16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DOĞAN KUBAN Kültür CBT 1478/17 Temmuz 2015 5 Mimarlık ve KentÇöküş Süreci olarak yaşıyorlardı. O İstanbul’u Paris, Londra ile karşılaştırmak anlamsızdı. Ne Cambridge’le karşılaştırılacak bir üniversite, ne Louvre ile karşılaştırılacak bir müze, ne de bir konser salonu vardı. Son saraylar da Versailles ile ya da Buckingham ile karşılaştırılacak yapıtlar değildi. da bir açıkgözlük. Fakat bu davranışların sonucu bazen yaşamsal bir önem taşıyabilir. Hastanız arabada, sıkışık trafik, ya da dikkatsiz bir şoförün kaygısızlığı yüzünden ölebilir. Türkiye’de kentleşemeyen halkın dikkatsizliği ya da kaygısızlığı nedeniyle kaybedilen zaman, para bu ve yaşam kuşkusuz hesap edilmiyor. Fakat bunun toplum yaşamına ödettiği bedel çok ağır olmalıdır. me olarak anlaşılmamalıdır. Fakat, çağdaş dünyada, gelişmiş ülkelerle eşit koşullarda yaşamak için, gerekli bilgisel, entelektüel ve insana saygıda temellenmiş davranışsal birikimlere sahip olmaktır. Bu bağlamda herhangi bir politikacı ile halk arasında bir fark yoktur. Halk, kendi evinin sorunu ile uğraşırken nasıl davranırsa, bakan ve belediye başkanı da kent sorunlarına o perspektifle yaklaşmaktadır. Bu tutum devlet idaresinde uzmanlığı saf dışı etmiştir. Belediye, kendine gökdelen dikmek için uğraşan arsa sahibi gibi, bir tünel açmak, bir parkı ortadan kaldırmak, köprü yapmak, tarihi bir sit alanını ortadan kaldırmak için hiçbir uzman görüşüne iltifat etmemektedir. Uzmanı dışlamak plansızlıktır. Plan yapamamanın bir başka nedeni daha var: İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerin düzenlemek zorunda oldukları sorunların verilerini toplamak bu kurumlar için olanaksızdır. Bunu gerçekleştirecek yetişmiş uzman kadrosu belediyelerde barınmamaktadır. Kaldı ki büyük boyutlar, sürekli göç, hızla değişen veriler bunu, bizim koşullarımızda olanaksız kılmaktadır. Buna, Türkiye’nin dengesini bozan temel hastalığı olan bütün sanayileşmenin yapı yapmaya feda edilmesini de eklerseniz, karşınıza plansız ve kaotik, tarihi dokusu yok edilmiş bir kent ve çirkin bir mimari çıkar. Otomobil denilen çekirge istilasını da unutmayalım. Her şey kötü değil. Ama büyük kent İstanbul bir iflastır. Olumsuzluk da bir birikimdir. Kent planlaması ve mimarlık tasarımının son yarım yüzyılı bir çöküş sürecidir. Her şeyi paraya indirgeyen bir ortamda bu yargı, bu işlerden anlamayanlara garip gelebilir. Kaldı ki inşaatlar arasında iyi niyetli insanların yaptırdıkları ve yetenekli mimarların tasarladıkları yapılar da var. S evgili okuyucular, bu yazıda ülke için gelecek bir felaket işareti olan yapılaşma furyasının doğasını anlatmaya çalışacağım. Kent ve mimarlık, toplumun içinde bulunduğu bilinçsiz, sözde gelişimin hemen her alanda çaldığı tehlike çanlarıdır. Onlara kulak tıkamayın! Daha kentlileşememiş Anadolu halkı gökdelenler, büyük yüksek yapılardan oluşan konut siteleri, alışveriş merkezleri, her yanı dolduran otomobiller, lüks mallar karşısında çok etkileniyor. Bundan elli yıl öncesinin Anadolu insanı için bu yeni kent çevresi bir Walt Disney dünyasıdır. İki katlı taş, ahşap kerpiç evinden, toprak ve kaldırımlı sokaklarından bir cennete geldiler! Çok sıkıntı çekseler de İstanbul gibi bir kent, bütün boyutlarıyla şaşırtıcıdır. Beni bile şaşırttığını itiraf ederim. Halk deyiminin içinde partiler, hükümet, üniversiteler, sanayi kuruluşları, turizm işletmecileri, müteahhitler, herkes var. Bugün 60 yaşında olan bir insan 1980’den sonra bilinçlenen bir insandır. Adı üniversite olan kurumların % 40’ı da 2006’dan sonra kuruldu. Ülkenin bütün kurumlarıyla tepetaklak gitmesi Anadolu halkının suçu değildir. Toplumsal bir deformasyondur. Nedenleri de sayısızdır. Temelleri Osmanlı toplum yapısından kaynaklanır. Fakat genç mimar başarısız bir uygulama yapmışsa, bunun kişisel bir yeteneksizlikten çok, toplumsal bir yoksulluğun, bir hamlığın sonucu olarak görmek daha doğru olur. Projeyi yaptıran mal sahibi, yetiştiren hoca, kabul eden belediye, o sokakta oturanlar ortak ve az gelişmiş bir bir kent kültürünün ortak temsilcileridir. Sevgili okuyucular, Bugün İstanbul’un çirkinliğinden söz ederken, “1930 İstanbul’u daha güzeldi” diyemeyiz. İstanbul’da 1930’da 100 mimar ancak vardı. Nüfus 500. 000’i geçmiyordu. Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış, işgalden yeni kurtulmuş fakir ve harap bir kentti. Tek üniversitesi yeni açılmıştı. Sanayi diye fazla bir şey yoktu. Boğaz’da elektirik olmayan çok mahalle vardı. Bugün kurumlar daha geri, öğretim daha kötü, İstanbul halkı daha ilkel değil. İstanbul halkı daha yobaz değil. Bu başka bir İstanbul. Değerlendirme sadece bugün için geçerli, evrensel parametrelerdir. Tarihin hiçbir çağında bugünkü iletişim ve ulaşım olanakları olmadı. Bugüne göre 20. yüzyıl başında dünya kentleri birbirlerinden soyutlanmış Bu değerlendirme nüfus boyutlarıyla Paris ve Londra’yı geçmiş, Türkiye ekonomisinin yarısını bünyesinde toplamış, üniversitelerinde İngilizce öğretim yapılmaya çalışılan bir megapolisin, gökdelenleri, alışveriş merkezleri 5 yıldızlı otelleri, lüks yaşamı ile kendini dünya toprak ağası da markası olarak sunan bu dev kentin megalomanisini irdelemek için yapılıyor. Bu bir yapılar karşılaştırması değil. Tarih karşılaştırması da değil. 21. yüzyılda ülkenin % 25 inin yaşadığı bu en gelişmiş en ünlü Türk kentindeki insanların yaşam kalitelerini ve uygar niteliklerini irdeleyen bir değerlendirme. Fiziksel yaşam koşulları, öğretim, sanat ortamı, tarihi ve estetik çevre, entelektüel çevre, planlama, ulaşım. Toplumun uygarlık düzeyi, başka bir deyişle, insan davranışlarının kentin uygarlık düzeyini yükselten ya da düşüren nitelikleri. İstanbul tarihi boyunca, Türkiye’nin Avrupa’dan uygarlık ve bilgi havası aldığı açık pencereydi. Bugün bu olanak neredeyse sonsuz. Fakat pencere ne kadar açık? Kuşkusuz bunu kapamaya hiçbir güç yetmez. Ne var ki Türkiye’de ekonomik, politik ve kültürel iç ve dış mekanizmalar, kentsel değişimi etkileyen parametreler olarak, kentin çağdaşlaşma hızını kesiyor. Bunların başında ulusal kültür, öğretim düzeyi ve politik ve ekonomik yozlaşmanın olumsuz etkileri geliyor. İstanbul’a göç ile kent ederek nüfusu neredeyse 20 milyona çıkaracak. Halkın kentlileşmesi daha gerçekleşmedi. Bunun eğitimle ilgisi var. İstanbul halkı, dünyanın benzer Avrupa kentleriyle karşılaştırılırsa, daha kentli değil. Bunun en temel eksikliği insan saygısının eksikliğinden kaynaklanıyor. Kalabalık bir kentte insanlar arasındaki ilişkiler sayısal olarak, köy ve küçük kente göre çok fazla. Kalabalığın uymak zorunda olduğu kurallar çok artmış. Kalabalık bir kentte başka türlü yaşama olanağı yok. Anadolu insanı bunu memleketinde, evinde, okulda ne de sokakta görmemiş. Birbirinin hakkını yeme nüfusun yarısı için bir kabadayılık ya ÇAĞDAŞLAŞTIRMANIN HIZINI KESEN NEDENLER Türkiye, halkın ülkesi olmak açısından olağanüstü üniform bir ülkedir. Halk iktidardadır. Halk ne kadar cahilse iktidar da o kadar cahildir. Türkiye’de sınıflaşma yoktur. Aristokrasi olmamıştır. Kentlere göçten sonra toprak ağası da yoktur. Entelektüel, güç sahibi değildir. Büyük şirketler güç sahibi olmak için politik iktidarla iyi geçinmek zorundadır. Politik iktidar halkın yol açtığı iktidardır. Fakat bu iktidarların uluslararası güçlerden ne derecede bağımsız olduğu belli değildir. Halkın politik yönlendirilmesi de aynı şekilde karanlıktır. Uluslararası konjonktürün nasıl etkili olduğunu, doğru olarak anlayacak özgürlüğe sahip değiliz. Bu politik koşullarda halk desteği ile oluşan iktidarlar, içinden çıktıkları halkın tavırlarıyla davranırlar. Bu tavırların iki bileşeni cehalet ve kaygısızlıktır. Tarihi temele oturan toplumsal koşullarda cehaletin okumuşlukla değil, toplumun entelektüel atâleti ile ilişkisi vardır. Cehalet sözcüğü, okumuş ve yazmışlıkla ilgili bir değerlendir HALK İKTİDARDA! Tayfun Akgül
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle