16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker [email protected] 8 Uygarlık Tarihi CBT 1463/3 Nisan 2015 Akurgal, geçen hafta diyordu ki, “Teknoloji alanında çağımız, ...bilginin ‘ışık hızında’ yayıldığı bir çağ. Siz aradığınız bilgiyi, saniyesinde bulamıyorsanız, geri kalıyorsunuz.” Bunu ben şöyle anladım: ‘O saniyeyi hiçbir biçimde kaybetmek istemiyorsanız gereksindiğiniz bilgiyi kendiniz üretin... Aklınız varsa kendiniz araştırın, kendiniz geliştirin...’ Anımsayacaksınız, iki hafta önce bu köşede ‘Dünya ARGE Liginde Son Duruma’a değinilmişti. O arada kendi durumumuza da şöyle bir göz atmak istenmiş; doğal olarak, bizim siyaset koşturduğumuz kümeye bakılmıştı. 57 ülkenin yer aldığı bu kümede genel “klasman” doğrusu pek iç açıcı değildi. Çünkü dünya nüfusunun %23,4’ünün yaşadığı bu 57 ülkenin dünyadaki toplam ARGE harcamalarındaki payı %2,1’den ibaretti. Salt bu veriden kalkarak bu ülke insanlarının akılla aralarının pek de iyi olmadığını söylemek mümkün ama burada çok daha vahim, akıllara ziyan bir durum var. Çünkü bu kümede oynanan oyun savaş... Hiçbir kuralı yok... O kadar ki, oyunun ortasında aynı takımın oyuncuları ikiye, üçe ayrılıp birbirlerini gırtlaklıyorlar. O takımın kümedeki rakipleri de, artık meşreplerine göre, gırtlaklaşanlardan birinin tarafında oyuna dâhil oluyorlar! Bir de bakıyorsunuz, dünya birinci liginden gelmiş meraklı seyirciler de sahaya inmiş... Artık gözleri hangi tarafı tuttuysa onu arkalamak, diğerlerini de punduna getirip devirmekle meşguller... Oyun, hele de savaş oyunu, sonuçta kazanmak için oynanır. Kim kazanacak? ‘Aklı olan’ demeyin; akılla aralarının pek de iyi olmadığını söyledik. Hayır, ‘imanı sağlam’ olan da değil. Çünkü birbiriyle savaşanların hepsi İslâm... Hepsinin imanı bütün... O açıdan eşitler. ‘Söylediğin oyun aslında silahla oynanıyor; silahı güçlü olan kazanacak...’ demenizi de beklemiyorum. Hepimiz, silah demek teknoloji demek; bunu biliriz. Bunlardan hangisi, hangi teknoloji ya da ARGE gücüyle rakiplerine fark atacak ki? O %2,1’i dağıtın ülke başına ve varsayın ki hepsi de payına düşeni silah sistemleri geliştirmeye yatırıyor. Yine de bir işe yaramaz. Çünkü tek başına silah ARGE’si diye bir şey yok. Bilgi bir bütün... Bilim ve teknolojinin uç noktalarında bilgiyi sistemik bütünlük içinde üretemiyor, geliştiremiyorsanız doğru dürüst silah da geliştiremezsiniz. %2,1 o bütüne hiç yetmez... Kaldı ki, İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın (OIC) kendi verilerine göre, üye 57 ülkenin toplam ARGE harcamasının %60,3’ü iki ülkeye, Türkiye ve İran’a ait (OICSESRIC, 2012). Bu verilere göre Türkiye’nin yakaladığı yıllık harcama 9,6; İran’ınsa 6,4 milyar $... Yılda 1 milyar $’ı geçen yalnızca üç İslâm ülkesi daha var: Malezya, Pakistan, Tunus... Aynı verilere göre bu ülkeler içinde milyon nüfus başına araştırmacı sayısı olarak 1000’i geçen ve bu ölçüt açısından dünya ortalamasını tutturan 6 ülke var: Tunus, Ürdün, Türkiye, İran, Azerbaycan, Mısır... Açık kalplilikle soralım: İslâm ülkeleri içinde yıllık ARGE harcaması en yüksek, araştırmacı sayısı da nispeten yüksek olan Türkiye’nin silah sistem ve teknolojileri açısından bütünüyle kendi ARGE yetenek ve kapasitesine dayandığını söyleyebilir misiniz? Ya diğerlerinin? Zaten, İslâm ülke ve toplulukları arasındaki savaş oyununun, tamamen İslâm coğrafyasının dışında geliştirilip üretilen silahlarla oynandığı açıkça görülüyor. Gırtlaklaşan bazı İslâm gruplarının tek yaratıcılıkları o silahların taşınabilir olanlarını ticarî araçlara monte edip öyle savaşmak(!) Ama o araçlar da Japon, Kore, Alman, Amerikan vs. yapımı, artık ellerine hangisi geçmişse... ‘Kim kazanacak’ sorumuzun tek yanıtı var: Bırakın ‘saniyeleri’, kaybettikleri 1000 yılın bile farkında olmayanların kazanacakları bir oyun yok... İslâm Coğrafyasındaki Savaş ve Teknoloji Üzerine... Uygarlığın sonu Birşeyi kavramanın en iyi yolu, onu tarihiyle birlikte ele almaktır. August Comte. Uygar olarak geçinen ülkeler geçmişteki hatalarını tekrarladıkça, geleceğe ümitle bakamayz. Turgut A. Karabekir Y. Mimar, AIA [email protected], S on iki yazımda uygarlığı, tarihten esinlenerek irdeledim. Şimdi de, 21. yüzyılda uygar olarak geçinen ülkelerin, yüzyılın yarısına varmadan dünyanın halklarını nereye sürüklediklerine bakalım. Geçen yazımda, güçlenen ülkelerin binlerce yıldır halkları cahil bırakarak, düşünmeden biata alıştırarak idare etmenin, onları kullanmanın, en kolay sömürü yolu olduğunu belirtmiş, binlerce yıldır aynı oyunun oynandığını yazmıştım. Bu oyunun devamı halkları felaketlere doğru sürüklüyor...Yakın zamanda yayımlanmış bir araştırmaya göre; Bir ülkenin kültürel yapısını devam ettirebilmek için doğum oranının 2.11’in üstünde kalması gerekli. Bu oran 1.38’e düştüğünde geri döndürülmesi imkânsız oluyor. Bugün Avrupa’daki 31 ülkenin doğum oranı ortalaması 1.38. 1990’da 1.8 milyon olan Müslüman sayısı 8.1 milyona ulaşmış. Avrupa halklarının nufus kaybınının yaklaşık yüzde doksanını Müslümanlar oluşturuyor. Fransa’da çocukların %45’i, yeni doğanların Hollanda’da ve Belçikada % 50’si müslüman. Fransa, 2039, Almanya 2050 yılında bir müslüman devleti olacak. İngiltere’de son yıllarda Müslümanların sayısı 82 binden, 2.5 milyona yükselmiş. 30 kat artış! Rusya’da 23 milyon müslüman var. Şimdi 52 milyon olan Avrupa’daki müslüman nufusu, 20 yıl sonra 104 milyon olacak. ABD’de doğum oranı 1.6 fakat büyük bir kısmı Mexika ve Güney ülkelerinden gelen göçlerle, şimdilik oranı 2.11 düzeyinde tutabiliyor. 1970 yılında 100 bin müslüman varken, 2008 yılında 9 milyona yükselmiş. Müslümanların büyük bir kısmı gittikleri yarlerde asimile olmuyor, kendi kültürlerini devam ettiriyor. Bir taraftan hıristıyan ülkelerin içerisinde müslümanların sayıları gün geçtikçe artarken, diğer taraftan Ortadoğu’da Hıristiyanlar Müslümanlarla kanlı bıçaklı! Böyle bir çelişkinin devamı ne mantıklıdır, ne de iyi sonuçlar doğuracak bir geleceğe gider. Bu çelişkinin doğuşunun gerçek nedeni ise, Batı’nın Ortadoğu kaynaklarını kontrolünde tutma ve İsrail’in varlığını koruma planıdır. Batı’nın Ortadoğu ülkelerinin hudutlarının değiştirme kararıdır. Plan da, bütün karşıt söylentilere rağmen, bu hedefe doğru ilerliyor. Batı etkin olmak için, düşmanlıklar yerine dostluk yaratmak yolunu seçmiş olsaydı, bugün Ortadoğu’da kan dökülmemiş ve en önemlisi, Müslüman ülkelerin kültür, okuma ve hayat düzeyleri yukarıya gitmeye başlamış olacaktı. Meydana gelecek olan eğitim düzeyindeki BATININ POLİTİKASI VE İSLAM ÜLKELERİ yükselme, dünya halklarının geleceği için de bir ümit kapısı açmış olurdu. O zaman da başka ülkelerdeki Müslümanlar yerli halklara bir tehdid oluşturmaz, sosyal düzen bozulmayabilirdi. Maalesef bu fırsat geri gelmemek üzere kaçırıldı. Nedeni de, Batı’nın, çıkarlar için toplumları cahil bırakacak yollar uygulayarak, kolay yönetmek arzusu. Böl ve yönet sistemi. Bu hatanın maliyeti Batı’nın mı, yoksa Müslüman ülkelerin mı zararına olacak? Güncel olaylara baktığımızda, bilim ve eğitim yerine, kin ve fanatizmin aşılandığını, beyinlerin iyilik ve ilim ile eğtileceğine, dogma ve biat ile eğitildiği izleniyor. Bu gidiş tabii ki Müslüman âlemi için büyük bir gerileme, hiç değilse yıllar sürecek bir duraklama olacak. Batı’da, özellikle Avrupa’da, nereye varacağı tahmin bile edilemeyecek kültürel ve milli değişiklikler beklenir. Şüphe yok ki, bu sürtüşmeler halklar arasında ciddi sorunlar yaratacaktır. Zaten uygar olmayan bir dünya toplumunun, bu karanlık gelecek karşısında, gene temel çözüm olan eğitime geliyoruz. Eğitim, kaliteli çağdaş eğitim. Her iki grup için de eğitimi ön plana almak, çağdaş ve gerçek aydın yetiştirmekten başka yol yok. Düşünme serbestisi, karar verme ve dogmasız hareket yeteneği olan kişilerin / toplumların sayısı arttıkça da, sömürücülere karşı gelebilmek kolaylaşacaktır. Avrupa’daki eğitim kalitesinin ne düzeyde olduğuna vakıf değilim, ama ABD’dekinin gözle görülür bir düşüş gösterdiği ortada. Şayet ABD’ye Uzakdoğu’dan gelen öğrenciler olmasa ve bunlar ABD’nin çalışan beyin gücünü oluşturmasalar, ABD üstünlüğünü birçok bakımdan kaybetmiş olurdu. ABD’de, hiç kimse sınıfta kalmayacak prensibini ve altı yıllık kaliteli bir yüksek öğretimin 250500 bin dolar servet gerektirdiğini düşünürsek, varılan nokta hiç de şaşırtıcı değil. Bu durumu, her yerde, eğitimi bir ticaret ve politikaya alet haline getirmek yarattı. Sınırlarını korumak veya genişletmek için milyarlar harcayan ülkelerin, ülkelerinin geleceğini ve devamını sağlayacak halklarını yetiştmekte para harcamaması, inanılmayacak bir cehalet. Yönetimlerin kısa vadeli planları ile ülkelerinin geleceklerini karartmaları da vahim sonuçlar verecek. ABD’de seçimlerde etkin unsurun yüksek bağış yapanların çıkarları olması, seçilenlerin ancak halkın % 1.5’inin oyuyla seçildiğini gösteriyor. Şayet halklar geleceklerini garantiye almak istiyorlarsa, büyük parasal güçlerin çıkarlarını ve hatta kendi çıkarlarını kollayarak değil, halklarını yetiştirmek için önlemler alalabilecek yetenekde kişileri seçmek durumuna gelmeliler. Bunun da gene tek çaresi; daha çok yüksek kalitede, çağdaş eğitimli aydınlar yetiştirmektir. Bütün bu gerçekler ortadayken, dünyanın bir numaralı sorunu olan eğitim üzerine kaç yazı çıkıyor? Çıkmaz, çünkü henüz çıkarlar zincirini kırabilecek yeterli sayıda elemanlar yetişmedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle