Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Son Araştırmalardan SA bilim insanları tarafından insanlı Mars misyonu için önemli bir adım olarak kabul edildi. Çünkü astronotlar gelecekte uzayda sebze yetiştirerek, yiyecek ihtiyaçlarını kısmen karşılayabilecekler. Yaban mersini ve domates gibi taze meyveler ve salata astronomların iyi hissetmelerine neden olabileceği gibi uzaydaki ışınlardan da korur diyor NASA araştırmacısı Ray Wheeler. Astronotlar kırmızı İtalyan marulunu otuz üç günde yetiştirmişler. Salatadan alınan örnekler dünyaya gönderilerek, incelenmiş. NASA’nın açıklamasına göre mikrobiyolojik testler salatanın yemek için uygun olduğunu göstermiş. Marullar uzay istasyonundaki kırmızı, mavi ve yeşil LED ampulleri altında büyümüşler. Mavi ve kırmızı dalga boyları bitkinin büyümesi için gerekli enerjiyi üretiyorlar. Daha zayıf olan yeşil LED’ler ise bitkiye daha lezzetli bir görünüm kazandırıyor diyor Wheeler. CBT 1484/28 Ağustos 2015 7 cıların sadece yüzde onunda psikozlu hastalık görülürken, plasebo grubunda bu oran yüzde kırk civarındaydı diyor araştırmacı. Psikozlu hastalıklar genelde toplumların yüzde üçünde görülüyor ve daha çok gençlerde veya genç yetişkinlerde ortaya çıkıyor. Hastalık kronik bir şekilde seyreder ve hastaları olduğu kadar onların ailelerini de etkilemektedir. Araştırma sonuçları, Omega 3 yağ asitlerinin on iki haftalık bir önlemle bile genç insanlarda psikoz riskini düşürmesi açısından önem taşımaktadır. Dünyamızın üçte biri denizlerden oluşmasına rağmen bunların bileşimleri hakkında bilinenler hala çok azdır. Deniz dipleriyle ilgili güncel jeolojik bilgilerle ilgili en yeni harita 1970’li yıllardan kalmaydı. Oysa okyanuslar ve diplerindeki tortulların dünyamızdaki madde dolaşımları dolayısıyla da iklim üzerinde önemli bir rol oynarlar. Okyanus jeolojisini gösteren ilk dijital harita Islıkla haberleşmede beynin tümü devreye giriyor Saygın bilim dergisi Current Biology dergisinde yer alan bir makaleye göre, Karadeniz Bölgesi’nde halen kullanılmakta olan ıslıkla haberleşme yöntemi, beynin her iki yarıküresini de çalıştırıyor. Oysa bugüne dek konuşmayı işleyen beyin bölgesinin yalnızca sol yarıküre olduğu sanılıyordu. Bu durum felç geçiren hastaların haberleşmesinin yolunu açabilir. Ö Uzun bir süredir balıkyağı içinde yer alan Omega 3 yağ asitlerinin sağlığa iyi geldiği zaten biliniyordu. Omega 3 yağ asitleri kalbi ve kan dolaşımını koruyorlar. Ayrıca hamilelik döneminde de olumlu bir etki yapıyorlar. Son bir araştırma Omega 3’ün zihne de iyi geldiğini ortaya koydu. Ne var ki Omega 3 yağ asitleri bedende üretilmiyor, bu yüzden balık, midye ve diğer deniz kabuklularının tüketilmesi önerilmektedir. Fakat bazı yemeklik sıvı yağlarda da bol miktarda doymamış yağ asitleri bulunur. Melbourne Üniversitesi’nden G.Paul Amminger, yıllardan bu yana söz konusu maddenin gençlerin zihinleri üzerindeki etkisini araştırıyor. Bu gözlemin nedenlerinden biri de çok balık tüketilen ülkelerde daha az depresyon vakalarının görülmüş olmasıydı. Amminger beş yıl önceki bir araştırmasıyla, balıkyağı kapsüllerinin, gençlerde psikoz riskini bir yıl içinde yüzde 25 oranında düşürdüğünü kanıtlamıştı. Araştırma süresini uzatan araş Balıkyağı şizofreni düşmanı tırmacı, yedi yılın ardından sonuçları yeniden değerlendirmiş. Son araştırmada yaşları 13 ila 25 arasında değişen 81 katılımcı incelenmiş. Bu kişiler psikoz risk grubundaydılar, yani sesler duyma gibi psikozun ilk belirtilerini taşıyorlardı. Katılımcıların yarısı on iki hafta boyu günde iki kez Omega 3 kapsülü alırken, diğer gruba etkisiz ilaç plasebo verilmiş. Yedi yıllık araştırmanın sonucunda balıkyağı alan katılım Sydney Üniversitesi’nde Adriana Dutkiewicz ile çalışan ekip bu yüzden okyanus dipleriyle ilgili yeni bir dijital harita hazırladılar. Bu harita için son elli yılda çeşitli araştırma gemileriyle toplanın 15.000 örnek değerlendirilmiş. Deniz dipleriyle ilgili bu jeolojik harita, derin okyanus havzalarının sanılandan çok daha karmaşık yapılanmış olduğunu gösteriyor. Okyanus zeminin derinlikleri bir mezarlık, bu bunların çoğu güneş ışığı alan sularda yaşayan mikroskobik deniz canlıları yani fitoplanktonlar diyor araştırmacı. Fitoplankton soluduğumuz oksijenin dörtte birini üretir. Bu minik canlılar büyürken, havadaki karbondioksiti de soğuruyorlar. Öldüklerinde ise aldıkları karbonu da derine taşıyorlar. Bu şekilde oluşan tortulların bileşimi ise, fitoplanktonların yaşam koşullarının, dolayısıyla da iklimsel koşulların zaman içinde nasıl değiştiklerini göstermektedir. Yeni harita bu açıdan bir sürpriz ortaya koydu: Özellikle de Avustralya çevresindeki güney okyanusta bilim insanları beklenenden çok daha fazla bu tür fosil birikimler saptamışlar. Eski haritalara göre Avustralya kıtasının çevresindeki deniz diplerinde daha çok karadan denize uçan kil/balçık görülmekte. Okyanus dibindeki fitoplankton birikimi, suyun üzerindeki organizmaların gelişiminden bağımsız olarak oluşmuş. Bu eksik olan bağlantı gerçi karbonun kökenini anladığımı ortaya koyuyor fakat ne şekilde çöktüğünü söylemiyor diyor Dietmar Muller. Karbondioksitin ne şekilde derine çöktüğü hâlâ bilinmiyor. Fakat güncel iklim değişimi nedeniyle karbon dolaşımlarının süreçlerini ve geçmişini anlamak çok önemli ve bu konuda dijital harita yardımcı olacak diyor uzmanlar. Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com zellikle Karadeniz Bölgesi, arazinin dağınık ve engebeli oluşuna bağlı olarak, telefon hatları çekilmiş olmasına rağmen arazi yapısından kaynaklanan nedenlerden sık sık arızalanmalara ma ruz kalmakta, onarımları da uzun zaman almaktadır. Dolayısıyla Karadeniz Bölgesi’nde haberleşmede ıslık halen kullanılmaktadır. Genelde ıslık, sadece mesaj verme veya uyarıda bulunma amacıyla kullanılmaktadır. Kuşköy köyü ve civarında yaygın kullanılan sadece ıslık değil, farklı yönüyle “ıslıkla konuşma’’dır. Bu ıslık, kuş sesine benzediğinden adına “kuş dili” denmektedir. Bir başka ifadeyle, ıslıkla haberleşmeye çalışan bir insanı dinlediğimizde, bir kuşun öttüğünü düşünürüz. Bugün yaklaşık 10.000 kişinin kullandığı bu dil, mesajı 5 kilometre uzağa taşıyabiliyor. Şimdi ilginç olan, bilim insanlarının bu dilin beynin sağ yarıküresini de devreye soktuğunu keşfetmesi. Sağ yarıküre bilindiği üzere müziğin anlaşılmasında önem bir rol oynuyor. Bugüne dek konuşmaların beynin sol yarıküresi tarafından deşifre edildiği sanılıyordu. Almanya’da Ruhr Üniversitesi Bochum’dan Onur Güntürkün, ıslıkla çalınan Türkçenin frekansının ve melodisinin insanların beyinlerinin iki yarıküresinin de kullanılmasını gerektirip gerektirmediğini araştırdı. Güntürkün ve ekibi akıcı olarak ıslıkla konuşan 31 kişiyi incelediler. Genel olarak sol yarıküre, sağ kulağın duyduğu sesleri işlemden geçirirken, sağ yarıkürede bunun tam tersini yapar. Deney sırasında, beklenildiği üzere heceler ıslıkla çalındığı zaman 31 kişinin beyinlerinin hem sağ hem de sol yarıkürelerinin aynı anda devreye girdiği gözlendi. Tonal/atonal, yazılı veya sözlü olup olmadığına bakılmaksızın, bir dilin algılandığı bölge sol yarıküredir. Bu tüm dillerde böyledir. Güntürkün, kuş dilinde hem sağ, hem de sol yarıkürenin eşit miktarda katkı sağladığını belirtiyor. Araştırmadan elde edilen sonuçlar, bir lisanın deşifre edilmesinde sol yarıkürenin beynin diğer kısımlarından bağımsız olarak çalıştığı fikrinin artık geçerliliğini yitirmiş olduğunu gösteriyor. San Diego’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Diana Deutsch, “Bu çalışma konuşmanın farklı bileşenlerinin işlenmesinde hem sağ hem de sol yarıkürenin sorumlu olduğunu savunan görüşü destekliyor. MRI taramalarından yararlanarak Kanarya Adaları’ndaki çobanlar üzerinde yürütülen başka bir çalışmadan da benzer bir sonuç alınmıştı. Çobanlar haberleşirken İspanyolca’nın ıslıkla çalınan bir versiyonunu kullanıyorlardı. BEYNİN İKİ YARIKÜRESİ DE DEVREDE Bu sonuçların nerede kullanılabileceği sorusunu Güntürkün şöyle yanıtlıyor: “Öncelikle Türkiye’de ıslıkla haberleşen kişilerin arasında inme geçirerek beyninin sol yarıküresini kullanamayan kişilerin olup olmadığını araştıracağız. Sanıyorum ki bu kişinin sağ yarıküresi sol tarafın çalışmamasından doğan haberleşme sorunu ortadan kaldıracak.” Türkiye’de ıslıkla haberleşme olgusu giderek kayboluyor. Bunun bir nedeni de cep telefonları. Güntürkün, “Cep telefonları ile dedikodu yapabilirsiniz, ancak bunu ıslıkla konuşarak yapamazsınız, çünkü söylediklerinizi tüm vadi duyar.” Türkçesi: Reyhan Oksay https://www.newscientist.com/article/dn28052ancientwhistlelanguageuseswholebrainforlongdistancechat NE İŞE YARAYACAK?