18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Son Araştırmalardan CBT 1469/15 Mayıs 2015 Tüm teknolojilere rağmen depremi öncelemek mümkün değil! Kar fırtınaları, sel riski veya sıcaklık dalgaları, tüm bunlar hemen hemen doğru olarak öncelenebiliyor. Hatta tsunami uyarısı bile mümkün. Ancak depremde iş değişiyor. Gerçi radar ve uydu sistemleri deprem araştırmaları için önemli veriler sunuyor. Ancak süreçler çok karmaşık, günümüzdeki bilimsel gelişmelerle depremi öncelemek mümkün değil, medya dünyasında sık sık öncü fenomenlerden söz edilir ve bunlar gerçekten varlar, ama hiçbiri depremin tam olarak ne zaman olacağını söylemiyor” diyor Alman sismolog Marco Bohnhoff. Bunun birçok nedeni var. Deprem süreci çok karmaşık ve bu süreçler yeraltında yaşanıyor. Hava raporu ve iklimden farklı bir durum söz konusu, araştırmacılar dolaylı bilgilere ulaşabiliyor sadece. Fakat günümüzdeki teknolojilerle dünyanın neresinde hangi olasılıklarla depremin ortaya çıkabileceği tahmin edilebiliyor. Bir bölgede ne kadar çok tarihi kayıtlar bulunuyorsa tahmin o kadar doğru yapılabiliyor. Tahmin açıklamaları yüzdelerle yapılıyor. Örneğin İstanbul’da eninde sonunda bir depremin yaşanacağı biliniyor. İstanbul’da yedi büyüklüğünde bir depremin meydana gelme olasılığı önümüzdeki otuz yıl için yüzde 3040 civarında. Bohnhoff bunun tek güvenirli tahmin olduğunu söylüyor. Ama arzu edilen, depremi bir gün öncesinden tahmin edebilmek. Ne var ki bu günümüzde mümkün değil hatta yıllar sonra da mümkün olmayacak. Depreme karşı en iyi önlem sağlam ve güvenli yapılar her zaman için geçerli olacak. Depremi en iyi şekilde önceleyebilmek için süreçlerin ve sistemin (yirmi kilometre derinliğe kadar) çok kapsamlı bir görüntüsü gerekiyor. Ayrıca deprem tek bir noktada meydana gelmiyor, iki alan birbirine doğru kayıyor. Bu alanlar yüz kilometre uzunluğunda ve 2030 kilometre derinlikte olabiliyor. Yani bu durumda bilim insanlarının karşılarında binlerce kilometrekarelik bir alan var. Bu alanların uzun bir zaman süreci içinde kıta levhalarının hareketleriyle yüklendiğini ve herhangi bir zamanda ve herhangi bir noktada depremin başladığını biliyoruz. Bu da uzun vadede hesaplanamayan bir durum ki günümüzde bilimin bulunduğu nokta da budur. Sel baskınları ve kuraklıklar üzerinde insanın uzun bir süredir etkisi vardı. Fakat bu tür olağanüstü hava koşullarından insan gitgide daha fazla sorumlu olmaya başladı. Küresel ısınma şimdiden çok fazla aşırı hava koşullarına neden oluyor. Bu gelişmenin insan payına düşen yüzde 75’lik oran dünya genelinde ortaya çıkan aşırı sıcaklardan ve aşırı yağışların beşte birinden sorumlu, diyor İsviçreli bilim insanları Nature Climate Change dergisinde. İsviçre Federe Teknik Yüksekokulu (ETH) araştırmacıları farklı iklim modellerini mercek altına alarak, insanın aşırı hava durumları üzerindeki etkisini hesapladıktan sonra küresel ısınmaya bağlı aşırı hava koşullarının arttığını kanıtladılar. Sıcaklık artışındaki küçük farklılıklar çok şey ifade ediyor diyor Erich Fischer. Buna göre endüstri dönemi öncesine kıyasla iki derecelik bir ısınma, aşırı sıcak olasılığını beş misli arttırabiliyor. Isınma aşırı yağmurlu günler içinde de benzer dramatik sonuçlar doğuruyor. İki derecelik bir sıcaklık artışında aşırı yağmurların yüzde 40’ından insan sorumlu. Kuzey yarımküre özellikle de sel riski taşıyan daha fazla yağmur alıyor. Sıcak bölgelerde ise aşırı sıcak günlerle başa çıkmak Küresel ısınma: İnsan payı yüzde 75 iyice zorlaşıyor. Fakat uzmanlara göre dolu ve kasırga gibi aşırı hava koşullarını sınıflandırmak daha zor. Araştırmaların çoğu iklim değişiminin bu fenomenler üzerindeki etkisini ortaya koyamıyor. Bu da bölgesel olayların makul bir şekilde kaydedilememesiyle ilgili. Sıcaklıklar, endüstri dönemi öncesine kıyasla 0,85 derece arttı. Yani iki derecelik seviyeye sadece 1,15 derece kalmış. İngiliz iklimbilimci Peter Stott, bölgesel etkilerin hesaplanabilmesi için daha fazla araştırmanın yapılması gerekli. Ayrıca iklim üzerindeki doğal ve insan kaynaklı etkilerin de birbirinden ayırt edilebilmesi için daha fazla bilgi lazım. Geçen yıl, hava raporu kayıtlarının tutulmaya başlamasından bu yana ki en sıcak yıldı. Londra Royal Society Bilim Birliği’nin bir raporuna göre gelecekte çok daha fazla sel ve kuraklık vakaları ve sıcaklık dalgaları yaşanacak. ve çok kızgın ve korlaşmaya devam eden sönmüş yıldızlardır. Bazı Beyaz Cüceler çift yıldız sisteminde yer alır ve kendilerine eşlik eden yıldızdan madde yutarak, tekrar tekrar şiddetle püskürürler. Gözlemlenen röntgen ışını Beyaz Cücelerden oluşan bir popülasyona benziyor. Ölçülen yoğunluğa göre bölgede 1000 ile 10.000 ölü yıldız olabilir, beklenenden yaklaşık bin fazla. Bilindiği gibi Samanyolu’muzun ortasında dev bir karadelik bulunuyor. Astronomlar şimdi yakın çevrede neler olup bittiğini öğrendiler. Röntgen uydusu NuStar’ın görüntüleri galaksimizin kalbine farklı bir bakış açısı sundu. Astronomlar Samanyolu’muzun merkezinde büyük bir yıldız mezarlığıyla ilgili ipuçları saptadılar. Columbia Üniversitesi’nden Kerstin Perez ve ekibi bu bölgede 10.000 sönmüş güneşin bulunabileceğini tahmin ediyor (Nature). Perez’in ekibi NuStar röntgen uydusuyla, galaksimizin merkezini inceledi. Uzay teleskopunun yüksek ayrıntı ayarı sayesinde astronomlar ilk kez enerji zengini, röntgen ışını alanındaki zayıf bir ışımayı tespit etti. Bu ışının tayfı, Beyaz Cüce yıldızıyla açıklanabilir diyorlar. Beyaz Cüceler içlerine çökmüş Dev bir yıldız mezarlığı On yılı aşkın bir süredir uzayda bulunan NASA sondası “Messenger” kontrollü bir şekilde Merkür gezegenine düşürüldü. Uydu planlandığı gibi Orta Avrupa saatiyle 21.26’da saatte 14.000 km. hızla gezegenin yüzüne çarptı. Ağustos 2004’te uzaya gönderilen sonda, yolculuğu boyunca 250.000’den fazla fotoğraf çekip veri topladı. Messenger Merkür’ün üzerinde kalıcı izler bıraktı. Neredeyse hiç frenlenemeyen çarpma yüzünden Messenger gezegenin yüzünde bir krater bıraktı ki, gelecekte astronomlar bunu 21.yy’ın uzay macerasına ait bir iz olarak değerlendirebilir. Alışılmışın “Messenger” Merkür’e düştü Büyük otçulların geleceği tehlikede Büyük otçulların durumları pek iyi değil. Avcılık, yaşam alanlarının bozulması ve temel besi alanlarının yok oluşu bu hayvanları tehdit ediyor. Tahminlere göre büyük otçulların soyları önümüzdeki on yıllarda tükenecek (Science Advances). Oregon Eyalet Üniversitesi’nde William Ripple ve ekibi, dünyada yüz kilodan ağır olan 74 türün bulunduğunu söylüyor. Bunlar, aralarında fil, gergedan, su aygırları, zürafagil, boynuzlular, tapirler ve geyiklerin de yer aldığı 11 hayvan grubuna dahil. Uluslararası Doğa Koruma Birliği’ne göre (IUCN) bu türlerden 44 tanesi şimdiden tükenme tehlikesi altında. Özellikle de avcılık, hayvanlara büyük zararlar veriyor. İnsanlar bu hayvanları sadece etleri için de değil bazı beden parçaları için de avlıyor. Mesela fildişi avcılığı, Orta Afrika’daki orman filinin (Loxodonta africana cylotis) 2002 ve 2011 yılları arasında yüzde 62 oranında azalmasına yol açmış. Ve Güney Afrika’da 2007 yılında 13 gergedan avlanırken, 2013’te bu sayı 1000’i geçmiş. Avcılık hayvanların boynuzları için verilen fiyatın yükselmesine bağlı olarak artıyor. Gergedan boynuzu şu sıralar altından, pırlantadan veya kokainden daha değerli diyor bilim insanları. Yaşam alanlarının yok oluşu özellikle de Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Afrika’daki büyük otçullar için önemli bir tehdit oluşturuyor. Tarım alanları açmak, yerleşim yerleri kurmak veya yol yapmak için git gide daha fazla orman yok ediliyor. Hayvanlara geriye genelde kalitesiz ve çok dar alanlar kalıyor. Günümüzde tahminlere göre 3,6 milyar geviş getiren besi hayvanı var. Ve her ay bunları iki milyon hayvan ekleniyor. Bu besi hayvanları yabanılların otlaklarını ve sularını çalmakla kalmayıp onlara hastalık da bulaştırıyor. Büyük otçulların yok oluşu flora ve fauna üzerinde önemli etkiler yapacak. Sonuçta aslan, kaplan, leopar ve sırtlan gibi etçiller, büyük otçullarla besleniyor. Ayrıca etçiller tarafından öldürülen ve yenen hayvan cesetlerinin kalıntılarından diğer birçok hayvan da besleniyor. Büyük yırtıcılar dışında küçük hayvan türlerinin yaşamı büyük otçullara bağlı. Mesela bazı balıklar su aygırlarının yaralarından besleniyor. Asya fillerinin gübresi bazı amfibiler gün içinde saklanma yeri görevini görüyor. Kongo’daki bir orman fili örneğin dışkısıyla her gün 96 türde 345 bitkinin yayılımında etkili oluyor. Ciddi önlemler alınmadığı taktirde büyük otçullarla birlikte dünyanın farklı yerlerindeki birçok tür de tükenecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle