Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yitirdiklerimiz CBT 1461/20 Mart 2015 15 GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner dr.m.cetiner@gmail.com “Oturmak” konusunda çok yazdım ama şimdi okuyacaklarınız bunun en uç örneği belki de. Hiç birimize yabancı değil, gelişen teknoloji, bilgisayar oyunları ve sosyal medya tutkusu çocuklarımızı her zaman olduğundan daha çok masa başında oturtuyor. Yakınlarımdan biliyorum, bazı aileler çocuklarını en temel gereksinimleri için bile bilgisayar başından kaldıramıyor. Hatta bu çocukların bir bölümü saatlerce hareketsiz ekran başında zaman geçiriyor, yemeklerini bilgisayar başında yiyor ve sadece bilgisayar ile konuşarak yaşıyorlar. Ama neredeyse buna da razıyız dedirtecek bir psikiyatrik hastalık var yeryüzünde, Japonlarda sık rastlanan bir hastalık, ismi Hikikomori. Sözcük Japonca “elini eteğini çekmek” anlamına geliyor. Türkçede belki de buna “inziva hastalığı” demek lazım. Bu hastalıkta kişi 6 aydan daha uzun süre temel gereksinimleri dışında kalan tüm zamanını odasında bilgisayar başında geçiriyor, hiç odasından çıkmıyor. Hastalık çoğunlukla ergenlik yaşında olan erkeklerde görülüyor. Hikikomori’nin tek nedeni bilgisayar değil, kişiler bilgisayar olmadan da kendilerini dış dünyadan tamamen yalıtabiliyorlar. Gündüz uyuyorlar, geceleri geç saatlere kadar oturuyorlar. Bu kişiler işe, okula gitmiyor, arkadaş edinmiyor, kariyer hırsları yok, eğitimlerini yarım bırakıyorlar, sosyalleşmek için zerre çaba harcamıyorlar. Peki neden Hikikomori Japonya’da görülüyor ? Bu sorunun iki yanıtı var. İlki Japon aile yapısıyla ilişkili. Japon aile yapısı oldukça kapalı ve bireyler birbirlerine yıllarca yardım ediyor ve bakabiliyorlar. Kimi Japon ailelerin Hikikomori hastalığı olan yakınlarına ömür boyu baktıkları biliniyor. İkinci neden ise Japonya’nın eğitim sistemi ve kültürü. Son derece yarışmacı bir eğitim sistemleri var. Rekabet çok ileri boyutlarda ve kimi gençler bu rekabete dayanamıyor ve bundan kaçabiliyorlar. Hikikomori bu kaçışın en uç noktası belki. Hastalığın erkeklerde çok sık olması da bundan. Çünkü Japonya’da erkeğe yüklenen “adam olmalısın” baskısı çok ağır. Japonya’da 1.000.000 üzerinde Hikikomori olduğu sanılıyor. Son yıllarda yapılan çalışmalar Hikikomori’nin sadece Japonya’ya özgü olmadığını ortaya koyuyor. ABD, İngiltere, Fransa ve Singapur başta olmak üzere bir çok başka ülkede de Hikikomori olgularına rastlandığı biliniyor. Sınav stresi, aşkta hayal kırıklığı, sonu kötü bitmiş ve travmatik ilişkiler, dışlanma, anne baba arasında yaşanan sorunlar, başarısızlık korkusu Hikikomori’nin gelişimine zemin hazırlıyor. Bu derde düşen kişiler genellikle çekingen, biraz asosyal ve uysal tipler oluyorlar. Sebepsiz utangaçlık, kendine güvensizlik, az konuşma gibi bulgular öne çıkabiliyor. Süreç kimi durumlarda “mutlak bir inziva” halini alabiliyor. Bu “inziva sever” kişilerin büyük bölümü orta sınıf iyi ailelerin çocukları, çünkü aileleri uzun yıllar bu çocuklara bakabiliyor. Oysa fakir aile çocukları daha erken yaşlarda hayata atılmak gereği duyduğundan “Hikikomori” olacak zaman bulamıyorlar. Bir diğer nokta bu derde yakalanmış kişilerin yaş ortalamasının artık 32’ye ulaşmış olması. Yani 30 yaşının üzerinde hiç bir şey yapmayan bir milyondan fazla insan, yani bir milyon üzerinde işsiz demek bu. Dahası var. Bu kişiler bazen çok saldırganlaşabiliyorlar. En tipik örneklerinden biri 2000 yılında Japonya’da yaşandı. Altı yaşında bir kız çocuğunu rehin alan, bir kadını öldüren ve dördünü de ağır yaralayan bir Hikikomori hastası ancak 200 polisin müdahalesi ile etkisiz hale getirilebildi. Bu gencin 3 yıldır odasından çıkmadığı, tüm zamanını TV izleyerek, bilgisayar oyunları oynayarak, internette gezinerek geçirdiği biliniyordu. Katil eylemi kendisini terk eden annesinden intikam almak için yaptığını söylemişti. Rekabetçi, acımasız dünya düzeni insanların başına daha ne çoraplar örecek bakalım? TÜRKİYE BİR ATATÜRKÇÜSÜNÜ VE BİR GENETİKÇİSİNİ YİTİRDİ Prof. Dr. Nihat Bozcuk’un ardından (23.02.2015) Gömülecek bir yer ararım sevdiğim Ara da beni bul! O zaman çıkmaz ki sesim derinden Duyacaksan şimdi duy (N. B. Ay Duldasında Işık Aramak, Palme, 2004) Hikikomori Prof. Dr. Ali Demirsoy demirsoy@hacettepe.edu.tr N ihat Bozcuk, olanakları kısıtlı bir kasaba ailesinin 6 çocuğundan biriydi. O doğduğu yıllarda (1941) Türkiye Cumhuriyeti eğitim kadrosunu güçlendirebilmek için elinden geleni yapıyordu. O aralar belli ki Nihat Bozcuk’un şansı yaver gitmiş olmalı ki, çalışkan ve zeki öğrencileri arayan birileri, farkına vararak onun öğretmen okuluna (önce Köy Enstitüsüne) girmesini sağladı. Atatürk Cumhuriyeti geleceğini akıllı, çalışkan ve eğitime gönül vermişlere bağlamıştı. Öğretmen okulunu derece ile bitiren Nihat Bozcuk, Ankara yüksek Öğretmen Okuluna alındı. Orada Türkiye’nin en yetenekli ve gözde hocaları tarafından eğitildi. Ankara Üniversitesi Tabii İlimler Bölümünü bitirdi (1963). Tüm bu sürecin giderleri devlet tarafından ödenmişti. Daha sonra Hacettepe üniversitesine eşiyle birlikte asistan oldular ve Milli Eğitim Bakanlığının 1416 nolu yasası ile İngiltere’de doktoralarını tamamladılar. Profesör olabilmek için eşiyle birlikte Malatya’ya gitti (1984); yedi yıl bu üniversitede çalıştı; orada ve daha sonra Hacettepe’de önemli yönetim kadrolarında bulundu. Aslında bu zümre Cumhuriyetin çocuklarıydı; ümitle beklediği çocuklardı. Onların çoğu iyi eğiticiler oldular; önemli unvanlar aldılar; ancak bir kısmı Nihat gibi cumhuriyetin askeri ve bekçisi oldu. O dönemlerin en parlak ve gelecek vaat eden bir alanında, genetik konusunda doktora yapmıştı. Dolayısıyla genetiğin Türkiye’deki öncülerinden sayılabilir ve yetiştirdiği çok sayıda öğrenci de bugün genetik konusunda üniversitelerimizde önemli yerlerde çalışmalarını sürdürmektedir. Prof. Dr. Nihat Bozcuk’un en önemli özelliği bu ülkenin kendisine verdiği ve harcadığı emeği hiç unutmaması, Genç Cumhuriyetin ilke ve devrimlerini savunmayı bir yaşam tarzı haline getirmesiydi. Bu amacını daha etkin bir şekilde gerçekleştirebilmek için Atatürkçü Düşünce Derneği’ne girmiş, aktif olarak çalışmış, başkan yardımcılığına kadar her kademede yer almıştı. Anadolu’nun çeşitli illerinde arkadaşları ile birlikte Atatürk Devrimlerini bıkmadan usanmadan anlatmış; zaman zaman önemli gazetelerde bu konuda yazılar yazmıştı. Ülkemiz için en büyük kayıp Atatürkçülük ve Cumhuriyet için ilkeli duruşlu birinin kaybıdır. Bir gün bu cumhuriyete gönül ve destek verenler diye bir şey yazılırsa, Bozcuk’un da adı orada yer alacaktır. Nihat Bozcuk’un diğer önemli bir derdi, Evrim Kuramını bu millete tanıtma ve öğretme idi. Çağırılan her yere üşenmeden gitti; gitmeyle kalmadı meslektaşlarını da sık sık yanında sürükledi. Çok önemli konuşmalar yaptı; yazdı, çizdi, beyanat lar verdi. Evrim deyince bu ülkede anımsanacak birkaç kişiden biri oldu. Bu ülkede bilimsel düşüncenin evrim düşüncesi ile birlikte yerleşeceğine inanan insanlardan biriydi. Hasta yatağında bile arayış içindeydi. Günlük yaşamında ve konuşmalarında hep yumuşak bir üslubu vardı. Bugüne kadar birine kızıp yüksek sesle sayıp sövdüğü görülmedi; söyleyeceklerini diplomat gibi söylerdi. Kendisi Darwin’in yaşamını ve kişisel çabalarını bu ülkede en iyi bilenlerden biriydi; bir annenin çocuğuna öykü anlatmasındaki yumuşaklık ile onları anlatırdı. Anlayacağınız kritik bir konuya yumuşak iniş yapmada çok başarılıydı. Nihat Bozcuk saraydan gelme değildi, geldiği yer belliydi, bir kasaba çocuğuydu. Ancak arkadaşları kendi aralarında konuşurken onu hep örnek göstermeleri ve ailece ilişkilerini sıkı tutmalarının en önemli nedeni, sosyal ilişkilerindeki güçlü yanı ve en önemlisi de bir numara olarak niteleyeceğim gerçek bir aile babası olmasıydı. Aslında Atatürk’ün işaret ettiği bir aile babasıydı. Onun en çok takdir edilen yanı, eşini her türlü sosyal faaliyete katması, eşinin olmadığı yerde bir lokmayı boğazından zor geçirmesi, “keşke Suna da olsaydı” demesi, bu toplumun belki de yüz yıl sonra ulaşacağı bir sosyal gelişmişlik düzeyini göstermesiydi. Uygar bir dünyadaki aile babası rolünü eksiksiz yerine getirmesi, sanki uygarlaşma Nihat Buzcuk, Ali Demirsoy ile birlikte için bu ülkenin ona ödediği bedeli geri ödemeydi. İyi bir arkadaşı, iyi bir bilim adamını, iyi bir Atatürkçüyü yitirdik; ama bence en önemli kaybımız, yetişen gençlere örnek gösterebileceğimiz bir aile yapısının pek de sık rastlanmayan bir mimarını yitirmiş olmamızdır. Prof. Dr. Nihat Bozcuk orta yaştaydı, ancak ihtiyar değildi. Hâlâ bu ülkenin esenliği için planları ve çabaları vardı. Öğretmen okullarının verdiği eğitim aşkı ve ülkeye hizmet ateşi hiç sönmemişti. Ölüm hepimizin er ya da geç yakasına yapışacaktır. Ancak yaşamında belirli bir yere gelmiş bir insan için en büyük ölüm, geriye bir şey bırakmadan, kısa zamanda unutulan ve arkasında “iyi ki onu tanımışım” diyen insanlar olmadığı zaman olur. Bu ülkede, Nihat Bozcuk, gerçek bir Atatürkçü olarak, genetiğin öncülerinden biri olarak, en çok da herkese örnek gösterilecek bir aile babası olarak anılacaktır.