17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Şiddetin Anatomisi4 ŞİDDETİN KAYNAĞI CBT 1461/20 Mart 2015 3 Katı ahlaki değerler ve yargılar şiddeti besliyor Tüm kültürlerde ve tarih boyunca adam öldürme ve yaralamanın altında tek bir güdü vardır. O da saldırganın o anda en doğru şeyi yaptığını düşünmesi ve ahlâki açıdan bunu yapmaya kendisini mecbur hissetmesidir. Şiddetin kaynağı ahlaki çöküş değildir. Tam tersi katı ahlak kurallarının kıskacındaki bireyin adaleti kendi yöntemleriyle sağlama eğilimidir. Los Angeles’teki Kaliforniya Üniversitesi’nden antropolog Alan Page Fiske ve Northwestern Üniversitesi’nden psikolog Tage Shakti Rai, birlikte kaleme aldıkları “Erdemli Şiddet” isimli kitaplarında şiddeti katı ahlaki kuralların yarattığını söylüyor. Rai’ye göre insanları sosyal ilişkilerinde şiddete iten en önemli neden en doğru şeyi yaptıklarına inanmaları ve ahlaki açıdan buna kendilerini mecbur hissetmeleridir. İnsanlar niçin birbirine zarar verir? rasgele saldırmazlar; ancak ahlâki açıdan doğru olanı yaptıklarına inandıkları zaman böyle davranırlar. Şiddet ahlâkın çöküşü değil; katı ahlâki değer ve yargıların dışa vurumudur. İnsanların ahlâki güdülerin etkisi altında diğerlerini öldürdükleri ve yaraladıkları iddiası çelişkili bir önerme gibi görünebilir. Bu çelişkinin nedeni Batı’daki yaygın ahlâk anlayışı ile ilgilidir. Batılılar için ahlâk başkalarına zarar vermemek ve incitmemek anlamına gelir. Bu duruş ne kadar övgüyü hak etse de, bilim insanları bunun saldırgan davranışları yöneten ahlâki psikolojiyi perdelemesine izin vermeyeceklerini söylüyor mek dünya genelinde pek çok insanın yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Örneğin bir derneğe üyelik ritüellerinde acı çektirme geleneğinin amacı, kurum içindeki bağları kuvvetlendirmektir; üyelerin canlarını bile verecek kadar birbirlerine bağlanmasını sağlar. Benzer şekilde Kızılderililerin kendi vücutlarına uyguladıkları vahşice işkenceler, savaş zamanında kendilerine güç veren koruyucu ruhlarla aralarında sağlam bir bağ oluşturma amacını güder. Bir anne çocuklarını korumak için saldırganı etkisiz hale getirmeye çalıştığı zaman, itici güç çocuklarına duyduğu sevgidir. Benzer şekilde askerler genellikle arkadaşlarını korumak için öldürür. Bazı şiddet eylemlerinde ise gerekçe cezalandırmaktır. Örneğin bir katili idam etmek, bombalayanları bombalamak gibi.. Bunlar bir görüşe göre adaletin sağlanmasıdır, göze göz, dişe diş mantığı burada geçerlidir . Her insanın kendi onurunu korumakla yükümlü tutulduğu ilkel toplumlarda, bir erkek eşini veya annesini taciz eden kişileri cezalandırmaya mecburdur. R İlişkilerde 7 Yıl Kaşıntısının Biyolojik Temeli Var mı? Niçin birbirini yaralar veya öldürür? Yaygın görüşe göre insanların şiddete yönelmelerinin başlıca nedenleri şöyle sıralanabilir: • Doğru ve yanlışı ayırt edememe • Özdenetimi yitirme • Kurbanıyla empati kuramama • Başkalarının acı çekmesinden sadistçe zevk alma • Kişisel çıkarları gözetme Oysa bunların hepsi görünürdeki nedenlerdir; tüm kültürlerde ve tarih boyunca adam öldürme ve yaralamanın altında tek bir güdü vardır. O da saldırganın o anda en doğru şeyi yaptığını düşünmesi ve ahlâki açıdan bunu yapmaya kendisini mecbur hissetmesidir. Dolayısıyla bu yazıda “ahlâk” kavramı, suçu işleyenin bakış açısından ele alınmakta. Ancak unutulmamalı ki şiddetin ahlâki güdülerin etkisi altında yaşama geçirilmesi, şiddeti haklı çıkartma amacı taşımıyor. Yalnızca suçu işleyen kişinin duygularını, değer yargılarını ve güdülerini açıklamaya yarıyor. Bilimsel açıdan şiddet ne kadar kabul edilemez ve anlamsız olursa olsun, insanları şiddete iten nedenler zamana ve kültürlere bağlı olarak çeşitlilik gösterir. Ancak şiddetin aynı zamanda toplumsal ilişkileri yaratan, sürdürülmesini sağlayan ve bir terslik olduğunda düzene sokan bir işlevi de vardır. Her insanın ahlâki psikolojisi, özünde barışçıl ve zarar vermemeye yönelik değildir. Kısaca ahlak ilişkilerin düzenlenmesi ile ilgilidir ve şiddet de bunun için çok güçlü bir araçtır. KİMİN AHLÂKI? Öz denetimin yitirilmesi, empati yoksunluğu, kurbanı insan gibi görmemek, kişisel çıkarlar şiddete yönelimi kolaylaştırır, fakat bunların hiçbiri şiddet içeren eylemlerin altındaki gerçek güdü değildir. İnsanlar saldırıya geçtikleri zaman, ŞİDDETİN KAYNAĞI AHLÂKİ KAYGILAR Yetişkinler büyük bir olasılıkla çocuklarının iyiliğini düşündükleri için dayak atarlar. Çocuklarını dövmekten nefret etseler dahi, ahlâklı bireyler olmaları için bunu yapmaya kendilerini mecbur hissederler. Kaldı ki kendileri de ebeveynlerinden dayak yemişlerdir. Daha geniş açıdan bakıldığında şiddet bile bile acı vermek, eziyet etmek, korku yaratmak, yaralamak, öldür İTİCİ GÜÇ SEVGİ Batılı toplumların yasal sistemleri, yanlış olduğunu bile bile suç işleyen insanların suçlu sayılması ve cezalandırılması temeline dayanır. Peki, kendi ahlaki pusulalarının etkisi altındaki insan, yaptıklarının doğru olduğuna inanırsa ne olur? Şiddeti azaltmayı istiyorsak yalnızca cezaları arttırmak çözüm olmaz. Çünkü insanlar, haklı olduklarına inanıyorlarsa, sonuçları ne olursa olsun kafalarına koyduklarını yapmaktan çekinmezler. Bu koşullarda insanlara şiddetten uzak durmalarını, kurbanla empati kurmalarını istemek pek bir işe yaramaz, çünkü saldırgan kurbanın şiddeti hak ettiğine inanmaktadır ve kurbanın çektiği acının kendi acısını az da olsa hafifleteceğini düşünmektedir. Bütün bunların yerine, potansiyel saldırganı ilişkileri yoluna koyması için şiddetten uzak tutacak yeni yollar bulması için ikna etmek daha doğrudur. Ayrıca şiddet içeren eylemlerinden dolayı yakınlarının da zarar göreceğini saldırganın anlamasını sağlamak da önemlidir. Aile üyeleri, arkadaşlar ve toplum liderleri, potansiyel saldırganın uyguladığı şiddete tahammül etmek zorunda olmadıklarını açıkça belirtmelidir. İnsanların şiddete ilişkin inançlarını ve güdülerini değiştirmek zaman alır, ancak bu pek çok kültürel değişiklik içinde de geçerlidir. Batıda eskiden çocuklara yönelik ilkel ve acımasız cezalandırma yöntemleri çok yaygındı, ancak artık bunlar çocuk tacizi olarak değerlendiriliyor. Benzer şekilde aile içindeki şiddet de giderek toplumda büyük tepki yaratıyor ve kadına şiddeti görmezden gelme alışkanlığı giderek yok oluyor. Derleyen: Reyhan Oksay New Scientist, 29 Kasım 2014 ÇÖZÜM utgers Üniversitesi dirimsel insanbilim uzmanlarından ve Anatomy of Love: The Natural History of Monogamy, Adultery and Divorce (Aşkın Anatomisi: Tekeşlilik, Aldatma ve Boşanmanın Doğal Tarihi) başlıklı kitabın yazarı Helen Fisher birkaç yıl önce başlattığı bir proje kapsamında öncelikle ilişkilerde yedi yıllık kaşıntının gerçekte var olup olmadığını araştırdı. Çalışmasına evlilikle ilgili dünya çapında verileri gözden geçirerek başlayan Fisher evliliklerin sürmesi bağlamında ortalama değerin 7 yıl olmasına karşın, boşanan çiftlerin büyük bir çoğunluğunun birlikteliklerinin yaklaşık 4. yılında yollarını ayırdıklarına tanık oldu (tepe değeri). Fisher, ayrıca, boşanmaların çoğunlukla çiftlerin üretkenlik ve anababalık açısından doruk noktaya ulaştıkları bir dönemde erkeklerde 2529, kadınlarda da 2024 ve 2529 yaşları arasında yaşandığını da ortaya koydu. Elde ettiği bu bulgulara bir açıklama getirmek amacıyla kuşlar ve memelilerde çiftlerin birbirlerine bağlanma düzenlerini araştırmaya koyulan Fisher, memelilerin yalnızca yüzde 3 kadarının yavrularını yetiştirmek için tekeşli bir ilişkiye girdiklerini, buna karşılık kuş türlerinin yaklaşık yüzde 90’ının ekipler oluşturup birlikte çalıştıklarını gördü. Bunun nedeni kuluçkaya oturan kuşun bu süre boyunca bir eş tarafından beslenmemesi durumunda açlıktan ölmesiydi. Aynı durum çok az sayıda memeli türü için de geçerliydi. Dişi tilkiyi ele alalım. Dişi tilki, sütü yetersiz olduğundan ve yavrusunu sürekli emzirmek zorunda kaldığından, bu süreç içinde beslenebilmek için bir eşe gereksinim duyar. Ancak olayın püf noktası şu: Kimi kuş ve memeli türleri yaşam boyu sürecek bir bağ oluşturmalarına karşın, çoğu zaman yavrularını yetiştirip büyütünceye dek birlikte kalırlar. Yavru nar bülbülleri yuvadan uçtuklarında, ya da olgunlaşmakta olan tilkiler inlerini son kez terk ettiklerinde ana babaları da yollarını ayırıyorlar. İnsanlar da bu doğal yaşam sürecinin izlerini taşıyor. Daha çağdaş avcıtoplayıcı toplumlarda kadınlar yaklaşık dört yıl arayla doğum yapıyor. Dahası, bu toplumlarda çocuk yaklaşık dört yaşında sütten kesildiğinde çoğu zaman bir oyun grubuna katılıyor ve daha büyük kardeşleri ya da akrabalarının gözetimi altında yetişiyor. Bu çekirdek yapı mutsuz çiftlerin yollarını ayırmalarına ve başka çocuklar yapabilecekleri daha uygun bir eş bulmalarına olanak tanıyor. Gerçekten de, dizisel bağlılıklar atalarımızın yaşamlarını sürdürmeleri açısından yarar sağlamış olabilir, çünkü birden çok anababadan doğan çocuklar genetik açıdan daha çok farklılık gösterdikleri gibi, çok daha çeşitli becerilere de sahip olabilirler. Çağdaş insanlar arasında boşanmaların en çok birlikteliğin dördüncü yılında meydana gelmesi, atalarımızın en azından çocukların bebeklikten yürümeye başladıkları döneme dek birlikteliği sürdürme stratejisinin bir kalıntısı olabilir. Bu yüzden insanların birlikteliklerinde doğal bir zayıf nokta söz konusu olabilir. İnsanın doğasındaki bu duyarlılığın kavranması kişinin dört yıl kaşıntısına daha hazırlıklı olmasına ve belki de önüne geçmesine yardımcı olabilir. Rita Urgan, Scientific American Online DOĞANIN İNSANLARDAKİ İZLERİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle