26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DOĞAN KUBAN BOZKURT GÜVENÇ Az mı, Çok mu? Bu soru çağdaş insanı uyutan Batı kökenli ‘sürekli büyüme’ hayalini irdelemeği amaçlıyor. Batı uygarlığı dediğimiz ve bugün, dünyanın her köşesinde, rejimi ne olursa olsun, borsası, bankası, büyük küresel şirketleri, sözde demokrasisi ile sermayeyi ayakta tutmaya çalışan, hatta savaşlar düzenleyen bir dünya düzeninin yalana oturan söylemini sorguluyor. Dünyanın 1/7’si resmen aç. Fakat Amerika’da, Türkiye’de, Çin’de, Hint’te, Brezilya’da, gelişmiş, gelişmemiş her ülkede, sanki mutlu bir geleceğe yelken açmışız gibi bir yalan gelecek reklamı var. Model ülke Amerika’da 50 milyon işsize yemek karnesi veriliyor. Komünist Çin’de aç ya da işsiz sayısını zaten öğrenemezsiniz? Türkiye’de güvenilecek istatistik yok! İşsizlik diz boyu. Boynu testere ile kesilen kadınların mutlu geleceği mi söz konusu olan? Az ve çok ikilem olması gerekmeyen bir eşitsizlik. Kimine az, kimine çok. Doğa da aynı. Büyük balık küçüğü yiyor. Eğer, çok eski ‘Doğayı izle!’ bir davranış ilkesi olarak kabul edilirse eşitsizlik doğaldır. Yin ve Yang , iyi kötü, güzel çirkin, şişman zayıf, güçlü güçsüz. Sonsuz karşıtlık belki de evrenin yaşamı. Quantum kuramındaki gibi bazı şeylerin kesinleşememesine bağlı. Termodinamiğin ikinci yasası olan entropi de öyle. Entropi arttıkça kaos da artıyor. Bu ölüm, yok olma ile sonlanıyor. Evrendeki kara delik gibi. Burada insan aklı araya giriyor. Karşıtlık doğal. Fakat bir denge olmazsa sonu kaos oluyor. Bu denge ‘Hep bana, hep bana!’, ya da ‘Daha çok, daha çok!’ diyerek gerçekleşmeyecek. Sınırlı dünyada insan nüfusu sınırsız artamaz. Bu, açlık, küresel ısınma, savaş, cinayet, eşitsizlik ve dengesizlik demek. Öyleyse uygar ülkeler(?) gerçekleri insanlardan saklamak için bin bir yalan neden uyduruyorlar? Teknoloji bu kadar ilerledi için mi aç sayısı artıyor? İnsanlar, hayvan ve bitki yaşamının eşitliğine ulaşamadılar Dünya daha zengin olmadı. Dünya sınırlı. İnsan nüfusunun artışı ve aç gözlülüğü sınırsız. Bu yalan propagandanın en ilginç araçlarından biri insan başına yıllık gelir rakamlarıdır. Suudi Arabistan’ın adam başına geliri 23.000 dolarmış. Borsada insan soyanlardan, para ticareti yapanlardan başka kimseyi ilgilendirmeyen ve hiçbir gerçeği yansıtmayan bir yalandır. Suudi kralı ile Mısır kökenli işçinin geliri, haşmetli iş adamı ile maden işçisinin adam başına yıllık geliri aynı mı? Bu listeler koca bir yalanı resmileştiren belgeler. Bankada doları olan dışında, TL/$ paritesinin anlamını, sürekli enflasyon kazığı yiyen sokaktaki adam anlamaz. Uygarlığın bir anlamı olacaksa, eşitsizliği insanların farkına vardıkları ölçüde azaltmaktan başlamalı. Eşitsizlik doğuştan, sömürü doğuştan değil. Bu çarpıklık doğa kurallarına aykırı. Batı uygarlığı denilen şey otomobil, uçak, füze, buz dolabı değil. İnsana saygı, açlığı, barınaksızlığı doğa ve insan tehdidini ortadan kaldırmak amacı içermeli. Halkın ortak aklı biraz sağduyudur. Fakat daha çok aç gözlülüktür. Az sefalet, çok hırsızlık olduğu zaman dünya dengesi yitirilir. Kişi katında sömürü, devletler katında emperyalizm başlar. Sömürü ve emperyalizmi sürdürmenin yolu, bütün dünyanın da uyguladığı gibi, neokapitalizm’dir. Az ve çok, varlık ve yokluk kavgasının önsözüdür. Çinli bunu ilk söyleyen ve adlandıran. Ahlaki sınırlar içinde bir eşitsizlik kabul edilebilir. Bu denge uygarlık bilgelerinin söylemlerinde var. İnsanların farkına varmaları gereken şey, eşitsizliğin hangi yanında kalırsa kalsınlar, aç ve barınaksız kalmamaktır. Denge işareti budur. Az ile Çok Meslektaşım ve 70 yıllık sınıf arkadaşım Doğan Kuban‘ın önerisiyle az rastlanan bir denemeye girişiyoruz. Gelip geçen olaylar ve dirençli sorunlar üzerindeki kişisel görüşlerimiz CBT’de yan yana yayımlanacak. Dilimizde, sıfat, zarf, isim ve fiil olabilen az ile çok sözcüklerine nesnel bir varlık kazandırmaya çalışıyorum, neye göre ya da ne kadar az veya çok? Sanatçı Rodin, “Düşünen Adam” ın sırrını açıklamış: “Fazlaları attım, o kaldı.” Sanata Giriş kaynaklarındaki çarpıcı ilkeyi hatırlarım, “Az çoktur!” Tam bir özdeşlik ya da eşitlik değilse bile az çok bir benzeşlik. Temel tasarım derslerinden mimari tasarıma geçerken hocalar aynı gerçeği yineler, biten projenize bir şeyler eklemeden önce çok fazlaları bulup azaltınız. Böylece ”azlık –çokluk”dan ”varlık yokluk” sorularına ulaşırız. Kıssalardan güzel dersler çıkar. “Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz”, “Adın ne Reşit, bir söyle iki işit,” vb. gibi. Macar ressamın kısa tanımı, “Bir nokta koymakla boşluk mekân olur!” Japon sanatçının gizemli noktayı soran öğrencisine, “Gel birlikte arayalım,” yanıtı ünlüdür. Varlık üzerinde düşünen Gandhi, “refah toplumu”na ve “sürdürülebilirlik” ikilemine şu çözümü önermişti: “Basit yaşa ki ötekiler de varolsun!” (MelekTezer Tuna’nın PP çevirisi). İktisatçı Galbraith de Refah Toplumu’na, ne kapitalizm ne de sosyalizm; paylaştıkça çoğalıp yaşayabilen “yeni bir dünya düzeni” önermişti. Ekonomide ilk yirmi, milli gelirde ilk elli, vergi adaletinde son elli’deyiz. 200 üniversitemizden hiçbiri ilk yüze giremiyor.. Beş mezundan biri işsiz. Azlar ve çoklar iskelesinde –yoksa skalasında mı demeliydim?– bazı nitelikler çoğu niceliklerden sanki daha öne çıkıyor. Beyaz Zambaklar Ülkesi Finlandiya AB içinde en yüksek ortalama zekâya sahip . Evrim kuramının “En iyi uyum sağlayanın hayatta kaldığı” ilkesi, kültür tarihinde yerini, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ülküsüne bırakmıştır. Mülkün temeli adalet, güçlülerle güçsüzler dengesini yeniden kurmaya çalışıyor. Bu anlamda demokrasi, sandıktan çıkan çoğunluk değil; azınlık haklarını koruyan ve ötekileştirmeyen bir barış kültürüdür. Yalnız iletişim tekniği değil, geçmişten geleceğe bir varlık ve değişim bilinci kazandıran eğitim, çağımızın çok tartışılan sorunudur. Yaygın değerleri belleten değil sorgulayan, az şeyleri çok nedenlere bağlayan, cinsiyetlerinin eşitliğine dayanan karmaşık süreç, ana dili ve temel kişilik eğitimiyle başlıyor, hayat boyu sürüyor. Körfez köprüsünde intihar eden Japon mühendisin davranışını merak eden genç sordu: Mesleki hatasını hayatıyla ödeyen sorumlu bir kişiye ceza mı vermeli yoksa ödül mü? “Kişiyi nasıl bilirsin? ”sorusuna çoğumuz, ‘kendin gibi” deriz. Oysa, kendini nasıl bilirsin sorusunun yanıtı çok tartışmalıdır. Bu yüzden, “kendini bil’mek”, felsefede en yüce erdem sayılmıştır. “Ben ötekiyim” diyen Kartacalı bilinen tek bilgedir. Kitaplı dinlerde “EGO ötekilere karşı”dır. Yunus da sorgulamıştı, “Sen kendini bil’mezsen bu nasıl ilimdir.” Osmanlıca’da, “kendini bil’mezlik” çok ağır bir hakaret sayılırdı. H.A. Yücel, eğitimin amacı, ‘kimliğini [kendini] bil’mektir” diye noktalamıştı soruyu. Atalarımızın, “Kişi kusurunu bilmek kadar irfan olamaz” özdeyişi, bu görüşlerden çoğunu kapsıyor. Zamanım çok ama CBT mekânı kısıtlı. Einstein, zaman mekân ikilisi yerine, ‘ZamanMekân” birliğini önermişti. Çağımızın varlık sorunu, tarihi “Birlik içinde çeşitlilik, çeşitlilik içinde birlik” gibi görünüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle