Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 Tartışma CBT 1455/6 Şubat 2015 Osmanlıca: Nedir, kim öğrenir? Salih Özbaran Emekli tarih profesörü, salihozbaran@ hotmail.com B u konuyu ele almak gibi bir niyetim yoktu; olamazdı; boşa kilometre yapmak gibi bir şey bu! Öyle ya, Osmanlı İmparatorluğu bir yüzyıl kadar önce son bulmuştu; Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, 1928 yılında da Latin abc’sine geçilmişti. Dünyaya var olduğunu gösteren Atatürk Türkiye’si tarihe damgasını vurmuş, çağdaşlığı şiar edinmişti. Osmanlı sürecini araştırmak isteyen herhangi bir kişi Arap harfleriyle yazılmış eski metinleri öğrenmek istediğinde yolu açıktı; kitaplar yazılmıştı, sayıları artan üniversitelerde bu iş için ilgili bölümler açılmış ve bilimsel olarak görevlerini yapmışlardı; yapmaktalar. Gelin görün ki, Osmanlı özlemi yıllardır işlenedurdu; geriye yönelmiş olanlar bir yana kimi entelektüeller, özellikle de popülerlik katına çıkmış olan tarihçiler, kimi medya akilleri bilinçsizce destekledikleri hükümetin paralelinde düşündüler; gidişatın farkında olmadan. Gelinen nokta belli; şu an tarih okumasını bildiklerini sanan modern müderrislerin ve medyayı ellerinde bulunduranların destekleriyle dört nala gidiyor. Ve Osmanlıca tartışma konusu oldu yeniden; liselerde öğretilmesini amaçlayan politik fetva dahi verildi. Vurguladığım gibi, abesle iştigal başladı. Yine de, ortalığı karıştıran böyle bir sorun üstüne bir şeyler yazmam gerekiyor; böyle gereksiz bir tartışma olmasına rağmen; ucu mesleğime dokunduğu için. Önce “Osmanlıca”nın dilim ve yetkim izin verdiği kadar nasıl bir dil (yazı dili) olduğunu dile getirmeye çalışaca OSMANLICA NEDİR? ğım. Böylece, kısa bir zaman önce “mezartaşı okuyamayan nesiller” yaklaşımını irdelemeye çalışacağım. “Hülasa” diyordu Muharrem Ergin, “Türk yazı dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve Farsçadan meydana gelen üçüzlü, karışık ve son derece sun’i bir dil manzarası göstermiştir” (Türk Dil Bilgisi, İstanbul 1972, sayfa 19). 1970’li yıllarda Türkİslam sentezini savunanlardan olduğunu sandığım Muharrem Ergin “Cumhuriyet devri başlarken Osmanlıca artık çoktan ölü bir dil haline gelmiş ve yazı dilinin bütün ufukları Türkiye Türkçesine açılmış bulunuyordu” diyor kitabında (sayfa 24). “Osmanlıcadan Türkiye Türkçesine geçiş, yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak suretiyle olmuştur. Osmanlıca, konuşma dilinden çok uzaklaşmış son derece sun’i bir yazı dili idi. Türk yazı dilini daima temiz kalan konuşma diline yaklaştırınca yazı dili kolaylıkla Türkçeyi bulmuş ve sun’i Osmanlıca tarihe karışmıştır” diyerek yıllar önce meseleyi sonuca bağlamıştı (sayfa 25). Osmanlıca Dersleri I kitabında (Ankara, 1991) Yılmaz Kurt, “Osmanlıca, Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte tarihe karışmıştır. Ancak 1000 yıllık Türk tarihi bu yazı ile yazılmış olduğundan bu yazının araştırmacılar, tarihçiler ve edebiyatçılar tarafından bilinmesi zorunludur” demişti. Osmanlı tarihi sürecinin bilinmesinde, kaynaklarının ortaya çıkarılmasında kaçınılmaz bir durum olduğunu dile getirmiş, o sürecin tarihsel kaynaklarının kalıntılarının açıklığa kavuşturulmasının ancak bir uzmanlık alanı olduğunu belirtmişti. Kitaplığımda bulunan ve “Osmanlıca” üstüne eserler vermiş olan iki öğretim üyesinin bu saptamalarını başka kitaplardan ve uzmanlarından daha fazla ayrıntıyla vermem gereksiz. Lise öğrencilerinin Osmanlıca öğrenmelerini politik rüzgâra kapılıp da savunanların davalarının gereksiz ve geçersiz olduğu için burada daha fazla dile getirmeyi hiç düşünmüyorum. Tarih Öğretmenliğim için bilgi hazinesi ya da akademik kariyerimde vazgeçilmez kaynak dillerinden biriydi Osmanlıca. Bilimsel bir deyim olmayan “Eski yazı” olarak da bilinen, ancak Muharrem Ergin gibi Türk Dil Bilgisi ve Os manlıca uzmanlarınca “Arap harfli türk yazısı” olarak tanımlanan bu dil yapısını öğrenmem kaçınılmazdı. Lise öğrencilerinin “mezartaşı” okumaları önerisi bana şaka gibi geliyor; uzmanlarına, özellikle de meslektaşım, çok yakın dostum Aydoğan Demir’e danışmadan okumaya cesaret edemeyeceğim bir karmaşadır o. Ne lise müfredatındaki beklentilere uygun ne de tarihin bize ulaştırdığı bilince münasip. Ve ne de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve yükseliş ilkeleriyle bağdaşık. Sanki bir parçacık elifba öğrenecek öğrenci, o taşlar üstünde yazılı olan girift metni okuyacak, Arapça duayı çözecek ve anlayacak! Çoğu mezartaşında yazılı Türkçe sözlüğün bile almadığı “Hüvelbâkî” (baki kalan O’dur/Allah’tır) kalıbını ezberlese dahi yazı sanatının ve Osmanlıcadaki ayrıntının içinden çıkamayacaktır. “Mezartaşını dahi okuyamayanlar” söylemine uyularak verilecek Osmanlıca dersleri bu beklentiyi asla karşılayamayacaktır. Mezartaşı okumanın bir bilgiçlik, bir uzmanlık işi olduğunu, eminim, Osmanlıcayı lise öğrencilerinin önüne sürmek isteyenler de biliyorlardır; ya da ezbere konuşuyorlardır. Bir cami girişinde yazılı olan ayeti, bir çeşme taşındaki süslü kitabeyi, bir Osmanlı kroniğindeki tumturaklı betimlemeyi lise öğrencisinin sökebilmesi, yerine getirilebilecek bir öneri değildir. Veya atalarından kalmış ve kendine özgü kaligrafisi olan belgeleri çözebilmesi çok zordur. Şunu da eklemeliyim ki, gençliğin okumasını arzuladığımız ve vaktiyle “Osmanlıca” olarak yazılmış eserlerin pek çoğu yeni harflerle de yayınlanmıştır; en basit halleriyle Ahmet Refik’in kitapları bile. Bir öğrencinin özgün metinlerinden hiç anlayamayacağı eserler sadeleştirilmiş, yeni harflere aktarılmıştır. Tarihçi ve bürokrat Gelbolulu Mustafa Âlî’nin 16. yüzyılda kaleme aldığı Arap harfleriyle yazılmış Mevâ’idü’nnefâ’is fî kavaidi’lmecalis eserini Arap harfleriyle okuyup, onun görgü kurallarından söz ettiğini nasıl anlayacaktır lise öğrencisi? Katip Çelebi’nin 17. yüzyılda yazdığı Tuhfetü’lKibar fi Esrafi’lBihar derlemesinin, deniz savaşları hakkında büyüklere armağan bir eser olduğunu özgün yazısından nasıl çıkaracaktır! Eski yazı sözlükleri hatta Arapça ve Farsça sözlükleri önüne serse dahi nasıl çıkacaktır o karmaşık dil yapısından? Orhan Şaik Gökyay gibi bu dil yapısını bilen kişinin yeni harflerle anlamlandırmasını yaptığı bu eserlerden verilebilecek okuma par MEZARTAŞI KOLAY OKUNUR MU? çaları daha iyi sonuç vermez mi? Böylece öğrenciye, hiç bir zaman anlayamayacağı, ezberlemekten başka bir şey yapamayacağı metinlerin verine, değerli tarihçilerin açıklamalarıyla ve eski metinleri güncel dile oturtmalarıyla oluşan tarih kaynaklarıyla izlemesi daha iyi olmaz mı? Başka bir örnek: Öğrenci, Mustafa Nuri Paşa’nın Netayicü’lvuku’at adlı Osmanlı yapılanmasına ilişkin eserini nasıl okusun, yeni harflere aktarılmış biçiminin özgün metinle karşılaştırıp yapılan hataları nasıl düzeltsin? Aynı öğrencinin, “hiç olmazsa Ahmet Refik’in Bizans Karşısında Tükler ya da Samur Devri gibi kitaplarını okusun” beklentisi ve özlemi nasıl yerine getirilsin? Onca yarım kalacak zahmete girmeden örneğin Halil İnalcık’ın kitaplarından Osmanlı tarihinin çok daha doğruya yakın olanını öğrenemez mi? Ya da son yıllarda gösterilen kurgu ürünü “Muhteşem Yüzyıl” televizyon dizisinde Kanuni Sultan Süleyman döneminde şehzâde kavgalarına ilişkin bölümleri Şerafettin Turan’ın kitabından lise öğrencisine yansıtmak çok daha faydalı olmaz mı? Ülkemizde hatta ülkelerde usta tarihçilerce yazılmış nice Osmanlı tarihine ilişkin Türkçe kitaplar var piyasada; onların içerikleri, öğrencinin Osmanlıca serüvenine itilmelerinin gereksizliğini gösterecek niteliktedir. Çok gereksizdir genç çocuklar için Osmanlıca öğrenme önerisi; tarihi okuyamamanın getirdiği kısırlıktır; Türkiye Cumhuriyeti’nin saçtığı ışığa köstektir. Tarihçilik açısından da mesleği küçümsemektir; yarım yamalak öğrenilecek bilgi kırıntılarıyla bilimsel çalışmalara meydan okumaktır; onların ciddiyetini kavramaktan uzak kalmaktır; benim mesleğime saygısızlıktır. Kendi arzusuyla ve araştırıcı niteliğiyle Osmanlı metinlerini orijinal hallerinden izlemek isteyenlerin bu girift dil yapısını merak saikıyla öğreneceklere, tabii ki, sözüm yoktur. Sosyal bilimlerin pek yoksul bırakıldığı, resim gibi, müzik gibi, felsefe gibi derslerin tırpanlandığı bir ortamda, Türkçeyi yörüngesinden çıkaran bir medya dünyasında Osmanlıca, öğrencinin kafasının alamayacağı bir girişim olacaktır. Oysa Osmanlı tarihi üstüne çalışmalar yapmış bir kişi olarak benim onaylayabileceğim öğrenme yolları bellidir. Yine de (burada vurgulamalıyım ki), Osmanlı tarihini içeren ve benim incelediğim ders kitapları başka dünyalara hiç açılamamıştır; tarihi adeta “Osmanlı” ile eşdeğer kılmıştır. Mazi, “tarih” adı altında başka dünyalara, toplumların yaşantılarına, olay ve olgulara, evrensel ilkelere saygılı olarak, günümüzde anlamlandırılmıyorsa, ne işe yarar ki? Başka bir yazımda mesleğim gereği“Osmanlıca” ile karşı karşıya kaldığım uğraşlarımdan söz edeceğim.