Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Son Araştırmalardan sayesinde gelişmek için daha fazla zamana sahip olması. Gerçi şimdilik böyle bir tehlike yok ama virüs en sonunda havadan bile bulaşacak hale gelebilir. Ebola virüsü şimdilik hasta insanların beden sıvılarıyla temas edildiğinde bulaşıyor. Ancak aşı olmadan, virüsün daha bulaşıcı, dolayısıyla daha tehlikeli bir hale gelme olasılığı büyük. Virüsün şiddetli değişimi, Paris Enstitüsü immünoloji uzmanı James di Santo’ya göre şu sıralar geliştirilmekte olan Ebola aşısı üzerinde de önemli etkiler yapabilecek. Çünkü çok sayıda genetik mutasyon yüzünden, hangi etki maddesinin virüse karşı etkili olduğunu bulmak zorlaştı. “Tehdidin çok büyük olduğunu, problemin sadece Afrika’nın değil tüm dünyanın bir sorunu olduğunu gördük.” Di Santo, salgının bitebileceğini ama herhangi bir yerde yeniden başlayabileceğini söylüyor. Uzmanın düşüncesine göre doğada, küçük hayvanlarda gizlenen virüs, gelecekte insanlık için bir tehdit oluşturabilir. Ebola virüsündeki mutasyonlar (değişinim) konusunda Amerikalılar da uyarmıştı. Amerikan ordusuna ait enfeksiyon hastalıkları araştırma enstitüsü, Harvard Üniversitesi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü bilimcileri günümüzdeki Ebola virüsü kalıtımında, 1976 ve 1995 yılları ebola virüsü kalıtımına göre yüzde üçlük bir değişim saptadı. CBT 1456/13 Şubat 2015 7 BİLİMİN EN ÇOK TARTIŞILAN 13 TEMEL KAVRAMI yüksek tansiyon veya kalp enfarktüsü gibi hastalıklar şişmanlıkla ilgili değil, yüksek beden kitle endeksi ve kanser hastalıkları arasında da bir ilişki var (The Lancet Oncology). 2012 yılında dünya genelinde otuz yaşın üzerindeki yetişkinlerde görülen 481.000 kanser vakasının yüksek beden kitle endeksiyle bağlantılı olduğunu sanılıyor. Şişmanlık ve kanser arasındaki bu ilişki özellikle de çok gelişmiş ülkelerde daha belirgin (%64). Kuzey Amerika’da şişmanlıkla alakalı 111.000, Do 6. KAVRAM: DERİN ZAMAN Derin zaman kavramı olmadan bazı bilimsel süreçler anlaşılmaz Haziran 1788’de jeolog James Hutton, meslektaşları James Hall ve John Playfair’i yanına alarak İskoçya’nın doğu kıyılarında yer alan Siccar Noktası’na gitti. Bu, denize doğru uzanan olağanüstü güzellikteki sarp kayalık burun, pek çokları için güzel bir manzaradan öte fazla bir şey ifade etmemekle birlikte, Hutton ve arkadaşları için yepyeni bir uyanışın tetikleyicisiydi. Playfair burası ile ilgili görüşlerini sonradan şöyle yazacaktı: “Zamanın bu kadar derinlerine inmek başımızı döndürdü.” Viccar Noktası’nı bugün ziyaret edenler, büyük bir olasılıkla Hutton’ın 1788 yılında gördüklerinin benzeri bir manzara ile karşılaşacaklardır. Hutton o tarihlerde görünür değişmezliğin bir yanılsama olduğunu fark ederek, kayaların insan aklının almayacağı kadar uzun zaman dilimi kapsamında yavaş yavaş değişime uğradığını keşfetmişti. Büyük bir çeşitlilik ve oryantasyon sergileyen kaya tabakalarının “açısal uyuşmazlığı”, büyük bir olasılıkla onlarca milyon yıl öncesinde oluşmaya başlamış olabilirdi. Bu, Dünya’nın kademeli evriminin ve devrim niteliğindeki derin zaman kavramının çok önemli bir katını idi. Bu tarihten yaklaşık 100 yıl önce İrlanda Baş Piskoposu James Ussher İncil’den ve diğer kaynaklardan yararlanarak yaradılış tarihini M.Ö. 4004 yılı 23 Ekim olarak hesap etmişti. Ancak Isaac Newton buna karşı çıkıyordu. Newton’a göre bu tarih M.Ö. 3988 idi. O zamanlar, bugün olduğu gibi derin zaman sağduyu ile kabul edilemeyecek kadar saçma bir kavramdı. Georgetown Üniversitesi’nden çevre tarihçisi John McNeill, “Bazı şeyleri insan ömrü ile karşılaştırarak ölçmek normaldir ve insana özgü doğal bir düşünme halidir” diyor. Hutton ve kendisinden sonra gelenlerin insanüstü çabalarıyla artık Dünya’nın 4.54 milyar yaşında olduğunu, evrenin yaşının ise 13.8 milyar olduğunu biliyoruz. Dünyamız aklımızın alamayacağı kadar yaşlı. Derin zaman, tarihsel bilimlerin gelişiminin –jeoloji, evrim biyolojisi ve kozmoloji en temel kavramlarından biridir ve böyle kalmaya da devam edecektir. McNeill, “Bu bilimlerdeki egemen fikirler mutlaka derin zaman kavramıyla ilgilidir. Bu kavram olmadan bazı süreçleri kesinlikle anlayamayız. Örneğin kayaların havaların etkisiyle değişmesi, türlerin evrimi veya galaksilerin oluşumu gibi... Bunlar, insan ömrüyle karşılaştırılamayacak kadar yavaş bir süreç içinde meydana gelir. Öyle ki insanlar bu değişimi algılayamadıkları için her şeyin durağan olduğunu sanırlar” diyor. Playfair’in belirttiği gibi, derin zamanı algılamaya çalışmak yükseklik korkusu gibi insanın başını döndürebilir. Jeolojik katmanlardan elde edilen eski fosiller, derin kozmostaki yıldızlarla kaplı alanlar gibi, örneklerden mantıklı bir sonuç elde etmek çok zordur. Ancak McNeill bu zorluğun nasıl aşılacağını şöyle açıklıyor: “Hepimiz hayal edilemeyecek kadar uzun bir varlık zincirinin parçasıyız. Bu varlık zinciri insan olabilir veya olmayabilir de.. İnsanın bu zincirin içindeki yeri devede kulaktır.” Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 13 Aralık 2014 Yapay kar turizme yarar sağlıyorsa da çevreye zarar veriyor. Yapay kar da tıpkı doğal kar gibi donmuş sudan oluşuyor. Kar makinelerinde “tozlaştırılan” su sıfırın altındaki sıcaklıkta havayla karışıyor. Bu karışım ise kar makineleri tarafından püskürtülüyor. Fakat doğal karın aksine makinede üretilen kar kristallerden değil donmuş damlacıklardan oluşuyor. Oysa altı köşeli kar kristalleri sadece güzel olmakla kalmayıp, hava için daha fazla yer ayırıyorlar. Doğal bir kar örtüsü, toprağı dondan koruyor diye açıklıyor Innsbruck Üniversitesi Ekoloji Enstitüsü’nden Christian Newesely. Oysa yapay kar çok yoğundur, toprak hava almadığı için donuyor ve bunun sonucunda da çok sayıda bitki türü ölüyor. Kayak pistlerinde eriyen kar, pist düzleştirici makineler tarafından bastırılır ama donmuş toprağa sızamaz. Gece donduğu için de toprağın üzerini geçirmez bir örtü kaplıyor. Düşük sıcaklıklarda hava sirkülasyonu olmayınca da toprakta oksijen kalmıyor. Böylece toprakta ne varsa boğuluyor. Yapay kar kullanımı sonuçta toprak erozyonuna neden olabilir. Çünkü bitki yaşamının yok olması köklenmeyi de bozuyor. Ayrıca yapay kar, doğal kara kıyasla çok daha geç eridiği için toprağa neredeyse üç hafta daha fazla baskı yapıyor. Yapay kar, toprağa nasıl zarar veriyor? ğu Avrupa’da 66.000 ve Güney Afrika’da ise sadece 7.300 kanser vakası saptandı. Üstelik 1980’den bu yana şişmanlığa bağlı kanser vakaları en az ikiye katlanmış. Yeni ortaya çıkan şişmanlığa bağlı 481.000 kanser vakasının dörtte biri önlenebilirdi. Aşırı kiloda kansere yakalanma riski her şeyden önce bedendeki yağdokusuna bağlı olarak yükseliyor. Yağ dokusu, hücrelerin çalışma biçimini etkileyen ilave hormonlar ve büyüme faktörleri üretiyor. Araştırma sonuçlarına göre şişmanlığa bağlı kanser riski kadınlarda daha yüksek. Tüm yeni kanser türlerinin yüzde 5,4’ü kadınlarda görülürken, erkeklerde bu oran yüzde 1,9 civarında. Değişim yıllarından sonra ortaya çıkan rahim ağzı kanseri, meme kanseri ve böbrek kanserinin şişmanlığa bağlı kanser vakalarındaki oranı yüzde 63’ten fazla. Kemik iliği kanseri tedavi edilebilecek Ulusal Araştırma Dairesi CNR’e ait Istituto di Biostrutture e Bioimmagini ve Imperial College London bilim insanları Multiple Miyelom’a karşı sentetik bir molekül geliştirdi. “Dtp3” molekülü sadece kanser hücreleri üzerinde etkili ve bildik ilaçlar gibi sağlıklı hücreler üzerinde zehirli etki yapmıyor. Multiple Miyelom, tedavisi bulunmayan kemik iliği kanseridir. Bağışıklık sisteminin plazma hücrelerine saldıran bu kanser türü, dünya genelinde tümöre bağlı ölümlerin yüzde ikisinden sorumlu. Günümüzde kullanılan ilaçların çok ağır yan etkileri var ve neredeyse istisnasız bedende dirence yol açıyor, bu nedenle de hastalık kısa bir dinlenme arasından sonra nüksetmekte. Miyelom hücrelerinin büyümesini çalıştıran yeni bir hücre mekanizması keşfettik diyor projeyi yürüten Annamaria Sandomenico. Bununla ilişkili süreçlerde Gadd45 beta ve Mkk7 proteinlerinin katkısı var. Klinik çalışmaları bu yıl içinde İngiltere’de 9.36 milyon Avro’luk destekle başlayacak. Her yıl ortaya çıkan kanser vakalarından neredeyse yarım milyonu şişmanlıkla ilgili. Özellikle de gelişmiş ülkelerde ve burada yaşayan kadınlarda bu Nilgün Özbaşaran Dede etki çok belirgin. Son bir araştırmaya göre, sadece nilodede@hotmail.com Şişmanlık ve kanser arasındaki ilişki