Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 Tartışma ERKEK EGEMEN TOPLUM VE CİNSİYET AYRIMCILIĞI CBT 1458/27 Şubat 2015 DOĞAN KUBAN’A BİR GÜL DEMETİ Özgecan’ların öldürülmesi: Tek çözüm yolu çocukluk eğitiminde Prof. Dr. M. Orhan Öztürk, orhanozt@gmail.com Özgecan’ın vahşice öldürülüşünü ne denli can yakıcı bulursak bulalım, şunu iyi bilmeliyiz ki asıl sorun cinsiyet ayrımcılığı ve kadına bakıştır. Böyle bir sorun ceza yasalarının ağırlaştırılması ile çözülemez. Bu sorun erkek egemen toplumun temeli olarak kaldıkça insana, insan haklarına, demokrasiye değer veren uygar bir toplum olamayız. Bu toplumda erkeğin üstün, kadının düşük değerli; erkeğin egemen, kadının boyun eğen olduğunu kabul eden bir cinsiyet ayrımcılığı daha çoveren benmerkezci erkek çocuğun kadına karşı eşduyum (empati, ötekinin yerine kendini koyarak anlama) yetisinden yoksun büyümesi kaçınılmaz oluyor. Kadına eşduyum yetisinden yoksun yetişen erkek, kadının duygularını, gereksinimlerini, acılarını anlamakta yetersiz kalmakta; ana babasının özenli, ayrıcalıklı bakımının sonucu olarak da özgüvenden yoksun, kırılgan bir erkeklik kimliği kazanmaktadır. Erkek egemen toplumda erkeğin erkeklik duygusu büyük oranda kadına bağımlıdır. Bir başka deyişle, onun erkeklik duygusu kadının boyun eğmesi, uysal davranması ile beslenmektedir. Kırılgan, özgüven den yoksun erkek kendisine temelsiz bir erkeklik gücünü ancak kadın üzerindeki egemen liği ile bulabilmektedir. Bu güç, erkeğin herhangi bir etkinliğinden dolayı kazanılmamakta, geleneksel olarak kendisine verilmektedir. Bu nedenle de bu gücün temelsiz, sahte bir güç olması doğaldır. Toplumda erkek egemenliğini sürdürmek için kullanılan bahane kadının namusunu korumak, onu Tanrı’nın korunmaya muhtaç bir “emaneti” gibi görmek türünden bir akla uygunlaştırma (rasyonalizasyon), daha yalın dille bir aldatmacadır. Erkek egemenliğinin sürdürülebilmesi için toplumda kadınların fazla eğitimli olmaması, örtünmesi, evde tutulması gerekmektedir. Kadının okuması, kendini geliştirmesi, özgürleşmesi, ayrımcılığa karşı direnmesi, erkeğe boyun eğmemesi gibi durumlarda özgüvenden yoksun kırılgan erkeklik kimliği öne çıkmakta ve bu yüzden erkek kendini tehdit altında görmektedir; kadınının ‘ben de bir insanım’ dercesine davranışlarını kimliğine saldırı olarak algılamaktadır. Bu yüzden de aşırı kıskançlık, öfke, saldırganlık duygularına kapılabilmektedir. Kıskançlık güvensizliğin, denetimsiz öfke ve saldırganlık duyguları kırılganlığın ürünleridir. Kadına karşı eşduyum yetisinden yoksun olduğu için de acımasız şiddet davranışları gösterebilmesi onun için zor olmamaktadır. Düzelmeye Nereden Başlayalım? B Bozkurt Güvenç ildik Dünyanın Bittiği yargısında hep anlaşırız da geleceğin inşası tartışmaya açıktır. Doğan Kuban’ın “Geleceği Sorgulamayan Toplumların Geleceği’ kitabından sonra, “Düzeltmeye nereden başlayacağız?” denemesi (CBT 20 Şubat), bir “düşünce fırtınası” yarattı. Niyetim, değerli meslektaşımı düşünceler dünyasında yalnız bırakmamak; beklediği ani ve sert bir karşı hamle (riposta) değil; üstlendiği görevi aklım erdiğince desteklemek*. Bitkiler üretimin, Hayvanlar âlemi mekânın efendileri olarak bilinir; İnsanlar, yarattıkları “Zaman” kavramının efendileri olarak geleceği öngörmeye, hatta tasarlamaya çalışır, Zaman içinde ‘kendini bil’menin üç sorunu, “Doğru, iyi ve güzel”dir. Kuban, doğru ile iyinin göreceliğine değinerek, “güzellik”ten başlatmayı öneriyor. Diyalektik önermeler, ya doğru ya yanlış değildir; Hem doğru hem yanlış; Ne doğru ne yanlış; hatta, “Ha doğru ha yanlış” olabilir. Matematiği, mantığa indirgeme girişimleri başarılı olamadığı gibi, ön doğruya dayanmayan önermelenin doğrulanamayacağı teoremi kanıtlandı. “Her doğruda yanlışlar, her yanlışta doğrular ” söylemi ödül kazandı. Doğan haklıdır. Böyle bir dönem ve ortamda, “orta” nın iyi ya da doğru olduğu nasıl savunulabilir? Diyalektik Mantığı eleştiren felsefe profesörü, sonradan özür dilemiştir. A ile B’nin sentezi, biraz A, biraz B değil, oluşan yeni bir C’dir Kapitalizmi de Sosyalizmi de başarısız bulan iktisatçı, Çin Modelini değil, yepyeni bir dünya düzeni öneriyor. Romalı Cicero, “En iyi’de anlaşamıyorsak hiçbir konuda anlaşamayız,” der. Hobbes, “Söz, soyut ve göreli bir değerdir,” diyor, “söz yoksa, doğruyanlış da yoktur.” Sorun, düşünce değil, ifade özgürlüğü, yani demokrasidir. Her şeyi olabilir karşılayan Modern sonrasında, güzelin şansı var mı? Gül Parkını, Sakura Baharını, Orkide Sergisini, Lale Tarhını izlerken, “Güzellik, eserde değil, onu gören gözde, insanın davranışında...” sözlerini hatırlarım. Krizantem ülkesi Japonya’da, yalın bir coşkudan, buruk acıya ve kedere uzanan türlü adları ve tatları var güzelin. Zen Budhizm’i inceleyen Fromm, Doğa duyarlığını şöyle yorumluyor: “Tanyerinde gül goncası, üstünde bir şebnem damlası, şafak sökerken havanın az serince, bülbüllerin şakımakta olması…” Zen’in amacı toplumca aydınlanmadır. Aydınlığa eren kişi, bir çimen yaprağının ardında keşfedilmemiş ne güzellikler bulur! Günümüzün varlık sorunu, belki güzellikten önce, hemcinsini seven, doğaya saygılı bir aydınrlanmadır. “Doğa’nın Efendisi” olduğu yanılgısıyla yaşayan, barış çağrılarını duymadan savaşan, hukukun gücünü değil, güçlünün hukukunu savunan topluluklar, sosyal adaletin ve demokratik özgürlüğün gizemli güzelliğini tadabilir mi? Doğa’nın ve evrim sürecinin ortak yasası, yarattığı ötekiyle çatışan “En güçlünün kalıcılığı” gibi görünür. Gerçi, bireylerin ve cinsiyetlerin eşitliğini savunan dünya görüşünün başarılı olduğu, olacağı söylenemez; ama, eğer başlayacaksak ki başlamalıyız geleceğimizin hukuk devletini inşa edip ona sahip çıkmaktan başka bir yolu, yordamı var mı? *Dost Doğan’a bir egül demetiyle. cukluğun erken dönemlerinde, hatta anne karnında başlamakta, kişilerin benliğine yerleşmektedir. Aile içinde çocuğun sürekli karşılaştığı ayrımcılık tutumları geniş toplumdan da büyük destek görmektedir. Çocuğun cinsel organ farlılıklarını iyice anladığı bir dönemde yapılan sünnet törenleri ile bu ayrımcılık doruğa çıkmaktadır. Büyük çoğunlukta, sünnet sırasındaki törenler, düğünler, armağanlarla birlikte sünnet öncesinde ve sonrasındaki söylemlerle erkek çocuk kendini üstün, ayrıcalıklı bir konumda görerek; kız çocuk da kendini eksik ve baskıda hissederek büyümektedir. Cumhuriyet ile ülkemizde kadın erkek eşitliği açısından önemli gelişmeler olduysa da, bugün büyük çoğunluğu oluşturan, “muhafazakâr” diye nitelenen toplum kesimlerinde analar babalar oğlan çocuklarını özenle ayrıcalıklı, benmerkezci, büyüklenmeci; kız çocuklarını da daha çok boyun eğmeye, hizmet etmeye yatkın yetiştiriyorlar. Bu tür yetiştirmede, yalnızca kendi benliğine değer Dünya toplumlarının büyük kesiminde kadın erkek eşitsizliği değişik derecelerde sürmektedir. Batı toplumlarında belirgin ölçüde azalmış olduğu, ama tümden ortadan kalkmadığı bilinmektedir. İslam toplumlarında erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliği, kadın erkek eşitsizliği yaygındır. Bu toplumlarda, kadınların insan hakları açısından çok geride oldukları, baskı altında kaldıkları, eğitimsiz, bağımlı ve seçeneksiz bırakıldıkları gerçeği yadsınabilir mi? Yüzyıllardır bu toplumlarda kadın erkek ilişkilerini düzenlemek için uygulanan geleneksel tutumlar ve kurallar kadına karşı erkek üstünlüğünü, egemenliğini sürdürmek amacı ile donatılmış gibidir. Bu tutum ve kuralların çoğu dine dayandırılmaktadır. İlahiyat bilginlerinin bir kesimi gerçek İslamiyette bunun böyle olmadığını Kuran’dan, hadislerden örnekler vererek yazıyorlar, söylüyorlar. Ancak, yüzlerce yıldır süregelen kadın erkek eşitsizliğinin ve kadının acınası durumunun hiçbir İslam ülkesinde fazla değişmediğini görüyoruz. Ne acıdır ki din, bu toplumlarda hem erkek egemenliğinin, hem siyasal erkin sürdürülebilmesi için bolca kullanılmaktadır. Özgecan’ın öldürüldüğü minibüste çektiği acılar aklıma geldikçe uykularım kaçıyor. Bu toplumun en azından bir kesiminin erkeği bu genç kızın vahşice öldürülüşünü bile dinsel görünümlü tartışmalar, yorumlar için kullanabiliyor. Bunu görmek bana derin üzüntü, utanç duygusu veriyor. Toplumumuzda erkek egemenliğinin ve kadının konumunun fazla değişememesinin asıl nedeni bu olabilir mi? Çözümün yasalarla olamayacağı açıktır. Kanımca tek çözüm yolu çocukluğun erken dönemlerinde başlayan laik, bilimsel temellere dayalı bir eğitim seferberliğidir. BATI’DA AZALDI, İSLAM ÜLKELERİNDE YAYGIN