16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1478/17 Temmuz 2015 Bilimsel makalelerde yapılan atıflar üzerine bazı düşünceler Ersin Yurtsever [email protected], Bilim Akademisi G ünümüzde çok moda olan üniversite sıralamalarının (ranking) dışında popüler bir başka konu da bilim insanlarının sıralaması. Bazen bir gazetede Türkiye’nin en önemli 2000 bilim insanının listesini görüyoruz. Bu listeler neredeyse tamamen hendeksi olarak bilinen bir ölçüte dayanıyor. Bu ölçüt en az h sayısı kadar atıf almış h makaleniz olduğunu söylüyor, yani 25 makaleniz en az 25’er atıf almış ise, hendeksiniz 25 oluyor. Bu sayılar da elektronik veri tabanlarınca zaten hesaplandığı için, kolaylıkla bir sıralama yapabiliyor. Gazete küpurları dışında, pek çok bilim insanının web sitelerinde ve özgeçmişlerinde bu sayılar verilmekte. Ödüllerde, atamalarda ve yükselmelerde pek çok kuruluş hendeksini kullanmakta. Bu endeksin içerdiği bazı teknik sorunları görenler ise daha doğru sonuç verebilecek değişik türevlerini de geliştirmekte. Bu endeksin kullanımında değişik sorunlar var. hendeksi kavramı üzerinden yazı yazan yazarlar da her seferinde bunları vurguluyor ama daha iyi bir ölçüt henüz bulunamadığı için şu anda en sağlıklı sonuçların bu şekilde elde edildiğini savunuyor... İstatistik 101 dersinden: bir dağılımdan sadece bir ölçüt çıkarırsanız, pek çok önemli bilgiyi kaybedersiniz. Örneğin simetrik bir çan eğrisi, bimodal dediğimiz iki tepeden oluşan bir dağılım veya asimetrik bir çan eğrisi aynı ortalamayı verebilir ama anlamları farklıdır. Bu temel kavramsal yanlışı şimdilik bir kenara bırakıp, bir bilimsel makale yazma ve içerisinde başka makalalere atıf verme konusundaki gözlemlerimi derlemek istiyorum. Bu gözlemler temel bilimlerin fizik, kimya, biyoloji gibi sahalarına aittir ve her sahada tam olarak geçerli olduğunu söyleyemem. Bu gözlemlerden bazıları, bilimsel etik ile çelişen noktalar olmakla beraber, diğerleri de zaman içerisinde oluşan ama tartışılması gereken noktalardır. a) Orta büyüklükteki bir makalede 30 civarında atıf bulunur. Eğer az atıf verirseniz veya son yıllardaki makalelere atıfta bulunmazsanız, editör tarafından makalenizin red edilme olasılığı yüksektir. b) Atıfların %8090’ı makalenizin giriş kısmındadır. c) Bu atıflar, editöre ve hakemlere sizin sahayı tanıdığınız izlemi vermek içindir. Mutlaka kullanmanız gerekmez. Okumuş olmanız da şart değildir. Bazen bir makalede yanlış yapılan bir atıfın, başka yazılarda da ortaya çıktığı olmaktadır. d) Ciddi dergilerde olmamakla beraber, yeni yayın hayatına başlayan dergilerin editörü sizden kendi dergilerine atıfta bulunmanızı isteyebilir (ciddi bir etik ihlali). Benzer şekilde hakem veya editör size bazı makaleleri atıf verilmesi için önerir (hoş değildir). e) Giriş kısmı dışında kalan atıfların bir kısmı da karşılaştırma için verilen atıflardır ve tablo ile grafiklerde geçer. f) Makalenizde kendinize atıf vermeniz normal olmakla beraber bu oranın anormal yüksek olduğu örnekler de mevcuttur (etik ihlali olmamakla beraber, bence bir davranış bozukluğudur). g) Anlaşmış olduğunuz arkadaş gruplarına da atıf verirsiniz ya da verdirirsiniz (etik ihlali). h) Yukarıda verilen bütün grupları çıkardığınız zaman, sizin makalenize ilham kaynağı olan, problemi çözmenizi sağlayan, doğruluğunu sınamanıza yardımcı olacak kaç tane atıf kalıyor? Bu sayının 34 den fazla olmadığını düşünüyorum. Eğer kendi yazdığınız makalenizde “hakiki” atıf sayısı 34 ise, size yapılan atıflardan çıkarılacak h veya başka harfli endekslerin sayısal değeri bir anda çok küçülür ama çok daha anlamlı hale gelir. Çünkü gerçekten bir bilimcinin alanına yaptığı katkıyı anlamak istiyorsanız, o insana verilen atıfların analizini yapmanız, ve makaleleri hakkında ne düşünüldüğünü okumanız gerekir. Bu zor bir süreçtir ve pek çok kişi bu yola başvurmaz. Veya o kişi hakkında diğer bilimcilerin söylediklerini dinlemeniz gerekir. Tabii bu yol ülkemizde çalışmayacaktır, başka ülkelerde de sorun yaratabilir. Şunu kabul edelim ki, bir makalenin giriş kısmında yazılan “bu konuda yapılmış deneysel (17) ve teorik çalışmalar(820) vardır. Bu hesaplar ile atmosferdeki .. miktarı(2124), suyun temizlik derecesi (2532) de elde edilir” cümlesinde geçen 32 atıfın her biri bilimsel “gürültü” sınıfına girer ve bu makaleleri yazanların bilimsel değeri hakkında olumlu veya olumsuz bilgi vermez. Muhtemelen bu cümle içerisinde bu şekilde atıf verilmesi gereken makale sayısı 32’den çok daha fazladır ama yazarın hepsini derleyecek vakti de yoktur. Zaten editör de müsaade etmez. Bu atıflar makalenizin bilimsel içeriğini iyileştirmez ve sadece sayı kirliliği yaratır. (Belki bu ifadeler abartılı gelebilir, aksi örnekleri de verebilirsiniz ama genel resim maalesef budur). Bu noktayı gündeme getirdiğim zaman, genellikle karşı görüş sadece isimlerin bu şekilde geçmesinin bile önemli olduğu veya bu durumun bile bir tanınırlık ölçütü olduğu oluyor ki benim buna katılmam mümkün değil. İyi bir çözüm, dergi editörlerinin bu etkifaktörü ve hendeksi komplekslerinden arınıp, makalelerde sadece hakikaten katkısı olan yazılara atıf verilmesini sağlayacak politikalar geliştirmesi. Bu ise herhalde rüyalarda olacak bir şey. Matematikçi arkadaşlarım kendi alanlarında böyle olduğunu söylerler. Umarım haklıdırlar. Atıf sayıları konusunun bir başka etkisi ise tamamı ile atıf sayılarına dayanan etkifaktörlerini(impact factor) kullanarak bilimsel dergileri sıralama olarak karşımıza çıkmakta. Bir bilim insanını değerlendirirken yapılacak en kolay iş, onun hangi dergilerde yayın yaptığına bakmak oluyor. Kişinin alacağı ödül veya yükseltilmesi, ne yaptığı ile değil, nerelerde yayınladığı ile belirlenir oldu. Doğal olarak bu düşünceler sadece bizlerin kafasında oluşmuyor. 2012 yılı Aralık ayında bir grup editör ve yazar toplanıp, kişisel değerlendirmelerde bu tarz yanlış yaklaşımlar üzerine bir bildiri yayınladı. San Fransisco deklarasyonu olarak bilinen bu bildiriyi, Bilim Akademisi de desteklemektedir. http://am.ascb.org/dora/ Oktay Sinanoğlu anısına Prof. Dr. Aydın Köksal [email protected] 2 0 Nisan 2015 günü ABD’de tedavi gördüğü hastanede 81 yaşında yitirdiğimiz değerli Türk bilim adamı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nu yazmak benim için güç. O ardında değerli bilimsel çalışmalar, birçok anı, birçok yapıt bıraktı. Düşüncelerini bilimsel çıkarsamalarla olgunlaştırır, doğruların ışığını bir kez gördü mü, inandığı düşüncelerini güçlü bir biçimde, her yerde her koşulda savunmaktan bir an geri durmazdı. İlerleyen yaşına karşın, yanlışta diretme, anlayışsızlık, vurdumduymazlık karşısında bile, hırçınlaşma pahasına da olsa, bu tutarlı davranışından hiçbir zaman vazgeçmedi. Demem o ki Oktay Sinanoğlu gerçek bir bilim adamı olmanın yanı sıra bir gönül adamıydı da. O ülkesini, ulusal dilimiz anadili Türkçeyi çok seven gerçek bir yurtseverdi. Bilgili, coşkulu, çalışkan iyi bir yurttaştı. Türkçe sevgisi başta olmak üzere, ekinsel siyasal bağımsızlığını koruyabilen, iyi yönetilebilen bir Türkiye’nin parlak geleceğine ve bilime olan ortak inancımızın ayrımına varınca, gençlik yıllarımızda aramızda dostluk bağı oluşmuştu. Benden altı yaş büyüktü. 1967’de 27 yaşında genç bir elektronik mühendisi olarak Hacettepe’de Bilgi İşlem Merkezi’nin kurucu müdürü olarak göreve başladığımda, Sinanoğlu ABD, Massachussetts’teki Yale Üniversitesi’nde Kuramsal Kimya profesörüydü. Daha 26’sında en genç profesör olarak adı ve başarıları Time dergisinde bile konu edilince, yaygın biçimde tanınmıştı. Yolumuz birden çok kez kesişti. Bu buluşmalarımızdan birkaçını Feyziye Özberk’le yaptığımız Nehir Söyleşi’de anmıştım. “Oktay Sinanoğlu ile Hacettepe’de bugünkü çevrimiçi uygubuluşmalarımızı Feyziye lamaların benzerlerini gerçekleştirebilmek Özberk’le yaptığımız Ne üzere gözümüzü IBM’nin piyasaya sürmeye hir Söyleşi’de anmıştım.” hazırlandığı dev 360/67 Gerçek Zamanlı Bilgisayar sistemine dikmiştik. Ne yazık ki, böyle bir sistemi edinmeye ne Hacettepe’nin, ne de ODTÜ’nün bütçesi yetmiyordu. İki üniversite olanaklarını birleştirirse bunu başarabileceğimizi hesapladık. O sırada Oktay Sinanoğlu ODTÜ’de olan bitenle ilgilenmekten geri durmuyordu. Düşüncemi onun buradaki çalışma takımıyla da paylaştım. Hacettepe Fen ve Mühendislik Dergisi’nin ilk sayısında yayınladığım “Bilgi İşlem ve Yönetim” başlıklı yazım eline geçince, Yale’den bana gönderdiği mektupta görüşlerim ve bu yazıda kullandığım Türkçe bilişim terimleri dolayısıyla beni göklere çıkaran bu değerli dostum da bu düşüncemi benimsedi. Rektörlerimizi de böyle bir işbirliğine inandırdık gibi oldu; ancak İhsan Doğramacı “Biz hastalarımızın yaşamlarını buna bağlayacağız, sisteminin %60’ı bizim denetimimizde
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle