Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI Prof. Dr. Mehmet Nimet Özdaş’ın ardından... Özdaş, TÜBİTAK’ın ve Marmara Araştırma Merkezi’nin kurucusuydu. Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com İnsanın üç temel gereksiniminin karşılanmasının gittikçe zorlaşacağı bir döneme giriyoruz. Bu gereksinimler özgürlük, güvenlik ve eşitliktir. P Prof. Dr. Ergun Türkcan (TÜBİTAK’ın İlk Bilim Politikası Uzmanı) Oysa, mesleği mühendislik olan ve dünyayı bilen, Türkiye’nin fakirliğini gören (o zaman, bazı temel mallar dışında hemen hiçbir üretim yoktu) TÜBİTAK’ın kurucu genel sekreteri buna rıza gösterecek bir şahsiyet değildi. Ancak, bir büyük sanayi araştırmaları enstitüsü fikrini DPT’ye ve zamanın Başbakanı Süleyman Demirel’e kabul ettiren odur. Bunu gerçekleştirmek de tabii, ona düştü. Prof. Özdaş’ın kendi üniversitesi İTÜ’den aldığı 2 yıllık izin bitince Haziran 1964’de başladığı genel sekreterlik görevinden Temmuz 1966’da kurumdan ayrıldı. Fakat tam da ayrılamadı. Çünkü, bilim kurulu, 1969 tarihinde onu 3 kişilik bir enstitü komitesinin başkanlığına getirdi. İşte, 24 Temmuz 1972’de Gebze’de açılan (o zamanki adı Marmara Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Enstitüsü) şimdi Marmara Araştırma Merkezi (MAM), TÜBİTAK ve Türkiye’nin en büyük, kapsamlı bir araştırma kompleksi olarak faaliyete geçecektir. Bu merkezin kurulmasından sonra NATO’da Bilim ve Araştırmadan sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı oldu. Sonraki tarihlerde, TÜBİTAK’ın da bağlı olduğu Devlet Bakanı olarak, Türkiye’nin ilk resmi bilim politikası beyaz kitabını, “Türk Bilim Politikası 1983 – 2003” dokümanını hazırlattı. Bu kitabın içinde, daha sonra kurulacak BTYK ve bundan sonraki politika kararlarının temel hedefleri ve mantığı, ilk kez formüle edildi. Bu her zaman genç, dinamik, güler yüzlü, alçakgönüllü, çok kültürlü hocanın yaptıklarını, sadece onun eski bir uzmanı olarak, gördüğüm kadarıyla anlattım; aysbergin ucu kadar. Büyük insanların asıl yaptıkları suyun altında, görünmeyen kısmında kalır. Nimet Hocamla, en son Türk Bilim Tarihi Kurumu tarafından 25 Ekim 2003 tarihinde Yıldız Sarayı’nda “Cumhuriyet ve Bilim” konulu, Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof. Dr. Erdal İnönü, Prof. Dr. Emre Dölen ve benim katıldığım bir panelde beraber olmak mutluluğuna eriştim. Beni bu mesleğe alan insanın karşısında sınavda hissettim kendimi. Bu panelin zabıtları da, sanırım onun basılı son makalesi olmuştur. Bu makalede, Nimet Özdaş Hocam “Bilim Politikası 1983 – 2003” Dokümanının hedef yılı olan 2003 bazında, Türkiye’yi dünya ile mukayese ederek, yapılanlar, yapılmayanlar şeklinde bir muhasebe ya da nihai bir bilanço çıkarıyordu.1 Sonra, ev sahibi Ekmeleddin Bey’in bizi resmi arabasıyla, Beşiktaş İskelesine bıraktırdığını hatırlıyorum. Kadıköy’e giderken, vapurda, çok eski günleri konuştuk, bilim politikası ve TÜBİTAK dedikoduları yaptıydık; vapur ne kadar çabuk iskeleye yanaşmıştı… Oysa bu vapurun, onu bizden alıp meçhule götüren son gemi olduğunu nasıl bilebilirdim? Nur içinde yat Hocam (Vefat: (17 Haziran 2014). Editör’ün notu: 18 Haziran’da İstanbul’dan kaldırılan cenazesine, TÜBİTAK’tan ve kurucusu olduğu MAM’den bir ilgili ve yetkili katılmadığını öğrendik.. 1 M.N.Özdaş, “Bilim ve Teknoloji Politikası, “Türkiye’de Bilim Politikasının Kırk Yılı, 19632003”, İhsanoğlu (Editör), Türk Bilim Tarihi Kurumu, 2005 içinde, ss. 3761. rof. Özdaş’ı ilk kez, tam 50 yıl önce Ankara’da bir mühendislik bürosunda gördüm. 278 sayılı kuruluş kanunu 1963 Temmuz’unda kabul edilmiş olan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nu kurmak için eski öğrencileri ve dostlarından oluşan bir büroda, Ankara’yı ve çevreyi fazla bilmediği için yardım ve bilgi almaya çalışıyordu. Ben bu büroda, eski plancıların birkaç kuruş kazanmak için OECD’den aldığı bir Pilot Projede çıraklık ediyorum, yedek subayım. Diğerleri hoca, eski plancı, maliyeci, mühendis, deneyimli insanlar; Dr. Attila Karaosmanoğlu, Ayhan Çilingiroğlu, Dr. Necat Erder ve diğerleri Devlet Planlama Teşkilatı’nı kurmuş bir ekip, şimdi Birinci Planda kendi koydukları bir hedefin yani TÜBİTAK diye bilinecek kurumun gerçekleşmesine, bu kez dışarıdan yardım ediyorlar. Bu takımın direktörü de Prof. Dr. Erdal İnönü, TÜBİTAK Kanunu’nun çıkmasına ve ilk organların seçimine de katkı vermiş, Bilim Kurulu Başkan Vekili. Ama icra organlarıyla, maliyesi ve personeliyle Kurumun çatısını Genel Sekreter olarak M. Nimet Özdaş çatacak, zor iş. Sahneyi unutmuyorum: Prof. Dr. Özdaş, ARDA’nın sahibi Yük. Müh. Cevdet Kösemen’in masası önünde, “bana çok çabuk, çok iyi adamlar bulmalısınız. İyi İngilizce bilen bir sekreter, muhasip, bana bir yardımcı, uzmanlar vesaire…” Elindeki çek defterini sallayarak, (rakamı yanlış hatırlıyor olabilirim), “Burada 7 milyon lira var, ayrıca sakin bir bina arıyorum, ama müstakil olsun” diyor. Ayhan Çilingiroğlu, bildiği çok iyi bir sekreterin ismini verdi; Cevdet Kösemen, “işte yardımcın” diye eski plancı Refet Erim’i gösterdi ve ayrıca salondaki bizleri yani genç çırakları işaret ederek, “bunlar da uzmanların olur”. Böylece, 1965 yılı Mart’ında askerlik bitince, Havuzlu Sokak 16’da (o zamanki Sovyet Sefaretinin, şimdiki Ticaret Ataşeliği arkası) Bilim Politikası Ünitesi’nin ilk uzman yardımcı atanarak, sadece benim değil, Türkiye’de bizim projeyi yürütenlerden başka kimsenin fazla bilmediği bir alana girdim. Zaten Pilot Proje, OECD’nin az gelişmiş üyelerinin (Türkiye, Yunanistan, Portekiz gibi) bilimteknoloji politikaları yoluyla kalkınmalarını hızlandırmak için formüller aranması için sürdürülüyordu; başka deyişle TÜBİTAK’ın ana işlevlerinden birisi buydu. Nimet Hoca, artık danışman olarak kuruma yardımda bulunan Karaosmanoğlu tarafından önerilen bu üniteyi kurmakta tereddüt etmemiş ve onun tavsiyesiyle beni atamıştı. Yalnız, işinin kolay olmadığını, o zaman bilmesek de, sonraki çalışmalarımız sırasında bir şekilde anlayacaktık. Çünkü onun üstünde kimisi onun da hocası, çok önemli bilimciler, Ord. Prof. Dr. Cahit Arf, Prof. Dr. Mustafa İnan, Ord. Prof. Ratip Berker, Prof. Dr. Erdal İnönü, Prof. Dr. Feza Gürsey gibi, Kurumu bir bilim akademisi gibi görüp, büyük mühendislik projeleri, kalkınmaya yardım etmek gibi işlere girmemeyi tercih ediyorlardı; bu işler DPT’nin yani plancıların işleriydi. Zaten, çok ileri tarihte, BTYK, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu işlevsel hale gelinceye kadar, kurum pasif bir proje destekleyicisi, ARGE fikrinin yayıcısı ve geleceğin bilim adamlarını yetiştirme görevi yaptı. CBT 1433 19 /5 Eylül 2014 • Bugün (28 Ağustos) Anıtkabir defterine yazılan metin Türkiye Cumhuriyeti’ne bir saldırı emridir. Ülkeyi Cumhuriyet öncesi 1920 tarihine götürüp, oradan hareketle yeniden başlatmak isteyen bir siyasetin tam gücüyle hamle yaptığı bir şifre metindir. Hiç bir şey kazanılmış ve kaybedilmiş değildir. Bu saldırıyı püskürtmek, Atatürk Cumhuriyeti’ni savunanların gücüne ve iradesine bağlıdır. • Türkiye Cumhuriyeti projesiyle başlattığımız ve her şeye rağmen önemli aşamalar kaydettiğimiz bir çağdaşlaşmayla, bu temel gereksinimleri karşılamanın toplumsal yapılarını kurmuştuk. Bugün (28 Ağustos) bunlardan geriye kalanların da dinamitlendiği bir söylevi dinledik. Bize daha çok özgürlük için çalışmak, savaşmak kalıyor. Kölelerin güvenliğini ve eşitliğini istemiyoruz. Bugün dinlediğiniz söylev size ancak bunları veriyor. Özgürlüğe açılmayan her siyaset bizi karşısında bulur. Özgürlük, her zaman eşit ve daha çok özgürlük demektir. Güvenlik ise, güvenceye alınmış özgürlük demektir. Size bunları başka türlü tanıtmalarına asla izin vermeyiniz. Bugün siz halk oldunuz, bu uğurda yeniden direnmek için! • Sömürmenin sayısız yolu vardır. Her siyasetten sömürü çıkabilir. Sömürülmemenin tek yolu sömürüldüğünü bilip, karşı koymaktır. Bunu bilmek de pek kolay değildir. Direnmekse, bundan daha zordur. İşimiz bu bilgiyi ve istenci ortaya koyup, yayılmasını sağlamaktır. Sömürülmemenin düzeni yoktur. Her düzen sömürür. Şu halde iş düzen kurmak değil, düzeni dizginlemektir. Yapılacak iş, ona istediğini vermek değil, ondan sürekli istediğimizi almaktır. • Devlete ve sermayeye egemen olanlara, bunların çarkını döndürenlere bakıyorum da, bunlarla paylaşabildiğim hiç bir şey yok. Yani epeyce zor bir durumdayım. • İsyan bir adalet duygusudur. • Hak hukuk tanımayana karşı hukuku bilmeyen bir halk hakkını nasıl arayacak? • Hukuksuz hangi hak aranabilir ki? • Gecekondularla gecekonakları arasında bir ülke burası. Biri yoksulluğundan, öteki arsızlığından hırsızlığından konduruyor bunları. • Hukuk bir kültürdür. Evrensel bir kültürdür. Bunun içinde insanlığın tüm bilgelikleri ilkelere dönüşmüştür. Bu ilkeleri bilip, eşkıyaya dayatmakla bu cehennemden çıkabiliriz. Sorunu ve çözümünü bu açıdan kavramalıdır. • Kalanla toparlanamazsak, geriye yıkım kalacak... • Demokrasi de bile liyakat esas alınmıyorsa, o siyasal yapı kısa zamanda çöker. Siyasal hiyerarşide liyakattan başka bir nedenle yükselmek kendisinden önceki ve sonraki basamaklara duyulan güveni ve saygıyı siler. Burada seçmene büyük iş düşmektedir. Seçmenler böyle bir kaygı taşımıyor ya da liyakatli olanı bilmekte zorlanıyorlarsa, güvenilecek kurum hukuktur. Çünkü hukukta liyakatin kodları yer alabilir. Burada bu hukuku uygulayacak olan hukukçulara sözü bırakmalıdır. Ancak bu hukuk da geçen zaman içinde yozlaştırılmış ise o siyasal yapının sonu gelmiş demektir. Ancak tüm acıyı yine insanlar çekecektir. Şimdi yapılacak iş, hukuktan kalanlarla tamir işlerine girişmektir. Yurttaşların hukukçulara güç kuvvet olmaları gerekiyor. • Kendi kurallarını koyuyorlar, işlerine geldiği gibi devleti kullanıyorlar. Birbirlerini sıkı sıkıya bağlayan örgütsel ilişkiler kuruyorlar, kurnazlığın aptallık denecek derecede sınırlarını zorluyorlar. Sonunda kendilerini de silip süpürecek bir felaketi hazırlıyorlar. Buna karşı neler yapılabilir? Anayasa ve hukuk hâlâ yürürlükte. Bunları korumaya görevli savcılar ve yargıçlar var. Tüm yük şimdi onların omuzlarında. Onlara gereken gücü ve cesareti verecek olanlar yurttaşlardır. Parti darbesine karşı Cumhuriyet’i savunmak her yurttaşın asli görevidir. Ya şimdi, ya da hiç bir zaman denilecek bir noktadayız. Silahla, şiddetle değil, yasaları uygulayarak önüne geçilebilecek bir tehlikedir bu. Hukuku savunun, hukuku uygulatın, hukukun bekçiliğini yapın. Bunun barışçıl bin bir yolu var. Durmayın! • Hukuk gerçekten dürüstlükten başka bir şey değildir. Demokrasinin de şirazesidir. • Sorunlar büyük, adamlar küçük! Sorunlar Büyük!