Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tartışma CBT 1477/10 Temmuz 2015 19 Mehmet Başaran (1926 – 2015) Zeki Arıkan zeki.arikan78@gmail.com Yıldız Cıbıroğlu ‘Ara’ ‘Yara’ ‘Yaratıcılık’ yildizcibiroglu@gmail.com ürkçenin derin yapısında ara ikon sözcüklü zincirin anahtar sözcükleri ara, yara, yaratıcılık. Bu sözcüklerden daha fazlası bir araya geldiğinde anlamlı bir dünya görüşü çıkıyor ortaya: Yara ve yaratıcılık kavramları ‘ara’da (bir geçiş zamanı ve mekânında) anlam kazanıyorlar: Arkaik bilgelik, insanların acı deneylerinden elde edilen çıkarımları dilin içine ar kodlu sözcüklerle kaydetmiş. Edinilen deneyler unutulup gider; oysa bu sözcükzincirleri kültürel bellek depoları olarak her konuşucunun dilinde korunmaktadır. Ara, yara, yaratıcılık zincirinde aynı konuşma sesi (işitim kodu) kullanılarak ‘benzeşim’; ve ‘farklı anlamlarla’ karşıtlıklar vurgulanmış. Örneğin arı, ara, yara kelimelerinin üçünde de ar kodu benzeşime vurgu yapar. Arı bal alacağı çiçeği bilir, çiçekler arasında onu arar. Ama arı aynı zamanda zehirli bir iğneye sahiptir, soktu mu ‘yara’ yapar. Arka bacaklarında topladığı bal ile iğne aynı arı’da bir aradadır. Bilgelik bizi uyarıyor, dikkat “hakikat, görünendeki görünmeyendir,” diyor. Ara Ağı’nın oluşturulmasındaki temel beklenti, avcılık döneminden başlayarak toplumsallaşma aşamasında bir arada yaşamayı konuşucularda içselleştirmektir. Ancak insanlar bir arada yaşadıklarında da sorunlar olacaktır: Tatlı sözler ve tavırlarla göz boyayan dolandırıcılar, kendi çıkarları için düzen kuranlar gibi. Böyle bir aldanışı yaşayan toplum ikiye yarılacak’tır. İki taraf –iki yarım birbiriyle çatışacak ve yara alacaktır. (Yarılma kişinin kendi içinde de olabilir, kişi kendi içindeki yar’a düşebilir.) Bu dili bilinçle ve bilinçdışıyla oluşturan eski Şamanlar, böyle durumlarda yaratıcılık, yaratma ile olumsuz olanı olumluya dönüştürmeyi önermektedirler. Yaratıcılık iki farklı fikir arasında doğar ve insanı ileriye taşıyan bu deneyimdir. Türkçenin ve başka dillerin derin yapısında bu bilgiler, hatta bazen işitim kodları bile ortaktır. Eğer bu ‘yar’dan (uçurum) yaratıcılık’la çıkılır ve yara’lar iyileşirse; varılan sonuç yaraş (=güzel), yarar, yarayışlı kavramlarıyla ifade edilecektir. Yaratıcı ara, daima iki karşıtın ve aynı zamanda iki benzeşiğin arasındadır. Bu nedenle insanı ilerleten de zıtlar veya farklılar arasındaki tartışma ve uzlaşmadır. Ar, Altaycada ‘her’ bir şey anlamına gelir. Her bir şey, ancak iki şeyin arasında değişecek, iki karşıt birbiriyle ara’da tamamlanacaktır. Ar zincirinden çıkan yan zincirler de var: yar, tar, kar (=ak, zıddı kara), var gibi yan zincirlerle bu söylemler sonsuzca sürüyor; bitmiş/tamamlanmış değil. Türkçenin içindeki sözcükzincirlerinde kayıtlı olan zihniyet (=tinsellik) farklı olanların, karşıt olanların ‘eşit hukukla’ bir arada yaşamasından daha iyi durumların ortaya çıkacağı anlayışıdır; sözcükzincirlerinin işlevi konuşucuları buna ikna etmektir. Söz konusu anazincirdeki ve yan zincirlerdeki ara, aramak, yar, yarık, yarı, yarış, yara, yaratıcılık, yarkı (tartışma), yaraş (güzel), yarar, artma, artağan (verimli), artı (olumlu), var, varlık, varoluş, varmak (ulaşmak), tar (bir nehrin iki kıyısı arasında gidip gelen ulaşım aracı), tartı, tartmak, tartışma kavramları; dikkat edersek hep iki karşıt (veya farklı) iki şey arasına işaret ediyorlar. Bu gerçekliğin, pekâlâ, somut yaşam gerçeği olduğunu, günümüzde Türkiye’de yaşananlar göstermektedir: CHP’nin “Yaşanacak bir Türkiye” sözüyle ortaya konulan seçim bildirgesi çok şey anlatıyor: Çağdaş düşünceyle, bilimbilgiyle donanımlı, yaratıcı insanlar bir araya gelince kaosu olumluya dönüştürebiliyorlar. Bu yol haritasına sahip çıkmak, bir araya gelmek gerekiyor. B T okul öğretmenliği yaptı. Memur olarak çalıştırıldı. Lise öğretmenliğinden emekli oldu (1979). Başaran büyük bir yazar olarak da sivrildi. Her şeyden önce içinden yetiştiği kurumlara borcunu ödemeyi görev bildi. Köy Enstitüleri’ni inceledi. Bu devrimci kuruluşları özgürleşme eylemi olarak niteledi. Kendi gözlem ve deneyimlerini de katarak bu kurumları bize tanıttı. Enstitülere emek verenleri unutmadı: Yücel, Tonguç, Ferit Oğuz Bayır, Cavit Orhan Tütengil vb. “Atatürk’ü en iyi anlayan, Cumhuriyet aydınmacılığına, ivme kazandıran bir büyük düşün, sanat, eğitim, yazın adamı”, öğretmenim dediği Yücel’in yaşamını bir bütün olarak yazdı. Ölümsüzlük Otu onun klasik kültürle ne denli iç içe olduğunu kanıtlar. Başaran, İmece dergisini çıkardı. Çeşitli dergilerde yığınla şiir, makale ve denemeye imza attı. Kazandığı ödüller arasında TRT 1971 Yarışması, Orhan Kemal Roman Armağanı, Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü, Truva Kültür Sanat Ödülleri (Edebiyat), Rıfat Ilgaz Onur Ödülü var. Türkiye Yazarlar Sendikası, 2006’da 80.yıl yaş gününde kendisini andı. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği de 2010 yılında Maltepe’de görkemli bir törenle Mustafa Necati Öğretmenlik Onur Ödülü’nü ona sundu. Başaran, büyük bir doğa tutkunu ve yeşile hayrandı. Ormanlarımızın, yeşilin yok olmasından kaygı duyuyordu. Bunu yazıları ve şiirleri yeterince kanıtlar, sanırım. Başaran, eğitim bir özgürleşme, insanlaşma uygarlaşma sürecidir, der ve bunun aklı, duyarlığı, geliştirme süreci olduğunu söyler. Ama, Vedat Günyol’la birlikte şunu da eklemeden geçemez: “Bu güzelim yurdun o yoksul, ışıktan, bilgiden yoksun insanlarına, adları etrafında gürültüler koparmadan, ön planlara geçmeye çalışmadan, karınca kararınca çıkarsız, iyi niyetle yararlı olmanın yolunu aramadıkça, aramaya çalışmadıkça yuf olsun topunuza”…. Işıklar içinde yatsın.. aşaran’ın acı kaybını 28 Haziran 2015 günü hasta yatağımda öğrendim. Bir çınar devrildi. Köy Enstitülü çıkışlı şair, yazar, eğitimci, düşünür Mehmet Başaran büyük bir boşluk bırakarak aramızdan ayrıldı.. 2003 yılında Orhan Burian’ı ölümünün 50. Yıldönümünde Ege Üniversitesi’nde anacağız. Başaran’la görüşmek için İstanbul’a gittim. Kendisini Vedat Günyol’un hastanesindeki odasında buldum. Öyle ya Orhan Burian’ı yakından tanıyan ender insanlardan biriydi. Beni evine götürdü. Yemeğe aldı. Burian’ın Amerika’dan Başaran’ın nişanlısı (eşi) Hatun Efe’ye gönderdiği mektupları bana gösterdi. Bunları incelememe izin verdi. Unutulmaz bir gün yaşadım. Başaran İzmir’e gelerek toplantımıza katıldı ve güzel bir bildiri sundu. Başaran, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde iken “Bilim işçisi” Burian’ı gelip fakültede görmüş ve karşısında bambaşka bir insan bulunduğunu sezmişti. Artık Burian’ın en yakınlarından biri oldu. Zeytin Ülkesi’ni, Bergama’yı birlikte gezdi. Öldüğü zaman en güzel şiirlerinden birini onun için yazdı. Şiirin ilk dizeleri şudur: İlk tohum patladığında uç verdiğinde ilk bitki Üstümüzde olacak bakışın Ak bulutlar iplik iplik sarkacak yere Sesini duyacağız kitaplar boyu Anılar yakacak içimizi (…) Başaran 1926 yılında Lüleburgaz’ın Ceylanköyü’de doğdu. Kepirtepe Köy Enstitüsü’nün kuruluşu bu fakir köy çocuğu için bir kurtuluş oldu. Nice fakir ve yoksul aile çocukları için olduğu gibi.. Enstitüler, nice yoksul fakat yetenekli Anadolu çocukları için bir kurtuluş, bir çıkış kapısı olmuştur. Başaran, daha Kepirtepe Köy Enstitüsü’ne iken şiirle uğraşmaya başladı. Başaran, Ahlat Ağacı ile şiirdeki gücünü kanıtladı. Bu güzel şiiri Ataç nedense beğenmedi; ama niçin beğenmediğini de açıkla(ya)madı. Enstitülerin çektiği sıkıntıları Başaran da yaşadı. Yedek subay okulundan çavuş çıkartıldı. Sürekli izlendi. İftiralar, soruşturmalar, karaçalmalar peşini bırakmadı. Gezici başöğretmenlik, ilkokul, orta Avcılık döneminde insanlar toplumsallaşmaya başlar; çünkü örgütlendiklerinde avdan eli boş dönmediklerini görürler. Fakat birlikte yaşarken sorunlar da ortaya çıkmakta, paylaşımı kötüye kullananlar olmaktadır. Buna karşı uyarmak için bir başka yol daha denenmiştir: J. Campbell arkaik avcı söyleminden beri ortak bir dolandırıcı tipinin masallarda dolaştığını söyler: Kuzey Amerika yerli halklarındaki Koyot, İtalyanlardaki Pulcinella, bizde Hacivat, Keloğlan (bazı yönleriyle) ve başka halkların masal kahramanları gibi. Jung’a göre “dolandırıcı ortaklaşa gölge kişiliktir, bireylerin karakterindeki düşük niteliklerin bir özetidir.” Joseph Campbell ise onların toplumları ileri götürme işlevini gördüğünü söyler: “Garip, şaşırtıcı dolandırıcı kişiliği paleolitik öykü dünyasının başı gibi görülüyor. Aptal, acımasız, şehvet düşkünü bir hilebaz, kargaşa ilkesinin özü, aynı zamanda kültürü başlatandır. (…) Avrupa karnaval geleneklerinde bu kişilik sayısız soytarı, maskara, şeytan, Pulcinella ve cin biçimine girer, aynı Pueblo Kızılderililerinin kuttörenlerindeki soytarılar gibi ve şölene kargaşa günü havasını verir. Görgü ustalarının bakış açısına göre kargaşa ilkesini, karışıklık ilkesini, tabulara aldırmama ve sınırları yıkma ilkesini temsil ederler. Fakat yaşamın enerjisinin kaynaklandığı daha derin diyarların bakış açısıyla bu ilkenin küçük görülmemesi gerekir.” (İlkel Mitoloji, İmge Yay., 1992, s. 294) Türkçenin ara, yara, yaratıcılık zincirinde ortaya çıktığı gibi; Paleolitik dolandırıcı karakter de, toplumsal çıkış yolunu arayanlara çözüm bulmak için daha güçlü bir karşı koyma ve yeni fikirler yaratma, atılımlar yapma enerjisi kazandırabilir. Her iki alanda da aynı gerçekliğe işaret edilmektedir: Bazen toplumların yenilenmek için kaos yaratan dolandırıcılara uzun sürmemek kaydıyla ihtiyacı vardır. Korkulacak yönü, bu sahtekârların devamlı kalmasıdır. Sümer ülkesinde hilebaz tanrı Enki tam bir gölge kişiliktir, gülünç, görgüsüz, fırsatçı, şehvetli ve budaladır: Sümer ülkesine Sami kökenli Akadlar ve Asurlar tamamen hakim olunca bu tanrı ‘Ea’ adını alır ve mutlak bilginin, büyünün, hilebaz aklın tanrısı olur. Bu sorgulanmayan tanrı Ea Mezopotamya’da üç binyıl tapım görür. (Ortadoğululaşma durduk yerde olmadı.) Çocuklarımıza “Yaşanacak bir Türkiye” bırakmak için bir araya gelmek son derece acil bir gerekliliktir. TOPLUMSALLAŞAN İNSAN VE DOLANDIRICILAR