Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1461/20 Mart 2015 TÜRKÇE İÇİN YAPILANLARENGELLEMELER Bilimi de dili de yapan insandır Prof. Dr. Mahir Ulusoy E. Öğretim üyesi, mahirulusoy@hotmail. com T ürkçe’nin, Arapça’nın, Osmanlıca’nın, İngilizce’nin ve diğer dillerin bilime yatkın olup olmadığı şu sıralarda tartışılan konulardan biri. Ne yazık ki, tartışmalar dillerin birinin diğerine üstünlüğünü kanıtlamak gibi bilimsel olmayan bir şekilde yürümektedir. Dilin yaşam koşulları, kültür ile ilişkisi, gelişim yasaları, başka dillerle etkileşimi dilbilimin konusudur. Hangi dilin düşünsel ve bilimsel etkinliklere daha yatkın olduğunu, dilbilim de dilbilimciler de söylemez ve böyle bir tartışmaya da girmezler. Çünkü tüm dillerin varlık nedenlerinden biri düşünsel etkinliktir. Dilin gelişme süreci 1870’li yıllarda bilimin konusu olmaya başladı. O zamana kadar dilbilimle* uğraşanların yöntemi, dilleri birbiriyle karşılaştırmak iken bu tarihten başlayarak dillerin yaşam koşulları, gelişme yasaları, tarih içinde birbirleriyle etkileşimleri incelemeye alındı. Bu süreçte ölmüş ya da yaşayan, ulaşılabilen dillerin tümü ele alınarak küresel dil yasalarına erişilmeye çalışıldı1. Dil, bilimin konusu olup dilbilgisi ve dizgesel gelişme kuralları yerine oturduktan sonra toplumun düşünsel yaşamına katkıda bulunabilir. Geliştirilemezse, gelişemeyen her şey gibi dil de tıkanır, verimsizleşir ve giderek ölür. Bütün büyük diller bilinçli bir çaba ile geliştirildi. Bu çabaların neredeyse hepsi dilin özleşmesi yani ulusallaşması yönündedir2. Bazı dillerde dil için yapılanlara birkaç örnek verelim: • M.Ö. 1. yüzyılda Cicero gibi ünlü Romalı yazarlar, Yunancaya karşı Latinceyi savundu. • 9. yüzyılda Abbasi halifesi Elmemun Bağdat’ta “Beytülhikme” adıyla bir akademi kurdurttu ve böylece, otuz kırk yıl içinde yetkin bir Arapçanın oluşturulmasını sağladı. • 14. yüzyılın başında Dante Latinceye karşı İtalyanca için; 16. yüzyılın başında Luther yine Latinceye karşı Almanca için uğraş verdi. Luther’in öğrencisi olan Agricola Fin yazın dilinin temelini attı. Aynı yıllarda eserler veren Shakespare’in İngilizceye katkısı yadsınamaz. • 1852 yılında Jacob ve Wilhelm Grimm kardeşler on altı ciltlik Büyük Almanca Sözlüğü yazmaya başladı 2. Türkçe için yapılanları da sıralayalım: • Kaşgarlı Mahmut Divanü LügatitTürk adlı eserinde (1074), Türkçenin güzel ve zengin bir dil olduğunu savundu. Bu eser 7500 kadar Türkçe kelime içermektedir. • Ali Şir Nevai (14411501), Muhakematü’l Lügateyn adlı eserinde Türkçeyi Farsça ve Hintçeden daha güzel ve zengin olduğunu savundu. • Karamanoğlu Mehmet Bey (1277) Türkçeyi Selçuklu topraklarında resmi dil ilan etti. • II. Murat (14211444) zamanında Kuran birkaç kez Türkçeye çevrildi. • Fatih Sultan Mehmet (14441481) zamanında da Kuran’ı Türkçeye çevirme çalışmaları sürdürüldü. • II. Bayezit (14811512) tarih kitaplarının Türkçe yazılmasını istedi. Bütün bu çabalar Türkçeye yeni terim ve sözcükler kazandırdı 3. Bazılarının savladığı gibi Türkçeye geçişin bir gecede olmadı. Anadolu eğitimsiz bırakıldığından, Türkçeyi öldüremedi. 1800’lü yıllar boyunca da Osmanlı toplumu içinde Osmanlıca, Farsça, Arapça, Fransızca seçeneklerine karşı Türkçe tartışması aynı çarpık zeminde sürdürüldü. Dilin önemini kavramış az sayıda devlet adamından biri olan M. K. Atatürk, dilbilimin bilim olma atılımının başladığı tarihe göre, hiç de geç sayılmayan bir tarihte**, Türkçenin özleşmesini sağlayacak, otoritesini bilimden alan Türk Dil Kurumu’nu kurdu. M.K. Atatürk’ün bu etkinliklerine, Kuranı Türkçeye çevirtme etkinliği de eklenmeli. Bu örneklerin dışında, Türkçe üzerine yapılan tartışmalar ne yazık ki, Selçuklulardan beri çarpık bir zeminde sürdürülmekte. Çünkü tartışmalar Türkçenin geliştirilmesi üzerine değil, deyim yerinde ise Türkçeye başka bir dil sokuşturmak şeklinde oldu. Yine de bin yıl süren bu çabalar, belli ki ÇARPIK TARTIŞMALAR Dilin sağlıklı gelişimi için otoritesini bilimsellikten alan bir kurumun varlığı, olmazsa olmaz koşuldur. Böyle bir kurumun yokluğunda bilinçsizce üretilen kelimeler ya da bilinçsizce var olan sözcüklere farklı anlam yüklemeleri olacağı için ülke Babil Kulesine döner, Dillerin bilime yatkın olup olmadığı ko DİL İÇİN BİLİMSEL OTORİTE ŞART nusuna dönersek, siyasetçi ve yöneticilerde bilim bilinci yok ise toplumun bilim toplumu olması, o toplumun yaşadığı ortamda bilimin de dilin de gelişmesi olası değil. Düşünün, 1580 yılında Takiyüddin’in rasathanesi, içindekilerle birlikte topa tutulduktan sonra, böyle bir ortamda bilim yapmaya hevesli kimse kalır mı? Osmanlı’da bilim yapılmadıysa, kabahat Osmanlıcadadır denebilir mi? Ya da Arabistan’da bugün bilim yapılmıyorsa, kabahat Arapçanındır denebilir mi? Ayrıca Arapça ile bilim de yapılDI, felsefe de. Bugün Arabistan’da bilim yapılmıyorsa, nedeni de ortamın bilim yapmaya uygun olmayışıdır. Son olarak vurgulamak isterim ki, bilimi yapan insandır, dil değil. Dili de geliştiren insandır, dil de bilimin konusudur. Yeter ki bilim yapmaya uygun ortam olsun. *Dilbilimi “linguistik” sözcüğü karşılığı olarak kullanılmıştır. Dilbilgisi ise “gramer” e karşılık gelir. **Dilbiliminin 1900’lü yılların başında Saussure ile başladığı kabul edilir. 1. Saussure, Ferdinand De; Dilbilim, Genel Dilbilim Dersleri; Çev: Berke Vardar; Multilingual, İstanbul, 1998. 2. Eroğul, Cem; Birey Nedir? Öz Türkçe Bir Marksist Yaklaşım Denemesi, Yordam Kitap, İstanbul, 2014, s. 329336. 3. Turan, Şerafettin; Özel, Sevgi; 75. Yılda Türkçenin ve Dil Devriminin Öyküsü, Dil Derneği, Nisan 2007, Ankara. s. 2935. Onursal doktora: Hak edenler mi alıyor? T Selim Seyhan selim.seyhan@gmail.com hedefi önemli ölçüde yerine getirildi. arihçe ve Önem: Tarih boyunca doktor ünvanı günümüzden ONURSAL DOKTORA Doktoraya karşılık onursal doktora, veya orijinal latince ismi farklı biçimlerde kullanılageldi. Latinceden türeyen ve “öğretmen, hoca” anlamına gelen bu sözcük, ortaçağda kilisenin ile “doctor honoris causa (Dr.h.c.)”, geleneksel şekli ile çeşitli bilim önde gelen din adamlarına verilen bir paye idi. Avrupa’da 12. ve sanat dallarında büyük başarı gösterip uluslararası ün yapan 13. yüzyıllarda ilk üniversitelerin açılmasından sonra buralarda kişilere, üniversite eğitimine ve sınava gerek olmadan üniversitenin senato kararı ile verilebilmekte. ders verme yetkisi olanlara da “doktor” denmeye başlandı. Genelde ünlü köklü üniversiteler onursal unvan vermek için Ancak o devirlerde böyle bir payeye sahip olabilbirbirleri ile yarışır; zira bu sayede kendi adlarını da bilim mek için bugün olduğu gibi tez hazırlamak, sınavdünyasında etkin bir şekilde duyurmuş olur. Bu unvanın lardan geçmek gibi, süreçler yoktu. 18. yüzyılın defalarca verildiği İsviçreZürih Üniversitesinin efsane ortalarından sonra ders verme yetkisi ve dokkimya profesörü Paul Karrer (18891971), bu bilim tor ünvanı birbirlerinden ayrıldı ve bu unvaadamlarının önde gelenlerindendir. Nobel mükafatlı nı alabilmek bazı koşullara bağlandı. Batı bu bilim insanına, on beşten fazla önemli üniversite üniversitelerinde doktor payesi, adayın, bu unvanı uygun gördü. Onursal doktora payesiLatince doktora tezi anlamına gelen “inaunin politik nedenlerle bazı siyasilere, hatta diktatörgural dissertation”unun kabul edilmesinden lere verilmesine rastlanmakta. Bunların en çarpıcı ve sözlü bir sınavın başarı ile geçilmesinolanlarına, parlak ve köklü bir üniversite tarihi olan den sonra verilir. Doktora tezi genel olarak Almanya’nın nasyonal sosyalist devresinde (1933orijinal bir bilimsel araştırmanın sonuçlarını 1945) rastlanır. İlginç bir örnek olarak, o zamanki kapsar. Bu unvan Batı üniversitelerinde adaya Frankfurt Üniversitesi ülkenin diktatör başkanı Adolf törenle verilir ve aday, ünvanın kendisine yükleHitler’e (18891945) bu unvanı vermeyi uygun bulmuş, diği görevleri yerine getireceğine yemin eder. Bütün saygın üniversitelerde çok uzun sü Kimya profesörü Paul Karrer ancak Hitler, üniversitenin daha sonra görevlerinden uzaklaştırılacak olan musevi profesörlerinden redir, ülkemizde de 1946’da çıkarılan 4936 (18891971) dolayı, bu unvanı red etmişti. sayılı Üniversiteler Kanunu ile, öğretim üyesi Bunun tersi bir olay da, gene politik nedenlerden olabilmek için doktora yapmış olma gerekliliği var. O zamanlar, doktoralı öğretim üyesi sayısındaki yetersizlikten dolayı verilmiş bir onursal doktora unvanının geri alınmasıydı ve dolayı, çok sayıda asistana basit ve kısa araştırmaları ile bu unvan Bonn Üniversitesi’nde yaşandı. Üniversitenin Felsefi Bilimler Fakülverildi. Ancak, daha sonra doktora çalışmalarının kalitesi yükseldi tesi Dekanı, bu devrin politik baskısının etki ve endişesi ile, Nazi ve Mustafa Kemal Atatürk’ün 1933 Üniversite Reformunun ana he rejimine karşı olan ve bu yüzden İsviçre’de yaşayan ünlü Alman defi olan donanımlı Türk yüksek öğretim görevlilerinin yetiştirilmesi Yazarı Thomas Mann’a bir mektup yazarak, adının onursal doktor