17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Son Araştırmalardan CBT 1463/3 Nisan 2015 Dünya akut su kıtlığı yaşayabilir İçme suyunun israf edilmesi Birlemiş Milletler Organizasyonu’na (BM) göre tehdit edici boyutlara ulaştı. Gerçi dünya nüfusunun ihtiyacını karşılayacak yeterli miktarda su var fakat, kullanımda ve kaynakların paylaşılmasında değişikliklerin yapılması gerekir. Reformlar yapılmadığı taktirde, özellikle de sıcak ve kurak bir iklime sahip ülkelerde içme suyu kıtlığı tehlikesi var. 2030 yılında içme suyu ihtiyacı ve yeraltı su kaynaklarının yenilenmesi arasındaki fark yüzde 40’a kadar çıkabilir. Şu sıralar 7,3 milyar olan dünya nüfusunun 2050 yılına dek 9,1 milyara çıkacak olması en önemli problemlerden biri. O tarihlerde su ihtiyacı dünya genelinde yüzde 55 oranında artacak, özellikle de günümüzdeki su tüketimindekii yüzde 70’lik bir paya sahip tarım yüzünden. Buna ilave olarak da iklim değişimi ve kentleşme geliyor. Ayrıca tarım/böcek ilacı, endüstriyel üretim veya arıtılmamış atık su gibi faktörlerin de suyun kirlenmesinde önemli bir rol oynamakta. Dünya nüfusunun yarısından fazlası içme suyunu yeraltı su kaynaklarından sağlıyor. Bu değerli kaynakların yüzde 20’si ise aşırı kullanım yüzünden tehdit altında. Günümüzde 748 milyon kişi temiz içme suyundan mahrum. 2.5 milyon insan ise kanalizasyonsuz yerleşim yerlerinde yaşıyor. canlıların en olası varyantları olarak kabul edilir. İster kurak çöller, ister buzullar veya kurumuş tuz gölleri olsun mikropların yaşamayacağı bir ortam yok gibi. Astronom, eğer aynı bakteriler dünyamız dışında da yaşıyorlarsa o zaman renklerine göre onları bulabiliriz diyor. Mesela bir gezegende örneğin yosun varsa, ışığın yeşil kısmını yansıtır. Bu da ışık yılı uzaklıktaki gökcisimlerinin bulunacağına dair bir sinyal olabilir. Gerçi bu kadar uzaktaki bir gökcismi dünyadan sadece zayıf bir ışık noktası gibi görünür, ama renklerine ayrılabildiği gibi üzerindeki organizmalar hakkında bilgi de verebilir. Yosunlarla kaplı olan ve büyük bir kısmı sudan oluşan bir gezegen en basit senaryo olurdu, yüzeyi dünyamıza çok benzerdi.. Peki ama organizmaların bileşimleri tamamen farklı olduğunda hangi ışık yansırdı? Bu sorunun yanıtını bulmaya çalışan araştırmacılar dünyanın çeşitli yerlerindeki çöl, buzul vb uç koşullar sergileyen ve “normal” bölgelerden 137 örnek toplamış. Deney kapları her yönden ışınlanırken, aynı zamanda organizmadan geri yansıtılan ışık ölçülmüş. Bu şekilde 137 örnekteki renk skalasını gösteren bir katalog elde edildi. Uzayda ikiz araştırması başlıyor Amerikan uzay ajansı NASA eşsiz bir araştırmayla, uzayda uzun süre yaşamanın insanlar üzerindeki etkisini kontrol etmek istiyor. Araştırmanın odağında ise ikizler var: Astronot Scott Kelly bir yıl Uluslararası Uzay İstasyonu’nda yaşamaya hazırlanırken, ikiz kardeşi Mark dünyada kaldı. Scott Kelly 27 Mart günü Kazakistan’daki Baikonur uzay istasyonundan Rus Michail Kornijenko ile uzaya gönderildi. Uzun uzay yolculuklarının insan üzerindeki etkisi öğrenilecek. Bu bilgi örneğin gelecekteki Mars yolculukları için önem taşımakta, bu yolculuklar bir yıldan uzun sürecek. Hemen hemen aynı genetiğe sahip Scott ve Mark, NASA’ya eşsiz bir şans tanıyorlar. İkisi arasında herhangi iki erkek arasında olduğundan daha az değişken bulunduğu için verilerdeki farklara göre uzaydaki yaşamın etkisiyle ilgili daha iyi sonuçlar alınacak. Genel analizler dışında, 51 yaşındaki ikizlere yönelik incelemeler de var. Özellikle de yüksek dozda ışının kas ve kemik kaybı ve zayıflamış bağışıklık sistemi gibi sorunlar yaratıp yaratmayacağı incelenecek. Ayrıca gözlerle ilgili sorunlar da ortaya çıkabileceği düşünülüyor. Kalıtım üzerinde incelemeler yapılırken de örneğin Scott’un DNA’sının daha hızlı yaşlanıp yaşlanmayacağı veya kansere neden olabilecek değişimlerin ortaya çıkıp çıkmayacağı kontrol edilecek. İkizlerin bağışıklık sistemi için yapılacak bir aşının etkisi de araştırılacak. bilinmiyordu. Avusturyalı biyofizikçiler şimdi özel bazı aminoasitlerin, akış miktarını belirledi. Aquaporinler, hücre duvarından ve zardan, hücreye su taşıyan kanallardır. Bunlar kısmen o kadar darlar ki içlerinden sadece su molekülleri geçebiliyor. Hücre duvarlı tüm canlılar bu su ileten proteinlere sahiptir. İnsanda on üç farklı aquaporin bilinmekte. Aquaproinleri, çapları hep aynı kalan borular değil, bazı yerleri genişken, bazı yerleri sadece 3 Angström (bir Angström, milimetrenin milyarda biri) genişliğinde. Bu dar geçitleri su molekülleri çok yavaş aşabiliyor. Buralardan geçerken, dönüyor ve termik hareketin yardımıyla kanal duvarından kayıyorlar. Biyofizikçiler kurdukları deneyde her su kanalındaki akış miktarını hesapladı. Böylece akış miktarının, dar bölgelerdeki belli başlı aminoasit oranına bağlı olduğu görüldü. Bunlar hidrojen köprüsüne bağlanan aminoasitler. Bilim insanları yeni bilgiler ışığında gelecekte suyu en etkili şekilde filtre eden aquaporin zarları üretebilmeyi umuyorlar. Su, hücrelerden ne şekilde akıyor? Bugüne dek hücrelerdeki belli başlı protein kanallarından suyun ne şekilde aktığı Uluslararası bir ekip, dokunun gerginliğinden sorumlu olan bir gen saptadı. Balıklardaki ve insandaki hücre topluluklarındaki YAP genindeki mutasyon (değişim), dokudaki gerginliğin azalmasına ve deforme Dokuyu gergin tutan gen belirlendi Uzaydaki yabancıların renkleri En tuhaf görünümlü hayvanların gizi çözüldü Su aygırı kafasına sahip bir gergedan ve deveye benzeyen hortumlu bir canlı: Soyları tükenen iki hayvan türü böyle görünüyordu. Sonunda bu tuhaf hayvanların soyağaçları çizildi. Anlaşıldığı üzere bunlar atlar, gergedanlar ve tapirlerle yakın akrabalar. Bilim insanları on yıl boyunca Charles Darwin’in tanımlamasıyla “gelmiş geçmiş en tuhaf hayvanlar” ile ilgili evrim bilmecesini çözmeye çalışıyordu. Şimdi soyları tükenmiş bu toynaklıları memelilerin soyağacına sınıflandırdı. Su aygırı kafasına sahip gergedan olan Toxodon ve devemsi bir canlı olan Macrauchenia fillerle değil, atlarla, gergedanlarla ve tapirlerle yakın akrabalar. Londra Doğa Bilimleri Müzesi’nden Ian Barnes ile çalışan ekip, fosil kemiklerden elde edilen kolajeni analiz etti. Güney Amerika’daki toynaklılar Paleosen’den itibaren yani yaklaşık 60 milyon yıl önce günümüzde soyları tükenmiş olan memelilerin çok zengin bir grubunu oluşturuyordu. Bu hayvanlar Güney Amerika’da yaşıyordu. “Günümüzdeki Güney Amerika’daki memeliler dünyası, bu kıtadaki gelişmeyle çok az ilişkilidir” diyor Bonn Üniversitesi’nden Thomas Martin. “Buranın karakteristik hayvanları olarak bilinen vikunya ve lamalar genç göçmenlerdir. Faunaya milyonlarca yıl boyu “tuhaf toynaklılar” (notoungulates) hakimdi.” Tuhaf toynaklılar, Güney Amerika’daki toynaklıların beş alt grubundan birini temsil ediyor. Bu gruba örneğin iki ton ağırlığında olduğu sanılan Toxodon da dahil. Litopterna alt grubuna ise Macrauchenia gibi devemsi memeliler giriyor. Charles Darwin de Güney Amerika’da Macrauchenia ve Toxodon’a ait kemikler bulmuş ve bunları “gelmiş geçmiş en tuhaf hayvanlar” olarak tanımlamıştı. Güney Amerika’daki toynaklıların birkaç milyon yıl önce niçin tükendikleri hala tam olarak bilinmiyor diyor paleontolog Martin. Ayrıca Toxodon ve Macrauchenia gibi Güney Amerikan toynaklılarının atlarla ve gergedanlarla mı yoksa fillerin de dahil olduğu Afrotheria ile akraba mı oldukları uzun bir süredir tartışılıyordu. Bu konuda ne morfolojik çalışmalar ne de kalıtım araştırmaları başarılı olamadı. Martin’in açıklamasına göre bunun nedeni eski fosillerdeki genetik bilgilerin doğal radyasyonla bozulmuş olması. Barnes ve ekibi bu yüzden 48 Toxodon ve Macrauchenia kemiğinden alınan kolajeni incelemiş. Kolajen bedenin kemik veya bağdokusu gibi çeşitli dokularında bulunan bir yapı proteinidir. Ve DNA ve diğer proteinlerden çok daha yavaş bozulur. İlkel hayvanların kolajenini günümüzdeki memelilerinkiyle karşılaştırınca, Toxodon ve Macrauchenia’nın günümüzdeki tek toynaklılarla yakın akraba olduklarını görüldü. Tek toynaklılara at ve gergedan gibi hayvanlar da dahildir. Yaşam renklidir ve bu sadece tropikal kuşlar ve mercan resiflerindeki canlılar için de geçerli değildir. Mikroskobik boyuttaki tek hücrelilerin de farklı renk pigmentleri var ve bu açık yeşilden, sarıya ve parlak kırmızıya kadar uzanır. Cornell Üniversitesi astronomu Lisa Kaltenegger, bu durumun dünya dışı yaşam arayışında da dikkate alınması gerektiğini söylüyor. Kısa bir süre önce yayımlanan çalışması için dünyadaki en küçük canlıların renk cetveli sistematik olarak araştırmış. Çünkü basit, tek hücreli organizmalar dünya dışı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle