16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI 22 Tartışma Hayrettin Ökçesiz [email protected] CBT 1456/13 Şubat 2015 İnsanlık için güvenli küresel sınırlar Nükhet Barlas Çevre Danışmanı, Endüstri Mühendisi, [email protected] Partiden, gazeteden, üniversiteden atılmak... Dışlanmak, kara koyun olmak, dostluğu, tanışlığı zarar verici bulunmak... Sürgüne yollanmak. Bazen de fiziksel yok edilmek. Ne için tüm bunlar? Ayrı düştüğü, ayrı düşündüğü için! Süheyl Batum ve arkadaşları CHP’den atıldılar. Işık Kansu Cumhuriyet’ten atıldı. Ben de İstanbul Aydın Üniversitesi’nden atıldım. E. R. Pekünlü hapse atıldı. Biz yıllardan beri bu yazgıyı paylaşanların, atılanların elbette en yeni birkaçıyız. Örnek vermek için yazdım. Bülent Tanör’e yapılanlar içimi çok acıtmıştı. İpekçi’lerin, Mumcu’ların öldürülmelerini hangi yurttaş unutabilir? Yazmakla biter mi? Neler, kimler geliyor daha hatırıma. Hatırada yaşıyorlar, Madımak’ın sönmeyen yalazlarında. Bir gazeteciyi, bir üniversite hocasını bir milletvekilini atmak uğursuzluk getirir. O gazeteye, o üniversiteye, o partiye değil önce, topluma getirir bu uğursuzluğu. Katletmekse bir felakettir kalan başlar için. Ayrı düşündüğü için ayrı düşmek... Ayrı düşündüğü için düşmek, sonunda toprağa! Tek düşen temiz kalır. Düşünmek gibi bir büyük suçtan söz ediyorum, anlaşılan. Tüm öteki suçların fütursuzca bağışlanabildiği, ama aykırı düşünmenin bağışlanamadığı bir toplumda asıl yozlaşma, çürüme bununla başlar. Bunun için önceki yazımı Charlie’ye, Cumhuriyet’e ithaf etmiştim. Bunu da Kansu’lara ithaf ediyorum! Kant «düşünce özgürlüğü tüm özgürlüklerin kalkanıdır» der. Kalkanı elinden alınan bir insan, bir toplum nasıl savunabilir kendini? Hele bunu, işi bu özgürlüğü korumak olan kurumlar kendi üyeleri için acımasızca yapıyorlarsa, halkı bireyi korumak nasıl mümkün olacak? Tüm onurumuz için Düşünce Özgürlüğü’nü savunmalıyız, ne pahasına olursa olsun. Biz de onun kalkanı olmalıyız! Çünkü bizi onurlu kılan, özgür ve bağımsız düşüncedir. Başkalarının özgürce düşünebilmeleridir. Tüm bunlar şu demektir: Düşünce özgürlüğünü tüm bedelleri göze alarak savunamayan kimse onurunu yitirir. Peki, bunu başaramayan bunca insan bireyi arasında, nasıl bir duygudur var olmaya çalışmak? Önce tutsak yaşamaktır büyük bir hapishanede. Bir işkencehanede aklı, yüreği sökülmektir damla damla. Daha da acısı, daha ilk okullarımızda başlar tüm bunlar. Duyumsayamaz, düşünemez bir hale gelinceye dek bu böyle sürer. Bozuk olanlar, bozulanlarsa çöpe atılırlar! Direnenler kırılır, sökülür, ezilir. İbretlik edilir âleme. Korku böyle dolar iliklerimize. Azgın kitleler dirilmeye, saflar dizilmeye başlar, her türünden. Kitle üzerine neler söylenemez ki? Kitle özgürleştirmez, benim bildiğim. Ama biz çok, pek çok olabiliriz, kitle olmadan. Elbette bunun için en güzelini Nâzım demişti. Kim bilmez ki! Soruyorum, düşünceyi yasaklamanın, yasaklamaktan beter etmenin kelle koparmaktan ne farkı var, sinsice olmaktan başka? AKPınin «İç Güvenlik Paketi»yle Işidıin kanlı elleri arasında ne fark var, sinsice olmaktan başka? Özgürlüğün hukuku değilse tüm hukukun en kanlı savaş meydanlarından ne farkı var, sinsice olmaktan başka? Çağımız insanlığın kader çağıdır. Derin bir uçurumun kıyısında bu denli bir birikimin bulunduğu bir çağ daha önce hiç olmamıştı. Bu birikimle ya gerçek özgürlüğün kapılarını açabileceğiz ya da hiç açılmamak üzere kapatacağız. Düşünce özgürlüğü bu yolda İnsanlığı yüceltecek yegane kaldıraçtır. Gördüğün gibi sevgili okur, basit bir atılma ne denli uğursuz bir iş! Heidegger’in beni çok heyecanlandıran bir sözünü iletmek istiyorum: «Das Bedenklichste in unserer Zeit ist, dass wir noch nicht denken.» (Zamanımızda en düşündürücü şey, bizim henüz düşünmediğimizdir.) Düşünmeyi iç ve dış prangalarından kurtarabilirsek, yeni bir çağ başlayabilir. Düşünceye kurulan tüm tuzakları kırmaktan başka çıkar yolumuz yok! Not: Alakarga 811 günden beri bas bas bağırıyor! Bir kulak verin isterseniz: https://www.facebook.com/groups/dokuzeyluluniversitesiogretimelemanidernegi/ Atılmak! İ nsanoğlu 4.5 milyar yaşındaki gezegenimizin son on bin yılında bir uygarlık yaratmayı başardı. Fakat, bu süreç yeryüzünde yaşamı destekleyen sistemlere ve doğal kaynaklara büyük zarar verdi. Üstelik, hala açlık ve yoksulluk yaygın; artan nüfusun gereksinimleri için gitgide daha fazla gıda, enerji, su... üretmemiz gerekecek. Yeryüzünde canlı organizmalar için en başta kimyasal dengeler önemli. Bunları korumak için bazı emisyon sınırları belirliyoruz, hatta (ozon tabakası gibi) küresel konularda uluslararası standartlar geliştiriyoruz. Beş yıl önce, bir grup araştırmacı yeryüzünü insan yaşamına uygun tutan küresel sistemlerden en önemli dokuz tanesini belirleyip, bunların dengede kalabileceği insanlık için güvenli sınırları tahmin etmeye çalıştı (1). Bu sınırların ötesinde ne olacağını kestirmek zor çünkü sistemler karmaşık, bilgimiz yetersiz. Ama riskler büyük. Dengeler bozulursa sistemlerin ani, şiddetli, geri dönülemez tepkiler vermesi olası. Belirsizlikleri ve uygarlığın harekete geçmesi için süre gerektiğini de dikkate alan çalışma, insan etkinlikleri yüzünden bu sistemlerden iklim, biyoçeşitlilik, azot döngüsünde güvenli sınırların aşıldığı duyurdu. Ayrıca, iklim ve biyoçeşitlilik sistemlerinin tek başlarına da dünyayı güvenli bölgenin dışına taşıyabileceği ve sistemler arasında da etkileşim olduğu uyarısını yaptı. Bu yılki yeni değerlendirmeye göre, orman alanlarındaki azalma ile bir kritik sınır daha aşılıyor (2). İnsan etkinliklerinin iklimi değiştirdiği artık tartışılmıyor. Son otuz yılda küresel ortalama sıcaklık her on yılda yükselmiş ve gözlenen değişikliklerin bazıları bin yılda görülmemiş düzeylerde(3). Bunun nedeni başta fosil yakıt kullanımından doğan sera gazlarının atmosferdeki oranının artması ve orman, okyanus gibi bunları özümseyen sistemlere verilen zarar. Seller, kuraklıklar sıklaştıkça, buzulların erimesi denizleri yükselttikçe tarımda inişçıkışlar kaçınılmaz. Tarım toprakları şehirleşme, kirlenme gibi nedenlerle zaten küçülüp, (nüfus artışının iki katı hızla tüketilen) tatlısular kıtlaştıkça gıda güvenliğimiz riskli alana giriyor. Yeryüzünde farklı bölgelerde yaşayan binlerce omurgalı (memeli, kuş, balık, sürüngen, amfibi) nüfusundaki değişimi gözleyen çalışma da, son kırk yılda bu nüfusların yarıya indiğini duyuruyor (4). Birinci neden, diğer canlıların yaşam alanlarını yok ederek yayılan tarım. Bugünkü tür yok oluşları, jeolojik zamanda süper volkan patlaması veya göktaşı çarpmasıyla yaşananlarla karşılaştırılıyor. Oysa, biyolojik çeşitlilik ekosistemlerin varoluş sigortası. Azot ve fosfor biyokimyasal döngüleri de insan etkinlikleri yüzünden radikal biçimde değişmiş. Gübrelerden toprak, su ve atmosfere saldığımız azot, göl ve denizleri oksijensizleştirirken, atmosferde sera gazlarını besliyor. Okyanus asitleşmesi, ozon deliği, atmosferdeki parçacık yükü, tatlısu döngüsü gibi diğer sistemler henüz riskli alana girmemiş. Uzun ömürlü kimyasallar yanında nanoteknoloji gibi yeni maddelerin ise doğada dengeleri nasıl etkileyebileceği pek bilinmiyor. Bundan 42 yıl önce, ekonomik büyümenin sebep ve sonuçlarını bir benzetim modeli yardımıyla değerlendiren çalışma ise, doğal kaynakların sı Rockström, et al. 2009. Ecology and Society 14(2): 32 2 Küresel Sınırlar: Değişen gezegende gelişmeyi yönlendirmek. Steffen et al. 2015. Science.1259855 3 İklim Değişikliği 2014 raporu. IPCC. BM. 4Yaşayan Gezegen Raporu. 2014. WWF, ZSL, GFN, WFN. 5 Büyümenin Sınırları. D.H. Meadows, et al. 1972. Potomac Associates. 6 Sınırların Ötesinde. D.H. Meadows et al. 1992. Chelsea Green Co. 7 Büyümenin Sınırları: 30 yıl sonra. D.H. Meadows et al. 2004. Chelsea Green Co. 8 Büyümenin Sınırları’nın 30 yıllık gerçekle karşılaştırması. G. M. Turner. 2008. Global Environmental Change, Vol. 18, Issue 3. 9Küresel çöküş kaçınılmaz mı? Turner, G. 2014. MSSI R.P 4. Univ. of Melbourne. 10 Entropi Kanunu ve Ekonomi Süreci. N. GRoegen. 1986. E. Econ Journal. Vol. XII. nırsız olmadığına dikkat çekmişti. Nüfus, üretim, kirlilik, kaynaklar gibi faktörleri farklı senaryolarda karşılaştıran çalışma, sorunların anlaşılıp karar alınmasındaki gecikmelerin de etkisiyle sınırların aşılabileceği ve sistemi çöküşe götürebileceği uyarısı yapmıştı (5). Çalışmanın 20 ve 30uncu yıl değerlendirmelerinde, bazı kaynakların tüketiminin ve kirlilik akışının sürdürebilirlik sınırlarını aşmış olduğu, frene basmakta gecikilirse ani çöküşlerin kaçınılmaz olacağı hatırlatıldı. Büyüme sürdükçe yeni sınırların ortaya çıkacağı, sınırlara yaklaştıkça maliyetlerin katlanacağı öngörülürken, ekonomik büyüme yerine yaşam kalitesini artırmaya odaklanan gelişme önerildi (6)(7). Model öngörülerini deneyen sonraki çalışmalar, gerçek verilerin yüzyılın ortalarında çöküşe giden benzetim senaryosuyla iyi örtüştüğünü gösterdi (8). Kırkıncı yıl değerlendirmesinde ise, küresel sistemin gezegenin taşıma kapasitesini aşmış olması, teknolojik gelişmelerin sağladığı avantajların hızla büyüyen tüketimle çabucak ortadan kalkması, kısadönemli politikaların uzun dönemdeki vahim sonuçları görememesi gibi nedenlerle artık sürdürülebilir gelişmenin mümkün olmadığı, sosyal ve ekolojik sistemlerin gitgide artan çevresel, ekonomik, sosyal risklere karşı dayanıklılığını geliştirmeye odaklanılması önerildi. Neyse ki, yeryüzünde hayati dengelerin bozulup doğal kaynakların tükenmesine neden olan bugünkü ekonomik sistemin yeniden tasarlanmasını, büyümenin yavaşlatılmasını önerenler arasında artık BM, OECD gibi kurumlar da var. Ayrıca, hızlı şehirleşme yüzünden küresel nüfus tahminlerden düşük kalabilir; iklim, yeni hastalıklar, istilacı türler... ile mücadeleye daha fazla kaynak ayrıldıkça yatırımlar, dolayısıyla üretim ve tüketim azalabilir; teknolojinin gelişmesiyle (temiz enerji, akıllı sistemler, atık gerikazanımı, verim artırma, doğa dostu ürünler…) yeni bir uygarlık yaratılmasına yardımcı olabilir. Fosil yakıt yatırımlarının cazibesini kaybetmeye başlaması da olumlu bir işaret. Yıllar önce, termodinamik kanunlarını hatırlatan önemli matematikçi, insanoğlunun ekonomik aktiviteleriyle (kaynakları kullanıp atığa dönüştürerek) evrende kullanılabilir enerjinin kullanılamaz biçime dönüşmesini hızlandırdığını öne sürmüş ve uzun süre var olabilmek için kısıtlı kaynakları aşırı tutumlu kullanmasını önermişti (9). Yeryüzünde bakterilerin 4 milyar yıldır var olduğu, göktaşı çarpması yüzünden yok olduğu düşünülen dinozorların 200 milyon yıl yaşadığı düşünülürse, insanoğlu bu gezegenin sahibi olmadığı gibi çok da yeni. Gelişmiş insan uygarlığı varoluş oyununda bugünkünden çok daha stratejik davranmak zorunda. 1 Küresel Sınırlar: İnsanlık için güvenli sınırlar peşinde.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle