02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilim Tarihi CBT 1469/15 Mayıs 2015 12 OOOF OFF LİNE Tanol Türkoğlu [email protected] İlk Türkçe termodinamik kitabı Termodinamik bilim dalı Avrupa’da esas olarak 19. yüzyıl başlarında kuruldu. Bu bilim dalının temel ilkelerine ilişkin ilk bilgilerin ülkemize yansıması ise yaklaşık yarım asır sonra gerçekleşti. Bu gelişmedeki öncü rol Ali Sedad Bey’e aittir. Enerjinin korunumu kanunundan ilk kez söz eden de odur. Kaç “G” Olsun? Osman Bahadır [email protected] I sı dinamiğini inceleyen bir bilim dalı olarak termodinamik bilim dalı, Sadi Carnot’nun (17961832) öncülüğünde kuruldu. Buhar makinesinin icadı, geliştirilmesi ve yaygınlaşması, termodinamiğin de hızla gelişmesinin yolunu açtı. Esas olarak, buhar makinesi termodinamik teorisinden değil, fakat termodinamik teorisi buhar makinesi deneyimlerinden çıkmıştır. Ülkemizde buhar makinesi kullanımı ve tamiri, askeri denizcilik alanında başladı. 19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa ülkelerinden satın alınan buharlı gemilerin makinelerinin çalıştırılması, ülkemizde buharlı makine bilgisinin gelişmeye başlamasının başlangıcını ve temelini oluşturmuştur. Ancak Mühendishane’de öğrencilere verilen makine bilgisi, çok büyük ölçüde uygulamaya ve karşılaşılan sorunların çözümüne yönelikti. Termodinamik teorisinin bir ders konusu olarak öğretilmesi, ülkemizde ancak 20. yüzyılda Mühendis Mektebi’nde ve Darülfünun’da sözkonusu olabilmiştir. Üniversite düzeyinde bir termodinamik kitabı olarak ilk çalışma, Salih Zeki Bey’in (18641921) hazırladığı Mebhası Harareti Harekiye (1910)’dir. Bununla birlikte bu teorinin ayrıntılı bir ilk açıklaması, 1882 yılında Ali Sedat Bey (18571900) tarafından yapılmıştır. Hukukçu, siyasetçi ve tarihçi Ahmet Cevdet Paşa’nın oğlu olan Ali Sedat Bey, Kavaidi Tahavvülat fi Harekatı Zerrat (Parçacıkların Hareketlerindeki Değişim Kanunları) adlı eserinde (1882), ilk defa olarak termodinamik teorisini bilimsel bir şekilde Osmanlı dünyasına tanıtmıştır. Özel bir eğitim kurumunda düzenli olarak eğitim görmeyen ve özel hocalar tarafından eğitilen Ali Sedat Bey’in başka kitapları da bulunmaktadır. Daha çok Mizanü’l ukul fi’l Mantık ve’l Usul ile Lisanü’l Mizan adlı mantık kitaplarıyla, Fransızca’dan tercüme ederek hazırladığı Hesabı Tefazuli ve Temami (diferansiyel ve integral hesap) adlı bir eseri de vardır. Ali Sedat Bey’in 192 sayfadan oluşan ve Matbaai Osmaniye’de H. 1300 (M.1882/1883) tarihinde basılan Termodinamik kitabı, 10 şekil içermekte ve bir önsöz ile altı bölümden oluşmaktadır. Ülkemizde atom kavramından ve atomik teoriden ilk kez bahseden kişinin de Ali Sedat Bey olduğunu söyleyebiliriz. Yazar bu kitabında Wurtz’un Theorie Atomique adlı eserine dayanarak atom sözcüğünü açıkça kullanmaktadır. Öte yandan ülkemiz tarihinde enerjinin korunumu kanunundan ilk kez bahseden ve ENERJİNİN KORUNUMU KANUNUNDAN İLK KEZ O SÖZ ETTİ bu kanunu açıklayan kişi de Ali Sedat Bey’dir (Joule’ün bu kanunu keşfetmesinden 40 yıl sonra). Yazar eserinin birinci bölümünde hareketle meydana gelen ısı ile ilgili deneyleri, ikinci bölümde ısının mekanik hareketini ve kinetik teorisini, üçüncü bölümde değişmelerin genelliği kuralını, dördüncü bölümde enerjinin korunumu kanununu, beşinci bölümde moleküler görüşü ve altıncı bölümde de bu teorinin uygulamasını ve felsefi sonuçlarını ele almaktadır. Ali Sedat Bey, böyle bir eseri hazırlamaya kalkış nedenlerini açıklarken şunları söylemektedir: “...Isı, ışık ve diğer bazı tabiat olayları hep aynı bir ve asıl sebepten doğmakta dır, bunların birinden diğerine geçişin mümkün olduğunu ispatlayan deneylere dayanarak ilgili kanunları ve teoriyi açıklamak Termodinamiğin kurucusu Sadi mümkün olCarnot (17961850) muştur.” Ali Sedat Bey, bunları söyledikten sonra, mekanik bilimi ile ilgili rasyonel ve tatbiki mekanik sınıflamasını yaparak, kinematik, statik ve dinamik bölümlerine değiniyor; hidrostatik ve hidrodinamik ile ilgili tanımlamaları yapıyor. Fakat bütün konuların ayrıntılarına girmediğini, amacının sadece temel kuralların ülkemizde öğrenilmesine ve yayılmasına hizmet etmek olduğunu belirtiyor. Ali Sedat Bey’in eserinin herhangi bir öğretim kuruluşunda okutulmak üzere hazırlanmış olduğuna dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Ancak termodinamik teorisinin temel ilkelerinin Avrupa’da ortaya atılmasının üzerinden yarım asır geçmeden Türkiye’de böyle bir eserin yayınlanmış olması yine de önemli ve anlamlıdır. Çünkü kendi etkisiyle genel olarak bilime ve özel olarak termodinamiğe ilgi yaratmasının belirli bir önem taşımasının yanı sıra, bu eserin ortaya çıkışı da ülkemizde bilime olan ilgideki uyanışın da belirli bir düzeye gelmekte olduğunun işareti olarak görülebilir. Yararlanılan Kaynak: Celal Saraç; “Yüz On Yıl Önce Yayınlanmış İlk Türkçe Termodinamik Kitabı Hakkında”, Bilim Tarihi, Sayı 14, Aralık 1992, s: 310. Bilgi toplumundan ziyade öğrenilmiş acizliği giderek güçlenen bir toplum durumundayız. Öğrendik ki hiçbir şey konusunda hiç kimse bir şey yapamaz. Çünkü herşey konusunda her şeyi yapan birileri var ve o biz değiliz. Görünen o ki Kalkınma Bakanlığı, 2015 – 2018 Bilgi Toplumu Strateji ve Eylem Planı’nı oluştururken bir faktörünü resme dahil etmeyi ihmal etmiş. O da Cumhurbaşkanı’nın kimselerde olmayan vizyonerliği. Çünkü bakanlığın 70 maddelik eylem planınında 4G’nin 2016’da hayata geçeceği hedefi vardı. 5G ile ilgili ise herhangi bir öngörü yok. Oysa Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde “4G’yi atlayalım bir iki yıl dişimiz sıkalım, direkt 5G’ye geçelim” diye bir açıklama yaptı. Bu açıklama bir yandan genel bir şaşkınlık yarattı, diğer yandan ise olur mu olmaz mı tartışmalarını gündeme getirdi. Öncelikle söylemek gerekir ki teknoloji dünyasında olmaz diye bir şey yok; “herşey olur”. Bir iki yıl değil; beş on yıl beklenir yine olur. Birkaç yıl için birbirimizi mi kıracağız? Bir kaç yıl geçti, baktı ki 5G’ye daha var; e hadi o zaman 4G’ye geçelim denir. Hem böyle beklendiği için daha iyi olduğu da dile getirilir. Mesela daha ucuza geldiği iddia edilir vb. Ancak bilgi toplumu açısından irdelenmesi gereken temel nokta, yukarıdaki eylem planı ile bu tür bir açıklamanın karşımıza nasıl bir tablo çıkardığı ile ilgili. Bir bakanlık bir ay önce üç yıllık bir eylem planı açıklıyor. Cumhurbaşkanı ise o raporda net olarak ifade edilmiş bir konuyla ilgili bambaşka bir vizyon veriyor. Öyle bir vizyon ki raporun değerini bir anda sıfırlıyor. Şimdi bu eylem planınındaki hangi maddeyi ciddiye alalım ki? Ya cumhurbaşkanımız diğer maddelerle ilgili de yeri geldiğinde farklı vizyonlar verirse? Peki ya bu davranış genel bir alışkanlık haline gelirse? Yani bugün Sn. Erdoğan, yarın başkası. Arzu ettiği gibi vizyon verip, ilgili kamu kurumlarının yaptığı çalışmaları, geliştirdiği strateji ya da politikaları yok sayarsa? Kaos olmaz, hayır. Ama bilgi toplumu da olmaz. Çünkü herkes artık şöyle bir idrak seviyesinde olacaktır: “Herhangi bir emek sarfetmeme gerek yok, şu kişi ne derse o olacağına göre onun ne diyeceğine bakalım, ona göre hareket edelim”. Bugünün Türkiye’sinin bundan ne farkı var diye sorabilirsiniz. Bilmiyorum. Bilgi toplumunun ön şartlarından birisi de kurumsallaşma olsa gerek. Yani kişiden bağımsız, genel kabul görmüş kanun, kural vb ile süreçlerin yönetilmesi. Bellidir ki konulmuş bir kanun ya da kural gerekli görüldüğünde değiştirilebilir. Ama bu tür değişiklikler değil tek bir kişinin kimi zaman tek bir kurum ya da partinin bile gerekli görmesi ile yapılabilecek şeyler olamaz. Önce genel bir mutabakat sağlanır. Her bir üye (kişi, kurum, parti, vb.) büyük bir ekosistemin parçası olduğunu idrak edebilmelidir. Değişikliklerin o ekosistemdeki herkesi etkileyeceği dikkate alınarak yapılmasına özen gösterilmelidir. Aksi duruma ümmet zihniyeti bile denemez. Çünkü örneğin İslam ümmetinin peygamberi Hz. Muhammed’in hayatının detaylarını bilenlerin, onun tarım konusunda işin detaylarını ehline teslim etmenin yerinde olacağını ifade eden sözlerinin olduğunu da bilir. Keza Cahilliye Devri diye bilinen İslam öncesi Arap yaşamının bizim bugün “cahil” kelimesinden anladığımız anlamda bir cahilliğe işaret etmediğini da bilir. Cahilliye Devri aslen belli bir yaşam modelinin adıdır. Kibirin, kendine aşırı güvenin, kabileyi herşeyden üstün tutmanın, hiç ölmeyecekmiş gibi ve gerekirse israf ederek yaşamanın, öte dünya olgusu bilinmediği için vicdan ya da empati kavramlarına uzak olmanın vb. diğer adıdır cahilliye. Yoksa Allah, kitap, din bilmemenin değil.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle