Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tartışma CBT 1469 /15 Mayıs 2015 ABD’de Bilim 15 “13 Temel Kavram” Üzerine “Teknolojide, Meriç Velidedeoğlu “CBT”nin, “1451.” sayısından “1463.” sayısına dek süren “Bilimin En Çok Tartışılan 13 Temel Kavramı” dizisini, ilkinden başlayarak tümünü büyük bir ilgiyle merakla okudum. Ne var ki, “çok boyutluk” konusunu ele alan daha, birinci yazıda zorlanacağımı sezdim; çünkü bildiğimiz “üç” boyuta eklenen “dördüncü” bayrak “zaman” dışında, “10.”, “11.” boyutlarından dile getirilmesi insanı ürkütmüyor değil. Kısaca söylersek, “enboyyükseklik” dediğimiz bu sıradan boyutlara alışacağız ve bunlardan oluşan yazıda belirtildiği gibi “yukarıaşağı, sağasola, önearkaya” gidebildiğimiz bir “uzay” dan söyleyebildiğinde bunu anlarız elbet; çünkü hareket edebildiğimiz bu yönlerin, bu “üç” boyutun “fiziksel” belirtisi olan “alanlar”dan oluştuğunun altı çiziliyor. Bu “üç” boyuta “dördüncü” boyutunun “zaman”ın eklenmesiyle oluşan “uzayzaman”a, bizler henüz tam olarak anlayamamışken bilimin “10.” ve “11.” boyutlardan söz etmesi kafalarımızı iyice karıştırmaz mı? Ne dersiniz? Bu durumda, bilim ve bağlantılı kesimler için artık iyice sıradanlaşan “uzayzaman”ın bu dördüncü boyutunu, “zaman”a kıyısından köşesinden olsa da şöyle bir değinelim diyorum. İnsanlar “zaman” üzerine düşünce ürettikleri “Antikçağ”da evren için olduğu gibi “zaman” için de “yaratılma”nın söz konusu olamayacağı inancındadırlar; onlara göre “zaman”, “evrenden, bizlerden bağımsız” olarak, kendi başına “sonsuzdan sonsuza” bir “akış”tır. “Zaman”ın “Tanrı tarafından yaratıldığına inanış”, “Hıristiyanlık”ta ortaya çıkar. İlk dönemlerde, henüz “Hıristiyan” olmayan halk “yaratılma”yı çok yadırgıyor, yeni dinin öğretilerine bu konuda “akılcı” sorular yöneltiyordu. “Tanrı zamanı ve evreni yaratmak için ne kadar beklemişti?”, “Neden beklemişti?”, “Evreni ve zamanı yaratmadan önce Tanrı ne yapıyordu?” gibi sorularla Hıristiyan din adamları zor durumda bırakılmaya çalışılıyordu. “Beşinci yy”a gelindiğinde dönemin düşünürlerinden biri olan “Aziz Augustirus”da (354430) bu sorularla sıkıştırılınca, bu konu üzerinde uzun süre düşünür; sonunda “zaman” ve “Tanrı’nın ‘evrenin bir özeliği’ olduğunu” söyler. Bu görünüm, “zaman”ın “evren”le bağlantılı oluşunun “Augustinus”tan sonra yüzyıllar boyunca hiç ayrımına varılmamış olduğu ancak “20. yy”ın ilk yıllarında “Einstein”ın, “görelilik” kuramlarıyla... İlgi çekici bir boyutta ortaya koyduğu kabul edilir. Böylece “uzayzaman”ın, üç boyuta eklenen dördüncü “zaman” boyutundan oluşan yapısı, bileşimi “Einstein fiziğinin” özünü oluşturduğu dizinin ikinci yarısı olan “Uzay Zaman”da vurgulanır. Geldik “üç” boyuttan sonrakilerin canlandırılması konusuna; “matematik” için bunun pek kolay olduğuna değiniyor, Kaliforniya Üniversitesi’nden “J. Polchinki” dizinin ilk yazısında. Sıradan “üç boyut”u “x,y,z” ile, eklenecek boyutlar da “t” ve “s” veya “w” ya da öteki “harfler” le temsil edilir ve bunlarla yeni yeni denklemler kurulur, böylece yalnızca “5”, “6” değil “10”, “11.” boyutlar bile matematiksel olarak canlandırılır; öyle ki bu yüksek sayılı boyutların “gerçekte var olup olmadığı sorusu hâlâ tartışma konusu” olsa bile; ama yine de, “sonunda her zaman “matematik kazanır!” diyor J. Polchinki. Burada bir ayraç (parantez) açarak, “teorik” fizikte üretilmeler “matematik” yoluyla ortaya konduğundan ???görelilik biçimde olmak üzerebunlara “Hitler”in “Yahudi Kuramları” diye adlandırmasının, “bilim”e “siyaset”in (devletin) karışmasının tarihsel örneği olduğunu anımsayalım. Kuşkusuz sonuçlarıyla birlikte... Ayraç’ı kapatıp, dördüncü boyutu, “zaman”ı matematiğin dışından nasıl canlandıracağız sorusuna gelince; “Augustinus”dan bu yana bilinen özelliğinden “uzay”la “bağlantısından” yararlanıp, “uzayzaman”ın canlandırılması yoluyla olduğu verilen örneklerle ortaya konur; dizinin “uzayzaman” kavramını ele alan ikinci yazısında yine Kaliforniya Üniversitesi’nden “Don Maroll”: “Uzayzaman’ın şeklini günümüzde canlandırmak gereklidir!” dedikten sonra bu kavramı: “Bir resim çizdiğimizi varsayarsak “uzayzaman’, karatahta üzerindeki “tebeşir çizgileridir!” diyerek canlandırır. Bir bilim insanının bu kavramın algılanabilmesi için canlandırması böyle; sanırım şimdi sıra bizde, anlamak, algılamak için... Sizleri bilmem ama, yine de zorlanıyorum. Ne var ki bilim direnir; hele bir de “canlandırma gereklidir” diyorsa.. Nitekim aynı yazıda bir örnek daha vardır “uzayzaman”ın canlandırılması bu örnekte de, “üzerine bir ‘kütle’ konulduğu zaman ‘çöken’ esnek bir lastik tabakaya benzetilerek” yapılır; lastik tabakalardaki “çöküntü” (deformasyon), “uzayzaman’ın ‘kütleçeki mi?’ tarafından ‘bükülmesi’nin temsil eder” açıklamasıyla da belirtilir. Böyle bir “bükülme”den söz edince, bu bizi “11.” yazıda değinilecek olan “Einstein”in ünlü “görelilik” kuramlarına ???? önce dizinin “3.” yazısı olan “Kuantum Gerçekliği”ne bakmamız gerekir. Ama yine de, “Einstein”ın adı geçince kuramları kadar ünlü olan bir tartışmayı da anımsayalım derim.. “Kuantum” mekaniğinin “yorumu” konusunda, çağdaşı ünlü bilim adamı “Niels Bohr”un (18851960) “olasılıkçı” görüşünü kabul etmez; bunu da pek ünlü olan, “Tanrı zar atmaz!” söylemiyle ortaya koyar. Einstein öldüğünde (1953) bu deyişi, bütün dünyada yine konuşulur olmuştu; ülkemizde de, “Hitler”in “soykırımı”ndan, “Türkiye”ye gelerek kurtulan ve İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi’nde görev alan “Ord. Prof. Dr. F. Arnold”, o günkü (18 Nisan) dersinde “Einstein”, anarken söylediği bu sözün anlamını benim de aralarında bulunduğum öğrencilerine anlatmıştı, Einstein’a, “Niels Bohr”unu verdiği, “Tanrı’nın ne yapacağına biz karar veremeyiz!” yanıtıyla birlikte... Yazıyı burada noktalamadan önce, “Bilimin En Çok Tartışılan 13 Temel Kavramı” dizisini; bu “çetrefilli” kavramlar, “CBT” ekinin tutkunlarına son derece yalın bir çeviri ile sunan “Reyhan Oksay”a çok teşekkür ediyor, ayrıcada kendisini kutluyorum. Geri kalan kavramlara da değinebilmek ümidiyle yine “CBT” okuyucusu dostlarla buluşmak üzere. bilimde liderliği kaybedebiliriz...” Washington Post’ta 2 Mayıs 1995 tarihinde Amerika İçin Gerçekleri Görme Zamanı başlığıyla yayımlanan ve AAAS (American Association for the Advancement of Science) Yönetim Kurulu’nun da bilim ve mühendislik çevresine duyurduğu bu açıklamayı, Türkiye’nin de alacağı dersler açısından, dergimizde yayımlıyoruz. İlettiği için Prof. Dr. Yücel Kanpolat’a teşekkür ederiz. Yazının yukarıdaki başlığını ve ara başlıkları biz koyduk.. P olio aşısı ve kalp pilleri olmasaydı. Sayısal bilgisayarlar bulunmasaydı. Kentlerimiz için su arıtım sistemleri bilinmiyor veya uydulardan hava tahminleri yapılamıyor olsaydı. İleri kanser tedavileri bilinmeseydi veya jet uçaklar olmasaydı veya hastalıklara dayanıklı tahıl ve sebze türleri var olmasaydı veya kardio pulminer resüsitasyon (CPR) teknikleri geliştirilmemiş olsaydı, hayat nasıl olurdu? Bugün biz bunları ve Amerika’yı teknolojik açıdan tarihte dünyanın en gelişmiş toplumu durumuna getiren başka binlerce teknolojik atılımı, yaşamımızın doğal bir parçası olarak benimsiyoruz. Bunlar, ekonomimize rekabet gücü kazandırmış, milyonlarca insana iş alanı sağlamış ve yaşam standardımızı bugünkü yüksek konumuna ulaştırmış ürünlerimizdir. Bunlar sayesinde sağlığımız büyük ölçüde artmış yaşam beklentimiz uzamıştır. En gerçek tanımıyla, bunlar, Amerikan rüyasının gerçekleşmesinin belirtileridir. Ama bütün bu atılımlar kendi başlarına ortaya çıkmadı. Bunlar, ulusal bir politika çerçevesinde oluşturuldu, yeni teknolojilerin bulunup geliştirilmesini özendiren uzun vadeli bir ortaklığın ürünleridir. Uzun yıllardır kongremizde yer alan her iki parti de, istikrarlı olarak, üniversite araştırma programlarını ülkemizin geleceği açısından hayati önemde bir yatırım olarak gördü ve destekledi. Diğer taraftan endüstrimiz de aynı derecede kritik bir rol oynayarak bu teknolojik yenilikleri özenle pazarlara yönlendirdi. Bu ortaklık Amerikan üniversitesinin araştırma ve eğitim gücü; Federal Hükümetin yatırım desteği ve endüstrinin reel sektörde ürün geliştirme katkısı 20. yüzyılın büyük bölümünde Amerika’nın teknolojik liderliğini sağlayan kritik faktör olmuştur. Bunlar kadar önemli bir faktör olarak, disiplin ve becerileri ile teknolojik atılımların gerçekleşmesine katkıda bulunan endüstride görevli mühendis, bilim adamı ve teknisyenleri yetiştirmede, üniversite araştırmalarının katkısını unutmamak gerekir. Üniversite araştırma programları yenilik yapma kıvılcımını yakan ve hesaplı risk yüklenme inisiyatifini oluşturan kaynağı sağlamıştır. O programlarca sağlanan fırsatlardan yararlanan başta dezavantajlı birçok genç, üniversitelerdeki yüksek teknoloji kariyerlerini, daha ileri iş olanaklarına tırmanmada birer basamak olarak kullanmıştır. Bugün, maalesef, Amerika’nın teknolojik ilerlemesi ciddi bir tehdit altındadır. Federal Hükümette küçülme kararlarına paralel olarak, kritik üniversite araştırmalarına ayrılan kaynaklarda da kesinti yapılması doğrultusunda baskılar vardır. Yazının devamı 18. sayfada TEKNOLOJİK İLERLEME TEHDİT ALTINDA