Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tartışma CBT 1469/15 Mayıs 2015 19 Temcit pilavı: Üniversiteler ve temel bilim bölümleri Yardımcı Profesör Dr. Burak Yedierler ODTÜ Fen Edebiyat Fak., buraky@metu. edu.tr Y ine bir YÖK Başkanı’nın açıklamasıyla gündeme geldi. “Kontenjanları dolmadığı için bir çok üniversitede temel bilimler bölümlerini kapatacağız...” Kâğıt üzerinde 193 üniversite olan ülkemizde, bunların popüler kaygılarla bilinçsizce açtıkları birinci, ikinci eğitim, gece eğitimi programları da sayıldığında 500’e yaklaşan program içerisinde temel bilimler bölümlerini öğrenciler tercih etmediği bahanesiyle evrensel normlardan kopup temel bilimler programlarını kapatmaktan bahsediliyor. Siyasetin popüler kaygılarla kendi eliyle yarattığı problem olası sonuçlarına bakılmaksızın yapay bir temel bilimler bölümleri problemi olarak topluma lanse ettiriliyor. Bu konuda özellikle üniversitenin ne olup olmadığı hakkında söylenecek, yazılacak o kadar çok şey var ki, eğer sorunu ele almaya o noktadan başlarsak temel meseleye kesinlikle gelemeyiz. Sorunu birkaç ana başlık içerisinde ele almalı. Bunlar, beklenti, amaç ve hedef ekseninde Türkiye’nin eğitim politikaları ya da politikasızlığı; Bilim okur yazarı olmayan ve teknolojinin salt tüketim algısına dönüştüğü ülkemizde üniversite ve meslek okulu ayrımının olmaması ve popüler kültürün bu cehaleti desteklemesi; gelecek hedefi belli olmayan, dünyada iddiası kalmamış bir ülkede bilim ve kültüre bakış. maşıklığı bu sistemde görebilirsiniz. Öyle ki, yaşları arasında en fazla beş yıl fark olan bir öğrenci grubu ile konuşursanız hemen hepsinin ayrı bir sistemden mezun olduğunu gözlemlersiniz. Bir ülkede ilk ve orta öğretim politikası, sırf dini eğitim almış olan bir kesimin gönlünün çektiği herhangi bir yüksek öğretim kurumuna girebilmesi fikrinden başka görünür her hangi bir hedefi ve beklentisi olmayan bir ortaöğretim sistemi kurmak amacında ise, mezunlarında hangi temel bilgi ve yeteneklerin olması beklenebilir ki? Üstüne üstük, tüm bu sistemin tek amacı kişileri öyle ya da böyle adı üniversite olan bir kuruma yerleştirmekten öte gitmiyorsa çok önemli bir sorunumuz var demektir. Biz ülke olarak çağdaş bireyler yetiştirmenin çok uzağındayız. Gelin bu karamsar resme günümüz itibarıyla sayıları 193 olan üniversiteleri de katalım. Hangi evrensel norma göre, hangi amaç ve beklenti ile kuruldukları belli olmayan bu üniversiteler içlerinde ümitleri yüksek ancak şansları düşük gençleri oyalamaktan başka ne yapabilirler? Ne yapmaları beklenmektedir? Ülkenin bu konuda bir kalkınma planı var mı? Türkiye’nin ilk ve orta öğretim politikalarını araştırmaya kalkan bir sosyal bilimci yerinde olmak istemezdim. İnanın, fiziğin en karmaşık problemleriyle karşı karşıya kaldığınızda yüzleşemeyeceğiniz bir kar İLERİYE DÖNÜK HANGİ PLANIMIZ VAR? Söz kalkınma planına gelmişken ülkemiz acaba ileriye dönük olarak, sanayi, teknoloji üretimi, tarım, hayvancılık, kamu hizmetleri, tıp konularında bir hedef koymuş mu? Kendimizi önümüzdeki on yılda, elli yılda görmek istediğimiz bir yer var mı? Üreten bir toplum olma hedefimiz ne? Yoksa tüketen bir toplum olarak mı kalacağız? Üreteceksek hangi alanlarda iddialı olacağız. Bu iddiamızı hangi kültür ve yetenekle donanık insanlarla gerçekleştireceğiz? İşte bütün bu belirsizlik üzerine bir de topluma siyasiler, medya, iş sahipleri, eğitimciler ile pompalanan üniversitenin bir meslek okuluymuş gibi algılandığı kültürsüzlüğü ele alalım... İYİ UZMAN İÇİN ŞART Çağdaş üniversite ve çağdaş insan için temel bilimler olmazsa olmazdır. İyi bir temel bilim eğitimi vermezseniz, ne iyi mühendis yetiştirebilirsiniz ne de iyi bir hekim. Ne düşünen, sorgulayan, öğrenen ve araştırabilen bir insan yetiştirebilirsiniz ne de öğrettiklerinizi uygulayacak olan bir teknisyen. Temel bilimler, felsefesi ve ele aldıkları problemler gereği düşünsel ürünleri bilimsel bilgiye eviren disiplinlerdir. Bu özelliklerinin yanında, günümüz dünyasında insanlığın yüzleştiği problemlere bakalım. Bu problemler artık sanayi devrimi dönemindeki basit mühendislik uygulamalarından, temel tıp yöntemlerinin geliştirilmesinden çok daha karmaşık ve çok disiplinli problemlerdir. Eğer günümüz dünyasında bir ülkenin varlık gösterme iddiası olacaksa bu problemleri ele alabilen temel bilimcilerinin ve bilim okur yazarı olan eğitimli insanlarının çalışmalarıyla olacaktır. Tıp, genetik, biyoteknoloji, uzay, enerji, savunma sanayii alanlarında iyi yetişmiş temel bilimcileriniz yoksa, yetenekli matematikçileriniz model kurmuyorlarsa, sosyolojik olaylarda istatistikçileriniz beklenti ve sonuç öngöremiyorlarsa, ekonomistleriniz fizik bilmiyor, mühendisleriniz hâlâ deterministik hesaplar yapıyorlarsa global kapitalizmin sizi sömürmesinin önüne geçemezsiniz. Daha da tehlikelisi, bir şekilde kaynak yaratıp o ürünlere ulaşsanız dahi, onları kullanacak altyapıya sahip insanlarınız yoksa dışa bağımlılıktan kurtulamazsınız. Öncelikle bürokratların ve siyasilerin, kendi yarattıkları arztalep orantısızlığı sorununu, yani 193 üniversitede kimi bölümleri öğrencilerin tercih etmemesi problemini temel bilimlere ilgi azaldı olarak sunmaktan vazgeçmeleridir. Eğer gerçekten bu ilgi yok olursa yukarıda değindiğim gibi ülkenin geleceği de yok olacaktır. Temel bilimler alanlarında kontenjan ve kalite sorunu ya O HALDE, ÇÖZÜM NEDİR? şamayan üniversiteler için bu alanlar çeşitli burs ve ödüllerle daha cazip hale getirilmeli. Üniversiteler için bir kalite anlayışı ivedilikle oluşturulmalı ve bu standardı sağlamayan üniversiteler (fakülteler, bölümler değil, üniversiteler) kapatılmalıdır. Ülkede gerekli eğitimi verebilecek donanım ve yetenekte olan üniversiteler kendi iddialı oldukları alanlarda, dünya çapında eğitim ve öğretim yapmalı. Eğitim politikalarında popüler kaygılardan uzaklaşılmalı ve ülkenin geleceği için bilim okur yazarı olan nesiller yetiştirilmelidir. Meslek okullarına gerekli destek verilerek mezunlarına istihdam sağlanmalı, üniversiteler genç insanların önüne tek şans olarak konmamalı. Sanayi, üretim ve geliştirme odaklı olmalı günü kurtaracak ufak ticari kazanımlara itibar edilmemeli. Konu odaklı araştırma merkezleri kurulmalı ve yetenekli araştırmacıların bu merkezlerde yapacakları araştırma faaliyetleri desteklenmelidir. Eğer bir ülke bilimsel bilgiye ve onu geliştirecek insan gücüne ihtiyaç duymuyorsa, devrimci ve yenilikçi atılımlar yapmak için temel araştırmaya gereken önemi vermiyorsa, gündemini sadece günlük siyaset işgal ediyorsa, geleceği yok demektir. Tarih göstermiştir ki, bilime yatırım kısa vadeli olmasa da orta ve uzun vadede toplumlar için fark yaratacak tek yatırımdır. Üretilen bilginin değeri onun hemen uygulamaya dönmesiyle değil, ihtiyaç duyulduğunda üretilmiş olmasında yatar. Bugünün baş döndürücü teknolojik uygulamalarının altındaki fizik ve matematik günümüzden yüzyıllar önce üretilen bilgiye dayanmaktadır ve o bilginin gelişmesi insanlığa bir sıçrama yaptırabilir. Bu bilinçle, ya entelektüel birikimin ve bilim okur yazarlığının önemsendiği ve desteklendiği bir toplum yaratırız ya da bağımlı, kendi kararlarını veremeyen, geleceğini belirleyemeyen bir sömürge olmaktan kurtulamayız. Bir Bilim Adamı, Hikmet Koyuncuoğlu Tennur Koyuncuoğlu tennurk@hotmail.com İ ç hastalıkları uzmanı, Farmakoloji duayeni Prof. Dr. Hikmet Koyuncuoğlu’nun, 11 Nisan’da, aramızdan ayrılmasının ikinci yılı doldu. 1968 yılında kurucusu olduğu İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Farmakoloji Kürsüsü’nde 31 yıl başkanlığı sırasında ayrıca üç yıl da Deneysel Araştırma Enstitüsü’ nün (DETAE) üç yıl müdürlüğünü üstlenmişti. İsminin verildiği anfide, öğrencileri, geleceğin bilim adam ve bilim kadını olmaya hazırlanırken, hocalarının ne kadar özgün bir insan olduğunu bildiklerini sanmıyorum. Hikmet Hoca ‘bilim ciddi iştir, yapmak istediğiniz her iş gibi’ derdi. Başını deney tüpüne, kitaplarına eğdiği zaman, onlarla bütünleşirdi. Bir deney hayvanına ilaç verdikten sonra, içi burkularak da olsa sıçramasındaki değişiklikleri bir ay boyunca her gün üç saat gözünü kırpmadan izlerdi. Bilimde ‘yeni bir kolaylık bulmak özveri işidir’ derdi. Bilim ona göre en büyük inançtı. Dindar mısınız diye soranlara ‘dünyanın en dindar kişileri bilim insanlarıdır’ diye yanıt verirdi. Doğanın muhteşemliği, insan beyninin gizemi karşısında insanın bildiklerinin güdüklüğüne güler, geçerdi. Hikmet Hoca nüktedandı. Derslerde kendi baharına takılmış genç öğrencilerini gördüğünde, ‘dışarıda hava çok güzel, gezmeye gidin, sıkıcı dersleri dinlemeyin’ diyerek dershanenin havasını canlandırırdı. Kendi de baharı ilk duyumsayanlardandı. Hikmet Hoca çok dakikti. İnanmazsınız, verilen bir randevuya 15 dakika önce gider, kendini ve zihnini buluşacağı kişiye önceden hasrederdi. Hikmet Hoca çok sertti. Kendini olduğundan farklı sunan, hak etmeden almak isteyenler yakınında bile bulunamazdı. Samimiyeti çok severdi. Yanında çalışmak isteyen kişilere ilk sorduğu soru ‘miden nasıl’ olurdu. Şaşırıp, ‘çok sağlam’ diyen, kaybederdi. Çünkü özverili bir çalışmanın nasıl stresli bir iş olduğunu, kendi mide rahatsızlıklarıyla çok iyi bilirdi, o dönemlerde alujel aspirini olmuştu, diazem gece dostuydu. Sabah en geç 5.30 da yatakta jimnastiğe baş layarak, kalkardı. Devletten aldığı maaşın hak edilmesi gereğine inanmıştı. Yaşam rutinini basitleştirmek, başka işleri yoğun düşünebilmek için, cebinden eksik etmediği şık bez mendilini, anahtarını, cüzdanını hep aynı yerlere koyardı. Bir defasında anahtarını sağ yerine sol cebine koyunca, başka anahtar için kızını kapıda, araba içinde bir saat beklemişti. Emekli olduktan sonra yirmi kedisini evinin önünde kendi pişirdiği ve eşit porsiyonlara böldüğü, hep aynı saatte verdiği yiyeceklerle beslerdi. Kediler de dakik olmuştu, yiyeceklerini üç dakikada bitirir ve sessizce dağılırlardı. Bu telaşı boşuna mıydı? Kendisi kırklı yaşlarından sonra ‘beyin ‘üzerinde çalışmaya yeni başlamıştı. Bir tüp, bir santrfüj ile başlayan deneyleriyle oluşturduğu beyin teorileri uluslararası önemli dergilerde tartışılıyordu. Uyuşturucu bağımlılığına karşı buluşları, yabancı parlamentopların gündem konusuydu. Ülkesinde çoğu zaman ‘Yabancı literatürde en çok atıf yapılan profesör’idi. Çalışmalarının içeriğinden, aldığı ödüllerden bahsetmek beni aşar. Aslında, hem bilim adamı hem de insan gibi bir insandı, demek istedim. Tüm öğrencilerine daha çok başarılar dilerim.