Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker harunaykutgoker@gmail.com 8 Haftanın Grafiği CBT 1455/6 Şubat 2015 “İlminâfî” Bulunacak Neyse Onu Okutmak! S “Science and Innovations in Iran...” başlıklı kitabın ikinci bölümünde İranlı Fizikçi Reza Mansouri’nin yazdıklarıyla ilgili söyleşimi bu hafta da sürdürüyorum. İran’daki bilim anlayışı konusunda yazdıklarına değindiğim Reza Mansouri, meseleyi biraz daha açarak, İran’da ‘bilim’ dendiğinde bundan dört farklı anlam çıkarılabileceğini belirtiyor: “Birincisi, geleneksel teoloji anlaşılabilir. Farsçada ‘ilm’ olarak adlandırılan bu bilgi kategorisi kitaba (metinlere) dayanır. İkincisi, ‘modern bilimler’ olarak bilinen ve 150 yıl önce İran’da Dârülfünun [!] kurulduğunda ülkede var olan geleneksel doğa bilimlerinin kastedildiği sanılabilir. “Üçüncüsü, [1934’te] Tahran Üniversitesi’nin kurulmasından sonra kısmen Batı’dan aktarılan bilimsel metinlerin yansıttığı günün bilgilerinin bilimin kendisi olarak algılanmasıdır. Bugün hâlâ İran’da yaygın bilim anlayışı az çok budur ve bilim yine kitaplarda (metinlerde) yazılı olandan ibarettir... “[Oysa ilk üçünden farklı ve] modern bir kavram olarak bilim, çıktısı bilimsel bilgi olan bir süreçtir [durağan bir bilgiler kümesi değil; var olan bilgileri sürekli değiştiren, geliştiren dinamik ve karmaşık bir süreç]. Asıl mesele bu sürece katılmaktır ve bizim bu süreçle tanışmamız aşağı yukarı İranIrak savaşının başlarına rastlar. Bu nedenle, halkımızın çoğu bu kavrama yabancıdır ve henüz üniversitelerimiz, araştırma kurumlarımız da bu bilim kavrayışına dayalı olarak yönetilmemektedir. Bu modern kavrayışta bilim metinlere dayanmaz [mevcut metinlerle sınırlı kalmaz]; yeni metinler [yeni bilgiler] yaratır.” Yazara göre, bugün İran’daki en yaygın bilim anlayışı ilk üçün bir bileşimidir. Bu aslında ‘kitap ne diyorsa odur’ anlayışıdır ve bu baskın anlayışı kırmak zordur. Çünkü bu anlayışın tarihsel kökleri çok eskiye, Selçukluların hükümranlık döneminde, Selçuklu veziri Nizamü’lMülk’ün [10181092] bütün İslâm âleminde olduğu gibi İran’da da kurup yaygınlaştırdığı Nizamiye medreselerine kadar uzanır. Nizamü’lMülk, çağdaşı Gazâlî [1058 1111] gibi, SünnîŞafiî inanç sistemine ve Eş’ari öğretisine bağlıdır. Bu öğretinin egemenliğindeki Nizamiye medreselerinde yapılan “din üzerine okumalar ilm’dir”. Bu ilmin izin verdiği biraz matematik, biraz astronomi ‘ilminâfî’ (faydalı ilim); ama bunların dışında kalan doğa bilimleri ‘ilmizarar’dır (zararlı ilim). ‘İlmizarar’ın okutulması yasaklanmıştır. İngilizcedeki ‘study [çalışma]’ sözcüğünün karşılığının Farsçada ‘okuma’ olduğunu belirten Mansouri’ye göre, anılan ‘ilm’ anlayışında ‘bilimsel çalışma’nın karşılığı da “kitapta yazılı ilmi okuyup bellemektir”. Yazar, şunu da ekliyor: “Hiç kuşkusuz, ortaöğretim sistemimiz, hattâ yükseköğretim sistemimiz de okumaya ve bellemeye dayanmaktadır. Böyle bir sistemde yaratıcılığa, üretime, yeniliğe ve inisiyatif kullanmaya ilişkin hiçbir emare bulunmaz.” Mansouri, sonuçta konuyu şöyle bağlıyor: “İran’da modern bilimle / bilimsel akılcılıkla geleneksel teoloji arasında bugün iyice hararetlenmiş olan çatışma bu ikisi arasındaki iki bin yıllık çatışmanın sonucunu belirleyecektir. Sonuç her ne olursa olsun, getireceği şartlar, İran uygarlığının diğer çağlarından çok [934–1062 yılları arasında İran’da hüküm süren] Şiî Büveyhoğulları Hânedân’ı ile İslâm’ın [on ikinci yüzyıla kadar süren] Altın Çağı’ndaki şartlara [o dönemlerdeki akılcılığa] daha yakın olacaktır.” Mansouri İran’daki gidişat konusunda iyimser... Bense bizdeki gidişata baktığımda o kadar iyimser olamıyorum. Onun için önceki yazımı, bizimkiler için esas olan ‘ilm’dir, deyip şöyle bitirmiştim: “Ama bu çağda bütünüyle de ‘bilim’siz edemeyecekleri için, amaçları, ‘bilim’i hiç olmazsa ‘ilm’in süzgecinden geçirerek aykırılıklarını eleyip gençlere öyle okutmaktır.” Bilimi ‘ilm’in süzgecinden geçirmek aklın inkârıdır. Aklın inkâr edildiği yerde ise bilimsel çalışma olmaz; olsa olsa bu elemede ilminâfî bulunacak neyse yalnızca o okutulup belletilir. uriye’deki iç savaş ile ilgili istatistiksel bilgiler korkutucu boyutta. 2011 Mart tarihinden bu yana 200 bin insan öldürüldü ve 6.5 milyon insan ülke sınırları içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. 7 Ocak tarihinde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) yayımladığı bir rapor, daha vahim bir tabloyu daha ortaya çıkartıyor. Şu anda Suriye, dünyada en fazla sığınmacı çıkartan ülke olarak Afganistan’ı aşmış durumda. 3 milyon Suriyeli, başka bir deyişle nüfusun sekizde biri, Haziran 2014 itibariyle ülkesini terk etmiş. O tarihi izleyen 6 altı ayda ise 300 bin kişi daha ülkeden kaçmış. Suriye’deki iç savaş kaçınılmaz olarak komşu ülkeleri de etkiliyor. Suriyeli sığınmacıların pek çoğu komşu ülkelerde yaşam savaşı veriyor. UNHCR’nin verilerine göre Lübnan, Türkiye ve Ürdün şu anda sığınmacıları kabul eden 5 ülkenin içinde yer alıyor. Türkiye şu anda en fazla sığınmacıyı barındıran ülke konumunda. Ancak nüfusun sığınmacılara oranı baz alındığında Lübnan en ağır yükün altında; 4.5 milyon nüfuslu Lübnan şu anda 1.2 milyon Suriyeliyi barındırıyor. Lübnan, sığınmacı akışını engellemek için 5 Ocak’tan sonra sınırını geçmek isteyen Suriyelilerden vize isteme kararı aldı. Aralık ayında Birleşmiş Milletler’in Parçalanan ülke: Suriye TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ SIĞINMACILAR uluslararası topluma Suriyeli sığınmacıları kabul etmeleri doğrultusundaki çağrısına cevap veren Almanya 29.000, İsveç ise 18.000 sığınmacıyı barındırıyor. Terör örgütü IŞİD’in saldırılarından kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli Kürtlerin sayısı 1.5 milyonu geçti. Birleşmiş Milletler’in açıkladığı bu rakamlara göre göçmen sayısı şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde arttı. Şanlıurfa’ya gelen 200 bin Suriyeli Kürtlerin sayısı 130 bini kayıt altına alınabildi. Bunların 5 bini çeşitli kamplara yerleştirildi. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye Temsilcisi Carol Batchelor, “Son üç buçuk yıldır iki günde 100 bin kişinin sınıra akın edip Türkiye’ye girdiğine tanık olmamıştık. Türkiye’de bulunan mülteci sayısı 1.6 milyona yaklaştı, bu sayının nerede son bulacağını henüz kestiremiyoruz. Ama herkes sayılıp kaydedilemedi. Yüz bini çoktan aşmış olabilir” diye konuştu. 225 bin Suriyeli 22 kampta yerleştirilirken, 1.5 milyona yakın mülteci Türkiye’nin çeşitli illerine dağıldı. Copyright © 2015 euronews http://www.economist.com/