Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
DOĞAN KUBAN Kültür CBT 1477/10 Temmuz 2015 5 Çağdaşlık üzerine Hüseyin Rahmi günkü alafrangalarla alay eder. Şıpsevdi alafrangalara çağdaşı zevzeklik, züppelik, hoppalık ve cehaletle karıştıran ve halka çağdaşı yanlış tanıtan zararlı yaratıklar olarak bakar, onlarla alay eder. Onun binbir ayrıntı ile alaya aldığı o küçük alafranga grup bugün Türkiye’yi istila eden modern görünüşlü geri kafalı milyonların yanında bir damladır ve artık alay konusu olmayacak kadar ciddidir. Bu sayısal, niceliksel sıçrama, niteliksel bir değişmeyi de beraberinde getirdiği için Hüseyin Rahmi’nin analizlerinden bugün için bir sonuç çıkaramayız. Fakat onları yaratan politik baskının bugün de var oluşu toplumun cehalet ve davranışlarında değişmeden kalmış bir kültürel niteliğe, ya da niteliksizliğe, en azından bugünün dünyası ile uyuşmayan bir tortunun toplumsal gelişmeyi engellediğine işaret eder. Çağdaş nedir? Hüseyin Rahmi bu konuda kendisini yeterli bulmaz. Fakat kendince verdiği yanıtları da sıralar. O sırada ülkelerin geleceğinin belirsiz olduğunu ve hiçbir ülkenin de bunun dışında kalamayacağını düşünür. Manda altında yaşamak gibi düşünceleri anımsatır. Böyle durumlarda akıllılarla ahmakların her zaman kavga ettiklerini söyler. Bunun kültürel dengesizlik ve toplumun zayıflığından kaynaklanan utanılacak bir durum olduğunu vurgular. Güce güçle, ticarete ticaretle, ekonomiye ekonomi ile, eğitime eğitimle karşı gelineceğini, fakat Osmanlı ile büyük devletler arasında büyük eşitsizlik olduğunu belirtir. Kimi sivri akıllının ‘biz de onların kadınlarıyla evlenelim’ dediğini söyler. Çocukları Avrupa’da okutmak, Fransızca konuşmak, ata binmek, kumar oynamak, salon adamı olmak gibi özellikleri olan bu ‘monşer’lerin bir kongrede ince menfaatleri belirtmekten aciz olduklarını söyler. Diplomasiyi ağızdan dinleyerek öğrenen diplomatlara bunun okulları olduğunu anımsatır. Bizde doğuştan şair, doğuştan yazar var. Ama doğuştan bilim adamı, doğuştan maliyeci olmaz. Bizde Divan kâtibinden diplomat oluyor. Dün istibdatçı olan bugün meşrutiyetçi oluyor, der. Bu bizim, son seçim sonuçlarından sonra kimi parti başkanlarının tutumlarıyla aynı. Abdülhamid döneminin burnundan düşmüşler. Bizim zadegânın bütün marifeti poz, jest, kostüm. Güya öğrenmek için Avrupa’ya milyonlar döküyorlar. Bunlar yerine öğrenci yetişseydi, der. Türkiye’deki niteliksel değişiklik bu bağlamda çok açık. Bizim bugünkü zadeganlarımız partilerden yetişiyor. Avrupa’da okumuyor. Sokaklarda ve parti binalarında büyümüş halktan çocuklar. Avrupa’da okuyanlar çoğunlukla dışlanıyor. Bu bakımdan bir halk egemenliği var. Hatta okumuşun horlanmasını da son zamanlarda değerli büyüklerin ağızlarından dinliyoruz. Bu demokrasi açısından iç açıcı olurdu, eğer halktan çıkan yeni zadegânlar halka hürmet etseler, halka insan muamelesi yapsalardı. Fakat sokak çocukları gibi ‘a… a….’ ile başlayan yüz kızartan, çok elegan konuşmaları var. Hüseyin Rahmi bu alafrangaların kendi düşüncelerine meftun olup, suyun akıntısına kapılıp gidenler olduğunu ve onların dünyasında yaşadıklarını söyler. Biz de akıntıya kapılanlarla birlikte gidiyoruz. Laz’ın ‘Binmişiz bir alâmete, gidiyoruz kıyamete’ diye anlattığı hikâyeye benziyor. Hüseyin Rahmi’nin bugünlerde yeniden basılan ‘Şıpsevdi’ romanının girişini okursanız bir şoka girebilirsiniz. Aradan yüzyıl geçtikten sonra, çok farklı fiziksel, ekonomik ve fiziksel koşullar içinde AKP, kendi ağzıyla yineleyip durduğu Osmanlılığı, görünüşte 2. Abdülhamit rejimini bu günkü koşullarda yinelemeye çalışıyor. İstenilen Osmanlılık buymuş anlaşılan. Bunu uygun gören başka parti olduğunu da bilmiyordum. Onu da öğrendim. B u günlerde gazetelerde çığlıklar arttı. Fakat çığlık yetmez. Gazetelere yansımayan çığlıklar çok daha fazla. Bugün kanımca gazete yazarının, yorumcunun çok daha önemli bir görevi ortaya çıktı. Artık filancanının ne söylediği, falancanın ne yaptığı, birinin hırsızlığı, diğerinin yalanı, doğru inşaat izni gibi şeyler önemli değil. Yıkılan bir sistemde hangi kiremitin nereye düştüğü, taşın kimin kafasını yardığı, binlerce adamın öldüğü otomobil kazalarında kimin bacağının koptuğu haber, ama Türkiye’nin kaderi ona bağlı değil. Bütün bunları bir arada yaşatan cehalet sisteminin politikaya egemen olan sultasını kırmak için, düşüncenin daha üst düzeylerinde çözüm araması gerek. Seçim öncesi ve seçim sonrası MHP Başkanını anlamak benim idrakimi aşar. Bir gün önce hırsız dediklerini bir gün sonra olası koalisyon olanakları içinde düşünen CHP başkanı da, benim idrakimi aşar. Bütün bunlar, kanımca, politikanın halkın yaşamından soyutlanmış, sadece onun şikâyetlerinin manipülasyonu üzerine kurulu zavallı bir iktidar oyunu olmasından kaynaklanmaktadır. Bu oyuna indirgenmiş politik ortamda, Türkiye, devlet olarak hayal bile edemiyeceğimiz Yemen, Sudan ve IŞİD’le içiçe yaşıyor. Sevgili okuyucular, Bu yozlaşmanın 19. yüzyılda başladığını gösteren bir yazar olarak Hüseyin Rahmi’yi tesadüfen seçtim. Eğer okuyucular dilini anlarlarsa çok eğlenirdirici bir yazardır. 1911’de ‘Alafranga’ adı altında tefrika edilmeye başlayan roman kısa bir süre sonra yayından men edilmişti. Rejimi eleştiriyordu. Abdülhamid devrildikten sonra 1914’te yeniden basıldı. Yeni adı ‘Şıpsevdi’ oldu. Bunu ‘alafrangalığa yani çağdaşlığa karşı bir eleştiri olarak görenler çıktı. Hüseyin Rahmi de romanın başına bir açıklama yazmak zorunda kaldı. Bu girişin bazı bölümlerini günümüz diline çevirdim. “Benim çağdaşlığı kötülemek için yazdığım sanılıyormuş. Bu yanlış ve kaba bir kanıdır. Fakat çağdaşlığı züppelikten ayırmak gerekir. Türklüğümüz ve Osmanlılığımızla iftihar ederken, yükseliş nedeni olacak şeyleri kötülemek, yurdunu yüceltmek amacı taşıyan bir yazara yakışır mı?” diye başlamış Hüseyin Rahmi. ALAFRANGA VEYA ŞIPSEVDİ “Batı uygarlığı bizi aydınlattı. Bundan sonra da gelişmemize yol göstecektir. Despotluk yıllardır kitaplıkları engelledi. Çocukların kalplerinde vatan sevgisini yücelten dersleri kaldırdı. Öğretim düzenini bozdu. Bütün okulları sıbyan mektebine çevirdi. Ülkenin manevi gıdası, varlığı ve geleceğinin temeli olan yayınları yasakladı. Ülkenin gazetelerini despotu öven, yalanları telleyip pullayan kâğıt parçaları haline soktu. Hep bozdu, yok etti, gurbete yolladı. Fakat bu kahredici, sindirici tavra karşın hiçbir şeyi yenilemedi. “Maarif müfettişlerinin, gümrük memurlarının şiddetli teftişlerine karşın özel kıtaplıkların en saygın köşelerinde gençlerin düşüncelerini güçlendiren yabancı kitaplar var. Bu bağlamda bir şey ilgimi çekiyordu. İkbal, Tefeyyüz, Şafak gibi parlak yayıncıların gösterişli, resmi izinlerle yayınlanmış kitapları, yaldızlı ciltlerine karşın vitrinlerde sinek avlarken, yabancı yayın satan kitapçılar karınca yuvası gibi işliyordu. Babıalide buların sayısı birden dörde çıkmıştı. “Ülkenin eğitimi iflas edince imdadına yabancı eğitim yetişti. Gözler dışarıya çevrildi. Avrupa filozofları, tarihçileri, yazarları, şairleri bizimkilerden fazla tanınır ve okunur oldular. Avrupa yayınları rafları dolduruyordu. Zorbalıktan kaynaklanan yasaklardan dolayı Türkçesini ihmal etmiş, Fransızca öğrenmiş gençlere rasladım. Avrupa edebiyatı üzülerek söylüyorum yetenekli gençlerimiz üzerinde çok etkili oluyor.” Bu arada Hüseyin Rahmi, Poincaré’nin kitaplarını cebinde taşıyan bilim düşkünü gençlerin varlığından mutlu olduğunu da yazar. Sevgili okuyucular, Bugün o farklar duruyor. Ama bunu yineleyen Hüseyin Rahmi’ler çok değil. ABDÜHAMİT’İN BURNUNDAN DÜŞENLER Tayfun Akgül Kuşkusuz bu gözlemler, İstanbul’un küçük bir bölgesinde yabancı dil bilenler arasında yapılmıştır. Fakat bu ülke sorunlarının kapsamı bağlamında açıklayıcıdır. Bugün biz öğretimi İngilizce yaptık. Bu bana kasabın satırının altına kendiliğinden giden koyunu hatırlatıyor. Daha sonra alafrangalığın yani çağdaşlığın baskı rejiminin nerede ise söndürmek üzere olduğu düşünce özgürlüğü ateşinin Batıdan gelen ve umut getiren bir kıvılcım olduğunu söyler. Hüseyin Rahmi ‘Şıpsevdi’de bizim bu KASABIN SATIRI ALTINDAKİ KOYUN