Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker harunaykutgoker@gmail.com 8 Psikoloji CBT 1469/15 Mayıs 2015 Ülkenin 21. Yüzyılını Planlamak İçin... Şiddete başvurmadan ağızdan “laf alma” yolları Bilim insanları, sosyal psikolojiden yararlanarak şiddete başvurmadan da zan altındakilerin konuşturulabileceğini ileri sürüyor. Bu yöntemlerin yalnızca adli konularda değil, günlük yaşamda yalan söylemeyi adet haline getirmiş ergenleri, aldattığından kuşku duyulan eşleri, bilgi paylaşımında ayak direyen meslektaşları konuşturmakta işe yarayabileceği düşünülüyor. Yurtseverce bir yaklaşımla ortaya konan ulusal strateji ve politika önerilerinin hayata geçmesi bunları benimseyecek bir siyasî iradenin var olmasına bağlıdır. “Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Planlama” kurultaylarının devamı olarak düzenlenen “21. Yüzyılda Denizcilik Gücü ve Türkiye” seminerinin ana konularından biri ‘denizcileşme’ meselesiydi. Bundan söz ederken anımsadığım eski bir çalışmanın raporlarına da değinmiştim... 20012002’de yayımlanan bu raporlar ‘Deniz Bilimleri ile Deniz ve Denizaltı Zenginliklerinden Yararlanma Teknolojilerinde Ulusal Politikanın Belirlenmesi’ amacıyla yapılmış bir çalışmanın sonuçlarını yansıtmaktaydı. Prof. Dr. Demir Altıner’in (TÜBİTAK Yer, Deniz ve Atmosfer Bilimleri Araştırma Grubu) genel koordinatörlüğü, Prof. Dr. Emin Özsoy’un (ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü) genel raportörlüğü ve Dr. Filiz Çimen’in (TÜBİTAK Bilim ve Teknoloji Politikaları Daire Başkanlığı) sekreteryalığında hazırlanan raporların konu başlıklarını sizin de dikkate değer bulacağınızı sanıyorum: • Deniz Jeolojisi ve Jeofiziği Araştırmaları ve Depremsellik (Koordinatör: Prof. Dr. Aral Okay [İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü]); • Deniz Kirliliğinin Önlenmesi (Koordinatör: Prof. Dr. Orhan Uslu; Raportör: Doç. Dr. Filiz Küçüksezgin [İkisi de DEÜ Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nden]); • Deniz Canlı Kaynakları (Koordinatör: Prof. Dr. Ferit Bingel; Raportör: Doç. Dr. Ali Cemal Gücü [İkisi de ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden]); • Seyir ve Seyir Emniyeti (Koordinatör: Tuğamiral Nazım Çubukçu [Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Bşk.]; Raportör: Dnz. Alb. Zeki Menge [Aynı dairede Seyir Şb. Md.]); • Deniz ve Denizaltı Enerji Kaynakları, Maden ve Endüstriyel Hammaddeler (Koordinatör: Prof. Dr. Namık Çağatay; Raportör: Yrd. Doç. Dr. Nilgün Okay [İkisi de İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden]); • Ekosistem ve İklimsel Değişim (Koordinatör: Prof. Dr. Emin Özsoy; Raportör: Prof. Dr. Temel Oğuz [İkisi de ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden]); • Bütünleşik Kıyı Yönetimi (Koordinatör: Prof. Dr. Erdal Özhan [ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü]; Raportörler: Dr. Hayri Deniz [Tarım ve Köyişleri Bakanlığı] ve Yrd. Doç. Dr. Tuncay Kuleli [ÇÜ Su Ürünleri Fakültesi]). Raporları hazırlayanların TTGV’nin inisiyatifiyle 1992’de oluşan, o zamanki TÜBA ve TÜBİTAK’ın da kurumsal desteğini alarak etkinliğini 2002 ortalarına kadar sürdüren BilimTeknolojiSanayi Tartışmaları Platformu’nun çalışma grupları olduğunu da belirtmiştim. Bu gruplarda, başta ODTÜ, İTÜ, Dokuz Eylül ve Ege Üniversiteleri olmak üzere önde gelen üniversitelerimizden çok sayıda akademisyen, kamunun bilim kurumları ve ilgili bakanlık birimlerinden (askerî kesim dâhil) pek çok araştırmacı ve uzman yer almıştı. Bir ‘yarımada ülkenin’ elbette deniz bilim ve teknolojileri ile ilgili uzun vâdeli, ulusal bir politikası olmalıydı. Bunun için o tarihlerde bir adım atılmış oldu ama arkası gelmedi. Çünkü ortaya konan politika önerilerine siyasî iktidar sahip çıkmadığı için, bunları sistemik bir bütünlük içinde ele alıp uygulayan da olmadı. Dolayısıyla, çalışmanın yenilenmesinegeliştirilmesine gerek duyan da... Oysa bu tür çalışmalar, doğaları gereği, ilk çalışmayı yapanlar belli oranda değiştirilerek, ilgili bütün disiplinlerden uzmanlar (örneğin, eksikse sosyal bilimciler) mutlaka işin içine katılarak; tabiî, uygulama sonuçlarıyla birlikte bilim ve teknolojideki son gelişmeler de değerlendirilmek koşuluyla belli aralıklarda yenilenir... Bunları şunun için söylüyorum: Türkiye plan, politika ve strateji belgesi bol olan bir ülkedir. Ama bunların hiçbirini doğru dürüst uygulamayan garip de bir ülke... Bu anımsatma, bu ülkenin “21. Yüzyılını Planlamak” için boşuna uğraşmayın anlamına gelmiyor. Tam aksine, uğraşmaya devam; ama ortaya konanları benimseyip hayata geçirecek bir siyasî irade meselemiz olduğunu da unutmadan... G eçen Aralık ayında ABD Senatosu Haberalma Komitesi’nin hazırladığı rapor, sorgulama yöntemlerini zaman içinde nasıl değiştiğini ortaya koyuyor. Son yıllarda sorgucular Psikolog Martin Seligman’ın “Öğrenilmiş Çaresizlik Kuramı” olarak isimlendirdiği yöntemden yararlanıyorlardı. Öğrenilmiş çaresizlik, organizmanın göstermiş olduğu tepkilerin sonuca ulaşmaması durumunda, sonucu değiştiremeyeceğine karşı oluşan inançtır. Bu çaresizlikte pasiflik söz konusudur; böyle bir çaresizlik içerisinde olan biri, cezadan kaçmaya isteksizdir. Daha önceki dönemlerde sıkça kullanılan daha kaba sorgulama şekilleri suçluyu uyutmama veya başını suyun altında tutarak boğulma hissi yaratma çok yoğun şiddet içerdiği için ahlaki açıdan kabul edilemez olduğu kadar, istenilen sonucu da sağlamadığı için zaman içinde “görünürde” terk edildi. Sorgulama tekniklerini insani bir boyuta oturtmaya çalışan Iowa State Üniversitesi’nden psikolog Christian Meissner, “Şiddet içeren, suçla yüzleştirmeye odaklı yöntemler aslında tutuklunun içine daha fazla kapanmasına yol açar. İşbirliğine dayanan taktiklerin artık daha etkili olduğunu düşünüyoruz” diyor. Amerikan Psikoloji Birliği’ne göre bir psikolog, ‘zarar vermeme kuralı’ başta olmak üzere belirli koşulları karşılıyorsa tutuklunun sorgulanmasında hazır bulunabilir. Peki bu durumda bir insanın “ağzından laf almanın” ahlaki bir yolu var mıdır? Bu yolu bulmak için 2009 yılında ABD Başkanı Barack Obama bilişsel ve sosyal psikologlardan ve diğer uzmanlardan oluşan Yüksek Değer Tutuklu Sorgulama Grubu’nu (High Value Detainee Interrogation GroupHIG) topladı. Grubun liderliğini yürüten Meissner, bulgularını Applied Cognitive Psychology’nin özel sayısında yayımladı. Meissner ve ekibi, ahlaki bir sorgulamanın mümkün olduğunu ve şiddet içermeyen sorgulamalardan alınan sonuçların daha tatminkâr olduğunu belirtiyor, eğilimi taşıyan eşleri, bilgi paylaşımında ayak direyen meslektaşları konuşturmakta işe yarayabileceği düşünülüyor: ANLAYIŞLA YAKLAŞIN: Konuşturmak istediğiniz kişiye “iyi polis” gibi yaklaşın. Bilim insanları, sorgulanan kişiye empati ile yaklaşmanın, suçlayıcı ve yargılayıcı bir tutumdan daha etkili olduğunu ileri sürüyor. HIG raporunda bu yaklaşımın önemi şöyle belirtiliyor: “Yapmanız gereken ilk şey işbirliği ve yakınlık kurmaktır. İşbirliği oluştuktan sonra sorulacak soru ‘bu insanlardan nasıl bilgi alabilirim’ olmalıdır.” BOŞLUKLARI DOLDURUN: Bilgiyi alabilmek için doğrudan sorular sormak yerine, hedefteki kişiye işlediği suç ile ilgili kendi kurguladığınız bir öykü anlatın. Bu duyan kişi ne olup bittiğini bildiğinizi sanacaktır. Öyküye gönderme yapan suçlu taraf, öyküdeki boşlukları dolduracak ve düzeltmeler yapacaktır. Bu tekniğe yaratıcısından dolayı Scharff tekniği denir. Hanns Scharff, II. Dünya Savaşı’nın ünlü sorgucularından biriydi. 2014 yılında yapılan bir çalışmaya göre bu teknikle yapılan sorgulamalardan, doğrudan soru sorma yöntemine göre daha fazla bilgi elde ediliyor. ŞAŞIRTIN: Sorgulanan kişi bir suç ile itham edildiğini bilir ve anlatacağı öyküyü önceden hazırlayarak kafasında prova eder. Ayrıca yalancılar çok büyük bir stres altındadır, çünkü öyküsünün tutarlı olması gerektiği kadar, bu öyküyü anlatırken sakin ve kontrollü olmak zorunda olduğunun farkındadır. Bu kişiye hiç ummadığı bir anda, beklemediği bir şey sorarsanız, şaşırır ve genellikle saçmalar. Böylece yalanı tespit edebilirsiniz. ÖYKÜNÜN TERSTEN ANLATMASINI İSTEYİN: Pek çok insanın inandığının aksine doğruya söyleyenler zaman içinde öykülerine yeni ayrıntılar eklerler ve bazı kısımlarını değiştirebilirler. Oysa yalancılar hep aynı öyküyü anlatırlar. “Tutarsızlık belleğin temel özelliklerinden biridir” diye konuşan Meissner, tersten anlatma tekniğinin bu özellikten yararlanarak geliştirildiğini söylüyor. Bu teknikte zanlıdan Yazının devamı 17. sayfada HIG raporunda yer alan bulgular, yasalar gereği gözaltına alınan tutuklularla ilgili olmakla birlikte, benzer stratejilerin yalan söylemeyi adet haline getirmiş ergenleri, aldatma KONUŞTURMA STRATEJİLERİ