16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilim Tarihi CBT 1458 /27 Şubat 2015 14 BÜYÜK SEKÜLER ÇAĞ 1543 YILINDA BAŞLADI OOOF OFF LİNE Tanol Türkoğlu [email protected] İki kitabın başlattığı çağ Osman Bahadır [email protected] 1543 yılında iki kitap yayımlandı. Kopernik ve Vesalius tarafından yayımlanan bu kitaplar, insanlık tarihinde yeni bir dönemi, büyük bir seküler çağı başlatıyordu. Uluslararası bilim tarihçileri topluluğu, aynı zamanda1543 tarihini, büyük bilimsel devrimin başlangıç tarihi olarak kabul etmektedir. almış dogmalar yüzünden, en uzaktakini anlamak kadar, en yakınındakini anlamakta da zorlandı. Bu yüzden insan vücudunun keşfedilmesi de, dünyanın evrendeki yerinin keşfedilmesi kadar uzun sürdü. Eski dünyanın en büyük doktoru, 130 yılında doğan Galen’di. Galen, nasıl çalıştığını görmek için hayvanların vücutlarını keserek inceliyordu. İskeleti, kasları ve sinirleri betimleyerek, bulgularını birçok kitapta toplamıştı. Galen’e saygı o kadar büyüktü ki, bin yıl sonra bile doktorlar bir vücuda bakmak yerine Galen’in kitaplarına bakıyorlardı. Fakat özellikle 16. yüzyılda İtalya’daki Rönesans sırasında doktorlar gerçek vücutlara bakmanın daha iyi olacağını düşünmeye başladılar. Mezarlıklardan çıkardıkları ölü vücutları, tam olarak nasıl bir bütünlük gösterdiklerini anlamak için keserek incelediler. Bu işleme diseksiyon (açarak inceleme, eski deyimle teşrih) denilmektedir. Fakat kutsal dünyanın kutsal mahlukunun vücudunun kesilip açılması dini öğretide sapkınlık olarak görülüyordu. Bu nedenle diseksiyon işlemleri gizlice yapılıyordu. Bu devrimin odak noktası Padua Üniversitesi’ydi. Bu üniverİnsan Vücudunun sitedeki parlak bilim insanı Yapısı Üzerine Andreas Vesalius (1514kitabının kapağı 1564), vücutları kendisi keserek ve bulgularını bir ressam arkadaşına çizdirerek hazırladığı kitabını 1543 yılında De Humani Corporis Fabrica (İnsan Vücudunun Yapısı Üzerine) adıyla yayımladı. Bu kitap, o zamana kadar insan anatomisi üzerine yazılmış en etkili kitap oldu. Vesalius, insanlar üzerinde diseksiyon yapmadığı için hatalı bilgiler veren Galen’i eleştiriyor ve insan vücudu hakkında yeni bilgiler veriyordu. Vesalius’un hem çalışmalarından, hem de kitabından esinlenen ve etkilenen diğer doktorlar da kendi diseksiyonlarını yapmaya başladılar. Vesalius’un kitabı, insan vücudunun dokunulmazlığı düşüncesini zayıflatarak vücut üzerinde bilimsel araştırma yapma cesaretini gösteriyor ve böylece kendisinden sonra gelenlere de önemli bir araştırma yolunu açmış oluyordu. (Ancak Vesalius diseksiyon yaptığı için 1561’de engizisyon tarafından idama mahkum edildi. Fakat bu cezası daha sonra hafifletildi). Kopernik’in dünyanın evrendeki yerini keşfeden kitabı ile Vesalius’un insan vücudunu keşfeden kitabının aynı yılda, 1543’te yayımlanmış olması sadece bir rastlantı olabilir mi? Uluslararası bilim tarihçileri topluluğu, 1543 tarihini, büyük bilimsel devrimin başlangıç tarihi olarak kabul etmektedir. 1543 yılını, aynı zamanda insanlık tarihindeki büyük seküler çağın başlangıç tarihi olarak da alabiliriz. Dijital Sosyal Gelecekte insanlık uzaya açıldığında farklı gezegenlerdeki insanlar birbirlerini fiziksel olarak görmeden etkileşim kuracak, sosyalleşebilecek. Bunun tohumunu bugünün sosyal medyası oluşturuyor. Başımızı nereye çevirsek aynı soru ile karşılaşıyoruz: Sosyal medya sosyalleştiriyor mu yoksa asosyal mi yapıyor? Kısa yoldan cevap vermek gerekirse ikisi de doğru. Nasıl mı? Eğer dünün kuralları, paradigması ya da gözlüğü ile bakarsanız asosyalleştiriyor. Bugünün ya da yarının olası kural, paradigma veya gözlüğü ile bakarsanız asosyalleştirmiyor tam tersi çok daha sağlıklı bir sosyalleşmenin temelini oluşturuyor. Gelecekte toplumsal yaşam nasıl olacak? Bunu pek kestiremesek de en azından dünün yaşam modeline benzemeyeceğini kolaylıkla tahmin edebiliriz. Dün mahallemizde, semtimizde, köyümüzde, ülkemizde vb. kapalı bir sosyal hayat yaşıyorduk. Sosyalleşmemiz bütünüyle fiziksel olarak hazır bulunduğumuz ortamlardaki etkileşimin egemenliğinde oluşuyordu. Bunun istisnası mektup, telefon gibi iletişim cihazlarıydı. Eğer yarının toplumsal hayatı için de benzer bir modeli öngörüyorsak, evet sosyal medya asosyalleştiriyor. Oysa önce televizyon sonra da internet ile birlikte sosyal hayatın hiç de benzer şekilde devam etmeyeceğini gözlemlemekteyiz. Ancak yine de bu yeni norma karşı temkinli yaklaşıyoruz. Çünkü en az enerji ile en çok verim elde etmek istiyoruz. Yani alıştığımız düzen bozulmasın (ki yeni bir şey öğrenmek, bunun için fazladan enerji harcamak zorunda kalmayalım). Dijital sosyal yaşam bugün gerek toplumsal gerekse de bireysel anlamda zengin bir araştırma alanı olarak gözümüzün önünde yaşanıyor olsa da konunun ülkemizdeki uzmanları ne hikmetse değişim, dönüşüm geçirmekte olan bu yeni hayatı mikro ya da makro düzeyde incelemek, yeni gelişmekte olan olası paradigmaların peşine düşmek yerine klasikleşmiş mesleki konularının dışına çıkmama konusuna azami özen gösteriyorlar. Gelecekte değil bugün dünyanın pek çok yerinde insanlar birbirinin yüzünü görmeden ortak işlerde çalışıyor, üretiyor. Bugün insalar evinden dışarı çıkmadan çalışabiliyor, maaş alabiliyor. Gelecekte insanlık uzaya açıldığında (gezegenler arası seyahat bugünün şehirlerarası uçak yolculuğu fiyatına düşene kadar) farklı gezegenlerdeki insanlar birbirlerini fiziksel olarak görmeden etkileşim kuracak, sosyalleşebilecek. Bunun tohumunu bugünün sosyal medyası oluşturuyor. Fiziksel sosyalleşmek yerini dijital sosyalleşmeye bırakıyor. Bu farklı bir paradigma olduğundan eskinin normları ile incelendiğinde sosyalleşmek olarak adlandırılmayabilir. Ama eskinin normları da eskide kalmaya mahkum. Yeni toplumsal yaşamda bireylerin fiziksel olarak yanyana gelmesi zorunlu değil. Bu müthiş bir sıçrama yapabilir. Çünkü bu durumda ister binlerce ister milyonlarca kilometre uzakta olsun insanlar birbirleri ile etkileşim kurabiliyor, sosyalleşiyor olabilecek. Bu tür sıçramalar insanlık tarihinde hep var olmuş. Bugün ev sahibi olmanın zorluğundan, pahalılığından yakınıyoruz ama hiçbirimiz alternatif olarak atalarımızın yüzyıllarca yaptığı gibi gidip mağaralarda yaşamayı dikkate bile almıyoruz. Yarın da belki dijital sosyalleşme ile ilgili pek çok sorun tartışılıyor olacak ama hiç kimse bu problemleri çözmek için insanların fiziksel olarak yanyana gelmesi olasılığını gündeme getirmeyecek. İ nsanlık binlerce yıl boyunca dünyayı evrenin merkezi olarak kabul etti. Çünkü herkes Ay’ın, Güneş’in, gezegenlerin ve yıldızların dünyanın etrafında döndüğünden emindi. Her şeyin etrafında döndüğü bir gezegenin ise sadece merkez olarak kalmayacağı, aynı zamanda bir kutsallık halesi de kazanacağı açıktı. Nitekim çağlar boyunca dünya, hem zihinlerde ve dini öğretilerde en yüksek kutsallık derecesine sahip oldu, hem de onun içinde yaşayan insanlar bu kutsal sistemin en soylu mahlukları sayıldılar. 16. yüzyılda Polonyalı astronom Nicolaus Kopernik (14731543), gökyüzündeki gezegenlerin yörüngelerinde bir tuhaflık olduğunu düşünmeye başladı. Bu gezegenler zamanın büyük bölümünde düzgün bir yörünge eğrisi izliyor, fakat arada sırada bunlardan bazıları, gökyüzünde geriye doğru küçük bir ilmek hareketi yapıyordu. Ptolemy’nin de aralaGöksel Kürelerin rında olduğu eski astroDönüşleri Üzerine nomlar bu olguyu, evrenkitabının kapağı deki her şeyin bir episikl sistemiyle çalıştığını ileri sürerek açıklıyorlardı. Fakat bu iyi düşünülmüş sistem Kopernik’e pek gerçekmiş gibi gelmiyordu. Örneğin yıldızların bazen yakında ve bazen de epeyce uzakta göründüklerini ileri sürerek “bu neden böyle oluyor?” sorusunu ortaya attı. Bu sorusunun ardından da basit, fakat çok parlak bir fikir geliştirdi. Ya dünya evrenin merkezinde sabit değilse ve Güneş’in etrafında dönen gezegenlerden biriyse? O takdirde gezegenlerin tuhaf hareketleri ve yıldızların değişen mesafeleri çok basit bir biçimde açıklanabilecekti. O bu fikrini Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine adlı bir kitapta yazdı ve bu kitabı, ölümünden hemen sonra aynı yıl içinde 1543’te yayımlandı. Tarihte, evrene bakışımızı ve onun içindeki yerimizi bu kadar değiştirmiş olan başka bir fikir yoktur. Fakat bu fikir dönemin egemen düşüncelerine elbette doğrudan bir karşı çıkış anlamına geliyordu. (Bu tarihten 67 yıl sonra Galileo Galilei teleskopuyla gökyüzünü incelerken, Jüpiter’in etrafında dönen dört uydusunu görmüştü. Bu da dünyamızın her şeyin merkezi olmadığını, başka merkezler de olduğunu gösteriyordu. Ayrıca Galileo, Venüs’ün fazlarını da saptamıştı. Bu durumda Venüs de dünyanın değil fakat Güneş’in etrafında dönüyor olmalıydı. Galileo bulgularını 1613’te Yıldızların Habercisi adlı kitabında açıkladığında, Roma’daki kardinaller tarafından bir sapkın olmakla suçlandı). İnsan düşüncesi, kendisini asırlar boyunca esir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle