Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Beyin CBT 1463/3 Nisan 2015 15 BİLİMİN EN ÇOK TARTIŞILAN 13 TEMEL KAVRAMI MERAK, beynin öğrenme yeteneğini arttırıyor Beyin görüntülemeleri merak etmenin kişinin daha çok şeyi öğrenmesine ve beynin bu öğrendiklerini anımsamasına yardımcı olduğunu ortaya koyuyor • Holografik bir evrende mi yaşıyoruz? • Kahveniz ne denli yeşil? • Aşırı miktarda su içmek gerçekten de sizi öldürebilir mi? Bu soruların yanıtlarını internetten araştırmaya koyulmadan önce bilgiye aç beyninizin yanıtlara nasıl hazırlandığını düşünmekte yarar var. Kaliforniya Üniversitesi’nde yeni bir araştırma, merak etme duygusunun körüklenmesiyle birlikte beyinde meydana gelen değişimlerin kişinin yalnızca ilgi duyduğu konuları değil, aynı zamanda ilgi alanı dışındaki konuları da öğrenmesine katkıda bulunduğunu ortaya koyuyor. Sinirbilim uzmanı Charan Ranganath ve arkadaşları, araştırmaya katılan 19 deneğe yüzü aşkın soru vererek her bir soruyu kendilerinde uyandırdığı merak açısından değerlendirmelerini istediler. Ardından deneklerin her biri (yarısı onlarda yoğun bir merak uyandırırken, gerisi hiç ilgilerini çekmeyen) tüm soruları yeniden değerlendirirken, araştırmacılar da fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (MRI) yöntemleriyle beyinlerindeki etkinliği inceledi. Beyin tarama sürecinde bir soruyu gören deneklere 14 saniye sonra, sorunun yanıtı gösterilmeden önce, konuyla hiç bir ilgisi olmayan gelişigüzel bir yüz fotoğrafı gösterildi. Araştırmacılar daha sonra deneklerin hem yanıtları, hem de gördükleri yüzleri ne denli anımsadıklarını ve belleklerinde tuttuklarını gösteren bir sınav uyguladı. Ranganath ve arkadaşları, soruya daha yoğun bir ilgi duyulmasının yalnızca yanıtın değil, sorudan önce gösterilen ve konuyla ilintili olmayan yüzün de daha iyi anımsanmasına katkıda bulunduğuna tanık oldu. Ertesi gün araştırmanın devamı niteliğinde uygulanan bir deneyden de benzer sonuçlar alındı insanlar öncesinde kendilerine kafalarını kurcalayan bir soru sorulduğunda ardından gösterilen yüzü de daha kolay anımsayabiliyorlardı. Merak duygusu beyni bir biçimde öğrenmeye ve çok daha uzun süreli anımsamaya hazırlamaktaydı. Bulgular, duygusal uyarılmanın kimi anıları güçlendirdiğini ortaya koyan Kaliforniya Üniversitesi sinirbilim uzmanlarından James Mc.Gaugh’un araştırmasını çağrıştırıyor. Ne var ki, Ranganath ve arkadaşlarının Neuron dergisinde yayımlanan raporda da belirttikleri gibi, merak beyinde çok farklı yolakları devinime geçiriyor. Beyinde tam olarak neler olup bittiğini anlamak için görüntüleme işlemlerinden elde ettikleri verileri gözden geçiren araştırmacılar yanıtın verilmesinden önceki bekleme sırasında oluşan beyin etkinliğinin belleğin daha sonraki performansını belirleyebileceğine tanık oldular. Öncelikle, beyin etkinliği ortabeyinde iki bölgeyi ön tavan bölgesi ve beynin ödül merkezini devinime geçiriyordu. Söz konusu bölgeler haz ve ödülle ilgili duygunun düzenlenmesine yardımcı olan dopamin molekülünü ilettiklerinden, bu durum, yanıt belirmeden önce, beyinde yanıtı öğrenme isteğinin ödül sistemini çoktan devinime geçirdiğine işaret ediyor. Denek ne denli meraklı olursa, beynindeki bu beklentisel ağ da o denli güçlü oluyor. Araştırmacılar, ayrıca, merak etmenin beynin anıların oluşumundan sorumlu olan hipokampus bölgesindeki etkinliği arttırdığına da tanık oldu. Nitekim, hipokampus ile beyindeki ödül yolakları arasındaki etkileşim ne denli yoğun olursa, kişinin gelişigüzel gösterilen yüzleri anımsama yetisi de o denli güçlü oluyordu. Ranganath’e göre elde edilen bulgular, Parkinson gibi, dopamin düzeyinin düşmesine neden olan hastalıklardan yakınan kişilerde görülen bellek ve öğrenmeyle ilgili sorunların çözüme kavuşturulmasına katkıda bulunabilir. Merak uyandırmak eğitmenlerin, reklamcıların ve öykü anlatıcılarının öğrencilere ve izleyicilere aktardıkları iletilerin daha iyi akılda kalmasına olanak tanıyacak yöntemler geliştirmelerine de yardımcı olabilir. Londra Üniversitesi ruhbilim uzmanlarından Sophie von Stumm, bu araştırmanın, beynin öğrenme süreçleriyle ilintili yapılarını daha iyi kavramamıza olanak tanıdığına dikkat çekti. Rita Urgan, Kaynak: Scientific American Online/ 2 Ekim 2014 HASTALIKLARA YARDIMCI OLABİLİR kitap Ruh Sağlığı ve Bozuklukları Prof. Dr.M. Orhan Öztürk Prof Dr. N. Aylin Uluşahin Nobel Tp kitapevleri Ltd Tel: 0212 63283 33 Yenilenmiş 13. baskı Psikiyatri, hekimliğin ve davranış bilimlerinin birçok konularını içeren, çeşitli kuramsal ve uygulamalı yanları olan geniş bir tıp alanıdır. Bu kitapta klinik psikiyatri için gerekli temel ve uygulamalı bilgilere ağırlık vermeye özünde insanı biyolojik, psikolojik, toplumsal yönleriyle bir bütün olarak ele alan biyopsikossosyal tıp görüşlerine bağlı kalınmaya çalışılmıştır. Kitabı yalın ve öz tutmak amacı ile uzun kuramsal açıklamalardan ve tartışmalardan elden geldiğince kaçınılmıştır. Bu kitap ülkemizde 1988’den beri tıp fakültelerinin, psikiyatri, psikoloji eğitim ve kurumlarının çoğunda en sık başvurulan kaynaklardan biri olmuştur. Dili, yalınlığı ve içeriği ile sayısı hızla artan psikiyatri asistanlarının, uzmanlarının önemli bir kitabı olmuştur. Birinci yüzyılda yaşamış Romalı şair Lucretius, Dünya’dakiler dışında başka canlıların yaşayıp yaşamadığı konusunda şövle yazıyordu: “Evrenin başka bölgelerinde başka dünyaların da olduğunu kabul etmeliyiz. Bu dünyalarda farklı insan ve farklı hayvan ırkları yaşıyor olabilir.” Son 2030 yıldır NASA’nın Kepler uzay teleskopu gibi gezegen avcıları sayesinde Lucretius’un ilk cümlesi artık kabul görüyor. Güneş Sistemi’nin dışında halihazırda yaklaşık 5000 kuşkulu gezegen tespit edilmiş. Ve gezegenleri besleyen yıldızların bir istisna değil, kural olduğu görülüyor. Yalnızca bizim galaksimizdeki yüzlerce milyar yıldızın bulunması bile,aklın almayacağı kadar dünyanın varolduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla Lucretius’un ikinci cümlesinin da doğruluğunun onaylanması için yaşam işaretlerinin bulunmasına az kalmış olabilir. Bunun kesin olup olmadığını bilmiyoruz. Bu tür soruları sorabilecek yetenekte organizmaların Dünya üzerinde milyarlarca yıllık bir evrim sürecinden geçtikten sonra ortaya çıktığını göz önüne aldığımız zaman, diğer yaşamların, eğer varsa, bildiğimiz yaşamdan farklı bir şey olması gerekiyor. NASA’nın Ames Araştırma Merkezi’nden Jeffrey Scargle, ET (extraterrestrialdünya dışından gelen, dünya dışı) peşinde koşanların en büyük ikilemini şöyle açıklıyor; “Bir kere bu konuda hiçbir varsayımda bulunmamalısınız. Eğer bazı varsayımlarla yola çıkarsanız gözünüzün önünde olan pek çok şeyi gözden kaçırırsınız.” Dolayısıyla dünya dışı bir yaşam, karbonkökenli olabilir ve enerjisini fotosentez benzeri bir süreç ile yıldızlardan alıyor olabilir. Veya tümüyle farklı bir şekilde çalışıyor olabilir. Bu durumda atmosferin çok uzaklarında karbontabanlı bir yaşam arayışlarına girmek abesle iştigal olarak değerlendirilebilir. Daha doğru bir yaklaşım, ileri uygarlıklardan gelen benzer sorgulayıcı sinyallerin peşine düşmektir. Scargle, “Herhangi bir akıllı uygarlık varlığını belli etmek için işaret gönderiyor olabilir. Böyle bir şey beklemek son derece normaldir” diyor. Bu nedenle Scargle, Kepler verilerini “yıldız gıdıklaması” olarak nitelendirilebilecek işaretler açısından inceliyor. Yıldızın ışığında bir değişikliğin ortaya çıkması “gıdıklanma” olarak değerlendiriliyor. Bu, uzaylılar tarafından işaret göndermek amacıyla yapılmış olabilir. Scargle’ın meslektaşı Lucianne Walkowicz ise bir radyo sinyalinin gelmesini bile beklemenin gereksiz olduğunu düşünüyor. Walkowicz, “Dünya geliştikçe sessizleşiyor. Kaldı ki Samanyolu’nun diğer ucundan 10.000 ışık yılı ötedeki bir uygarlıktan dönüştürülemeyen bir sinyal alsak ne olacak? Bu sinyal bize 10.000 yıl öncesi ile ilgili bilgi verecek. Bu da insan uygarlığı ölçeğinde çok uzun bir süre demektir” diyor. Bu durumda kozmosun her tarafı sinyallerden geçilmiyor olsa bile, bizler yine yalnızlığımıza gömüleceğiz... Reyhan Oksay New Scientist, 13 Aralık 2014 13. KAVRAM: UZAYLILAR Uzaylılar bize benzemek zorunda değil