25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Uyku Araştırmaları CBT 1477 /10Temmuz 2015 15 GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner dr.m.cetiner@gmail.com Klasik tıp yöntemleri ile yeterince sınanmayan kimi alternatif tıp ürünlerinin tüm dünyada ve ülkemizde ne kadar büyük bir tüketici kitlesi olduğu biliniyor. Doğal, organik, yan etkisi yok iddialarıyla yeterince sınanmamış ürünlerin nasıl piyasaya pompalandığı da malum. Bunun nedenleri de malum. ABD’de 2012 yılında bu tür ürünlerin piyasasının 11.5 milyar dolar olduğu bildirilmişti. Öngörüler pazarın 2017 yılında 15.5 milyar dolar olacağını gösteriyor. Peki satanlara büyük kazançlar sağlayan bu sektörün ürünleri gerçekten de kullananların sağlığını koruyor mu? Adına “alternatif tıp”, “tamamlayıcı tıp” veya her ne derseniz bu sektörün çapı büyüdükçe klasik tıp ile arasındaki çatışma da büyüyor. Bu çatışma alanlarından biri Omega3’ün kansere karşı koruyucu olduğu iddiası.Omega3 alternatif tıpçıların dediği gibi cidden de kanserden koruyor mu? İddialardan biri şu; doğrudan destek tedavisi olarak Omega3 veya Omega3 içeren besinleri tüketenlerde kalınbağırsak, meme ve prostat kanseri sıklığı azalıyor.Bir diğer iddia; Bağışıklık sistemimiz, tümör hücrelerine karşı vucudumuzu savunurken Omega3’den güç alıyor. Peki bu iddialar doğru mu? ABD’de 2013 yılında yapılan bir çalışma, prostat kanseri için bunun tam tersini gösterdi. Üstelik makale hiç de hafife alınmayacak bir dergide, Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsünün dergisinde (Journal of National Cancer Institute) yayımlandı. Çalışmanın ana amacı Omega3, selenium ve vitamin E’nin kansere karşı koruyucu etkisinin test edilmesi idi. SELECT çalışması olarak bilinen bu çalışmada 50 yaş üzerinde 35.000 erkeğin kanında Omega3 düzeyleri çalışıldı. Sonuçlar gerçekten şaşırtıcıydı. Omega3 düzeyi yüksek olan kişilerde prostat kanseri riski %43, ileri derece prostat kanseri riski ise %71oranında daha yüksekti. Çalışmayı gerçekleştiren Dr. Marji McCullough, Omega3 içeren balık gibi doğal ürünlerin tüketilmesinde bir sakınca olmadığını ancak dışarıdan omega3 içeren destek tedavi ürünlerinin kullanılmasının akıllıca olmadığını söyledi. Aslında bu çalışma antiinflamatuvar etkileri olduğu ve bu yolla kanser gelişimini engellediği söylenen Omega3 efsanesinin kanser alanında sonu demekti. SELECT çalışması, E vitamini ve selenyumun da prostat kanserine karşı hiç bir koruyucu etki göstermediğini açıkça ortaya koyuyordu. 2001 yılında başlayan ve 2013 yılına kadar 12 yıl boyunca 35.000 kişinin izlendiği bu çalışma sonucunu yabana atmamak gerekir kuşkusuz. C vitamini ve folik asit gibi diğer desteklerin de kansere karşı hiçbir koruma sağlamadığını gösteren başka çalışmaların olduğunu hatırlatmak gerekir. Tekrar Omega3’e dönersek, bu yağ asidi gerçekten de işe yaramıyor mu? Hayır, Omega3 yararlı bir yağ asididir. Omega3’ün kalp hastalığı ve ani ölüm riskini azalttığını gösteren bilimsel çalışmalar olduğunu hatırlatmalıyım. Omega3 kan yağlarını düşürüyor (trigliserid), pıhtı oluşum riskini azaltıyor, damar duvarı (endotel) fonksiyonlarını sağlıklı yürümesine yardım ediyor, insülin direnç gelişimini ve kalp yetmezliği riskini azaltıyor. Omega3’ün somon, ringa, uskumru, hamsi gibi balıklarda, ton balığında, kurutulmuş nane, soya sosu, ceviz ve yumurtada yoğun bulunduğunu belirtelim. Mesajım kesinlikle “Omega3’den uzak durun” mesajı değil. Tam tersine Omega3 içeren besinlerin tüketilmesi sağlıklı bir yaşam için iyi. Ancak gereksiz bir çok besin desteğine ve bu arada da Omega3’e kucak dolusu para dökmenin bir anlamı yok. Her konuda hurafe, yalan ve uydurmanın kol gezdiği ülkemizde dikkatli olmak gerekir. Rehber her koşulda bilim olmalıdır. Ülkemizde popüler destek ürünleri ile ilişkili yazmayı sürdüreceğim... Daha kaliteli uyumak elinizde D Aydınlatma, zamanlama ve düşleri ele geçirme konusunda öğütler sabah ışığıdır. Ne var ki, işiniz, yaşadığınız coğrafya, ya da çocuklarınız yüzünden şafak sökmeden uyanmak zorunda kalıyorsanız, yapmanız gereken tek şey dişinizi sıkmak ve tavandaki o ışıkların tümünü biraz güneş ışığı alabilinceye dek açmak olsun. Foster insanların sabahları uyanabilmeleri için ve daha sonrada gece olduğunda biyolojik saatte gerekli yavaşlamanın sağlanması için her sabah 10002000 metre mumluk bir “ışık duşu” alınmasını öneriyor. Omega3 ve Kanser ünya nüfusunun ciddi bir bölümü uykusuzluk çekiyor. Kimi insanlar uykuyu insan sağlığı açısından değerli bir kaynak olarak ele almak yerine, uykuda geçirilmesi gereken süreye katlanılması gereken bir külfet gözüyle bakıyorlar. Bu eğilim yıllar önce savunulabilecek bir davranış biçimi olarak görülse de, şimdilerde bilim insanları uykusuz kalmanın yaşlanma sürecini hızlandırdığına, aşırı kilo alma olasılığını arttırdığına, bağışıklık sistemi ile kalp ve damarlarda birtakım işlevsel bozukluklara yol açtığına dikkat çekiyorlar. Ancak iyi haber şu ki, daha güzel bir uyku çekmek için yapmamız gerekenler sanıldığından çok daha basit. Yatarken aydınlatma konusunu ciddiye alın (ancak bu konuda çok da aşırıya kaçmayın). Son dönemlerde yapılan araştırmalar yatağa girmeden önce cep telefonu ve bilgisayar gibi arkadan aydınlatmalı ekranları olan elektronik aygıtları kullanmanın uykuya dalmamızı sağlayan melatonin hormonunun üretimini önleyebileceğini ortaya koyuyor. Bu tür aygıtların gözlerde gün ışığına benzer bir etki yarattıkları ve bedenin biyolojik saatinin ayarlanmasına katkıda bulundukları doğru olmakla birlikte, Oxford Üniversitesi sinirbilim uzmanlarından Russell Foster aydınlatma söz konusu olduğunda sonuçta niceliğin nitelikten çok daha önemli olduğunu öne sürüyor. Foster, “Parlak ışık beyinde basit bir uyarıcı etki yaratır ve taşınabilir bu elektronik aygıtların yaydıkları ışık miktarı oldukça düşüktür. Ne gariptir ki, çoğumuzun yatağa girmeden önce yaptığı son şey oldukça bol ışıklı banyolarda dişlerimizi fırçalamaktır. Oysa, bu yatmadan önce yapabileceğimiz en kötü şey. Öyle ki, yatmaya gittiğinizde okumayı ekrandan mı, yoksa kâğıttan mı yapacağınız konusuna kafa yormak yerine, banyonuzdaki ışığı azaltın ya da dişlerinizi yatağa girmeden çok daha önce fırçalayın. Hangi yolu seçerseniz seçin, hedefiniz yatağa girmeden 3060 dakika önce karşı karşıya kaldığınız ışık miktarını en aza indirmek olsun,” diyor Foster. AYDINLATMA Düşlerin işlevi henüz kesin olarak bilinmemekle birlikte, 2011 yılında Harvard Tıp Fakültesi Uyku ve Biliş Merkezi’nin başkanı Robert Stickgold tarafından yapılan bir araştırma kendilerinden bir labirent sorusunu çözmeleri istenen deneklerin bunu yapmadan önce o görevle ilgili bir düş gördüklerinde çok daha başarılı olduklarını ortaya koyuyor. Araştırmacılarkişinin uykusundan uyanmadan yaşadığı deneyimlerin bilincinde olduğu, ya da düşlerini denetleyebildiğilüsid ya da berrak düş görme durumunun da uykunun yaratıcılığı körükleyici ve kaygıları giderici etkilerini de güçlendirebileceğine inanıyorlar. Montreal Üniversitesi uyku araştırmacılarından Tore Nielsen ayda bir ya da birden çok kez lüsid ya da berrak düş gören kişilerin gerginlik yaratan olaylarla karşılaştıklarında çok daha kolay toparlanabildiklerine dikkat çekiyor. Nielsen’e göre insanlar gün içinde kendilerine, “Düş mü görüyorum?” sorusunu sormayı bir alışkanlığa dönüştürmek suretiyle düşlerini denetleyebilecek duruma gelebiliyorlar. Nielsen sayısız araştırmalarda düşlerini denetleyebilen insanların zevkten uçabildiklerine, yaratıcı fikirlere ulaşabildiklerine ve karabasanların bile üstesinden gelebildiklerine tanık olunduğunu belirtiyor. DÜŞLERİNİZİ DENETLEYİN. Sabahları bir “foton (ışık) duşu” alın. Foster’e göre, derin bir uykuya dalmanız için loş bir ışığa gerek duyan aynı göz hücreleri sabahları da günlük aydınlıkkaranlık döngüsü uyumunun yeniden sağlanabilmesi için bir ışık patlamasına gerek duyarlar. Foster insanlarda biyolojik saatin 24 saatten biraz daha uzun olduğunu, durum böyle olunca da sabah ışığının sağladığı bu dengeleyici etki olmadığında beden saatinin teklemeye başladığını belirtiyor. Bir başka deyişle, kişi sabahları aynı saatte uyanmasına karşın, her geçen gün daha da geç yatmaya başlıyor ve zamanla yeterli uykudan yoksun kalmış oluyor. Uykusuzluğun en iyi ilacı, hiç kuşkusuz, doğal FOTON DUŞU Tek yapmanız gereken şey eyleme geçmek. İnsanların daha az uyuyup daha çok iş yapmalarını sağlamanın, gün ortasında bir “kafein şekerlemesi yapmaktan”bir fincan kahve içip ardından 20 dakikalık bir uyku çekmek tutun da, geceleri bir ayağı yorganın dışına çıkartmaya uzanan çok çeşitli yolları var. Ancak Stickhold günün sonunda yapmanız gereken şeyin seçiminizi ya gereksindiğiniz miktarda uykuyu almak, ya da almamaktan yana yapmak gibi oldukça basit bir eylemi içerdiğini belirtiyor. Bu bağlamda Stickhold insanlara bir deney yapmalarını ve bu deney kapsamında bir hafta boyunca her gece her zamankinden bir saat daha erkenden yatmalarını öneriyor. Bu deneyin sonucunda gerçekten de her açıdan yedi saat “geri kaldıklarını” düşünenlerin bu uygulamadan vazgeçmelerini söylüyor. (Rita Urgan) ŞEKERLEME YAPMAK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle