanım'dan (18641924), iki kadın arasındakı tutkuyu anlatmaktan çekinmeyen H. Serap Doğaner'edek(1962 )tümkuşakları izlemek gerekir. Bir zamanlar dün yası haremle sınırlı olan Türk kadını, bugün toplum içindeki yerini kesinleştirip özgün bir edebiyat yaratmayı başarmış, böylece kimliğini kanıtlayarak peçeden sıyrılmayı bilmiştir. Burada, Nâzım Hikmet'in unlü dizelerini bir kez daha anımsatmak isterim: Vekadınlar btztm kadtnlarımtz. ve sankı htç yaşcımamtş gıbı olen ve soframızdakı yerı okuzumuzden tonragelen, ve dağlara kaçırtp u$runda hapıs yattığıtntz, ve ekinde, ttunde, odunda vepazardakt, ve karabasana koşulan veağtllarda ışılltsında yere saplı bıçaklartn aynak kalçalart ve ztllertyle btzım olan kadtnlar bizim kadıtılarırrnz şımdiayınaltında kağnılartn ve hartuçlann pepnde harman yerıne kehnbar başaklı Sap çeker gıbı aynı yurekferahlığı aynı yorg'un alifkanlık ıçındeydıler. Bugün, kadınlarımızın durumu, Nâzım Hikmet'in betimlediğinden daha değişik elbet. Kurtuluş Savaşı'na erkeklerin yanında katılan Anadolıı kadını, Kemalist reformlar sayesinde toplumda daha eşit bir yer edindi. 1926'da yürürlüğe giren Medeni Kanun, kadını erkeğe eşit bir yurttaş olarak tanımlamaktadır. 1934'ten beri kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olduklarını da gözardı edemeyiz. Atatürk "Kadınlar yüzlerini örten peçeyi kaldırıp dünyaya baksınlar, dikkatle görsünler dünyayı" diyordıı Dilerim bu seçki Fransız okurlara, trajik olaylarla sona ermekte olan, ama bir yandan da güzel günlerin umudunu taşıyan yüzyüımıza Türk kadınının nasılbaktığıkonusundabirfikirverir. • Çevırcn İLtlAN ALEMDAR Leyla Erbll (solda), Pınar Kur (üstte) SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle